Sabitfikir
Künye | Yazarlar | Giriş Yap

Eleştiri

Eleştiri

İÇİMİZDEKİ BALIK



Toplam oy: 1871
Neil Shubin
NTV Yayınları

    Bir gün bir kitap okudum ve bütün hayatım değişti.” Orhan Pamuk'un Yeni Hayat romanının meşhur başlangıç cümlesi. Bütün hayatımızı değiştirecek bir kitapla karşılaşmak ender rastlanacak bir durumdur. Ama zaman zaman hayata bakışımızı derinden etkileyen, değiştiren kitaplarla karşılaşırız. Ben de bir kitap okudum ve, çevremdeki canlılara bakışım değişti. Bahçede toprağı eşelerken karşılaştığım solucanlar, o sırada üzerimde uçan kuşlar, taşların arasına saklanan kertenkele, çalıların arasında yaşamını sürdüren kablumbağam, mama arsızı kedilerim, yazdan kalan son kara sinekler, hatta yemek için buzlukta sakladığım balıkla aramda artık daha farklı bir ilişki oluştu. Yıllar sonra varlığı keşfedilen bir akraba ile karşılaşmak gibi bir duygu bu. Hatta daha da ötesi; Tüm bir doğa ile, her hücre sayısındaki bütün canlılarla yakın akrabalığı keşfetmek... Bu durum ister istemez insanın bu canlılara bakışını, davranışını değiştiriyor, hassasiyetini artırıyor. Eğitimle, çevresel etkilerle kazandığınız hassasiyetlerin yeni bir bilgi ile farklı bir düzeye çıkmasının, bilginin insan yaşamındaki etkisinin tipik bir örneğini deneyimliyorum. “İçimizdeki Balık” karşılaştığım her canlıda kendimi aramama, bizi birbirimize bağlayan o uzun, çok uzun yolu tahayyül etmeye çabalamama yol açtı.

    Evet, Neil Shubin'in NTV yayınlarından çıkan “İçimizdeki Balık” adlı kitabından söz ediyorum. Neil Shubin Şikago Üniversite'si mensubu bir paleontolog. Yani fosilbilimci. Kariyerinin bir aşamasında üniversitedeki profesör açığı nedeniyle tıp fakültesinde anatomi dersleri vermek durumunda kalır. Anatomi bilgisi ile fosil araştırmalarının sonuçlarını birleştiren Shubin evrim zincirinin en önemli kayıp halkalarından birisini bulur. Tiktaalik adı verilen bu balık fosilinin önemi balıklar ile karada yaşayan hayvanlar arasındaki ara basamak olmasıdır. Fosili bulanlar olarak bir isim verme hakkı da Shubin ve arkadaşınındır. Fosili buldukları Kanada'nın Nunavut bölgesinde yaşayan İnuit halkına duydukları minnetin bir ifadesi olarak, Nunavut Yaşlılar Meclisi'nden fosil için isim önermelerini rica ederler. Fosil'e Meclisin önerdiği iki isimden birisi olan ve “büyük tatlı su balığı” anlamına gelen Tiktaalik adı verilir. 2006 yılı Nisan ayında keşiflerini duyurduklarında  375 milyon yaşındaki Tiktaalik bütün gazetelerin manşetlerine yerleşir. “Bu fosilin benim kendi vücudumla ilgili bir şeyler söylediğinden nasıl bu kadar emindim? Tiktaalik'in boynunu düşünün. Tiktaalik'ten önceki bütün balıklarda, kafasını omuzlara bağlayan bir kemik kümesi bulunur; böylece hayvan gövdesini her çevirisinde kafasını da çevirir. Tiktaalik ise farklıdır. Kafası omuzlarından tamamen bağımsızdır. Baş ve omuzların bu konumu amfibiler, sürüngenler, kuşlar ve bizim de dahil olduğumuz memelilerle ortaktır. Baş ve omuzların konumundaki değişimin izini baştan sona, birkaç küçük kemik eksiğiyle Tiktaalik gibi balıklara kadar sürmek mümkündür. Bilekler, kaburgalar, kulaklar ve iskeletimizin diğer kısımları da aynı şekilde incelenebilir; bu özellikler Tiktaalik gibi bir balıkta bulunabilir. Tiktaalik fosili, Afrikalı hominidlerin (Australopithecus afarensis, yani ünlü “Lucy” gibi) olduğu kadar bizim geçmişimizin de bir parçasıdır. Lucy'ye bakarak, çok gelişmiş bir primat olarak geçmişimizi anlayabiliriz. Tiktaalik'e baktığımızda ise bir balık olarak geçmişimizi görürüz.” (s. 36- 37)

    Biz sıradan okuyucular, bilim kitaplarından genellikle iki sorun ile karşı karşıya kalırız: birincisi pek aşina olmadığımız bir konuyu anlamakta çektiğimiz güçlüktür. Kavramların çoğu ile ilk kez tanışırız, her bilim dalının bir jargonu vardır ve o jargon kullanılmadan bir şey anlatmak mümkün değildir. Jargona alışık anlatıcı, yazar için her şey o kadar açıktır ki, zaman zaman  “ne var bunda anlamayacak?” edası bile sezilebilir. Konu karmaşıktır, farklı teoriler yaklaşımlar vardır, vs. Dolayısıyla ortalama okuyucu için yazılmış bir bilim kitabı yazarının konusunu sade bir dille anlatabilecek kadar yetkin olması ve gerçekten çok emek vermesi gerekir. İkincisi de eğer çeviri bir eser ise, çeviri problemidir. Konu ile yakından uzaktan ilgisi olmayan çevirmenlerin çevirileri bizi bilim düşmanı bile yapabilir. “İçimizdeki Balık” her iki sorunu da bertaraf etmiş. Öncelikle Shubin çok akıllı bir anlatı yöntemi seçmiş. Kitap  fosilbilim ve yüzyılın en önemli fosil buluşlarından birisi hakkında bir kitap olmakla kalmıyor bir paleontolog'un hayatını da bize anlatıyor. Nerelerde hangi koşullarda kazılar, araştırmalar yaptıklarını, bu kazılar sırasında başlarından geçenleri, fosil araştırması yapmanın inceliklerini bir anı ya da macera kitabı okur gibi okuyoruz. Dolayısıyla kuru kuruya anlatılan bir hikâye değil bu. Shubin bize maceralarını ve kişisel yaşamını aktarırken bir yandan da çaktırmadan genlerimizi, dişlerimizi, burnumuzu, gözlerimizi, kulaklarımızı, kısaca bütün vücudumuzu anlatıyor. Aysun Yavuz da bu anlatıyı o kadar başarılı bir şekilde çevirmiş ki, çeviri olduğunu hiç düşünmeden Türkçe yazılmış gibi büyük bir keyifle okuyoruz. Kitabın evrimi anlatmak açısından zirve yaptığı bölümlerden birisi Palyaço soyağacı. Mizah anlayışı olmayan, palyaçoya hiç benzemeyen bir karı kocadan mutasyona uğrayan nesiller sonra nasıl turuncu kıvırcık saçlı, sıkınca öten kırmızı kauçuk burunlu ve koca ayaklı çocuklar olabileceğini çocukların bile anlayabileceği bir dille anlatıyor.

    Kitabın final bölümü bütün parçaları bir araya getiren ve anlamlandıran nefis bir özet biçiminde. “Geçmişimiz bizi neden hasta ediyor?” bölümünde aslında insan bedeninin hiç de akıllı ve mükemmel bir tasarım olmadığını, bir çok kusurları olan, tesadüfi bir gelişim olduğunu aktarıyor: “Kökleri çok derinlere uzanan geçmişimiz, plazalarda, kayak merkezlerinde ya da tenis kortlarında değil, dönemine bağlı olarak tarihöncesi okyanuslarda, sığ nehirlerde ve çayırlarda geçmişti. Sekseni devirecek kadar yaşayacak, günde on saat popomuzun üzerinde oturacak, top kek yiyecek ya da futbol oynayacak şekilde tasarlanmadık. Geçmişimiz ile bugünkü hayatımız arasındaki bu kopukluk, vücutlarımızın belli bazı şekillerde “bozulmuş olduğuna işaret eder.” (s.213)

Meraklısı için detaylar:

Esprili Tiktaalik şarkısı için:
http://scienceblogs.com/pharyngula/2008/12/fishapod_stars_in_music_video...

Neil Shubin Darwin yılı münasebeti ile Tiktaalik anlatıyor:
http://www.youtube.com/watch?v=2qTarQaUlqM&feature=channel_page

Şikago Üniversitesi Tiktaalik sayfası:
http://tiktaalik.uchicago.edu/


Yorumlar

Yorum Gönder

Yeni yorum gönder

Diğer Eleştiri Yazıları

Modern sanat telakkisinin adeta “dinselleştiği” ve bunun da en önemli etkisini mimarlık alanında gösterdiği bir bağlamda yaşadı Turgut Cansever. Türkiye ekseninde bir yanda pozitivist bir dünya görüşünün diğer yanda da seküler mistik ve “yaratıcı insan” düşüncesinin egemen olduğu, “bilim”in dogmatikleştiği bir dönem.

Hayat parantezi 1916’da İstanbul’un Fatih semtinde, Atik Ali Paşa’da açıldı Behçet Necatigil’in. Sonra parantezin içerisine bir başka şehir girdi: Kastamonu. Zeki Ömer Defne’nin zilleri çalarken derslere bir bir girenler arasında o hassas ortaokul öğrencisi de vardı. Evlerden, kırlardan, denizlerden duyulan bu ses zil değil şiirin tınısıydı.

“Sanatçı, gözün göremediğini görendir.”

 

Çağdaş Amerikan edebiyatının en parlak yazarlarından Michael Chabon’un bir söyleşisini hatırlıyorum. Yaratıcı yazma atölyelerinin desteklenmesi gerektiğini söylüyordu: “Tamam, kimse kimseye dâhi olmayı öğretemez kuşkusuz ama yazarken hata yapmamak, yazmak denen şeye ‘okur’ gibi değil de ‘yazar’ gibi bakmak pekâlâ öğrenilebilir.

Nehir söyleşi, ara bir tür. Ne biyografi ne de otobiyografi. Otobiyografi değil çünkü hayatınızı nasıl anlatacağınızı söyleşiyi yapan kişinin soruları belirliyor. O çerçeveyi siz çizemiyorsunuz ve birkaç soruyla hiç istemediğiniz günlere veya olaylara geri dönmeniz mümkün.

Kulis

Bir Rüya Gibi Dağılacak Olan Hokkabazlar Dünyasında Yaşıyoruz

ŞahaneBirKitap

Kaan Burak Şen, yavaştan genç yazar olarak anılmanın sonuna doğru geliyor; Mutlu Kemikler üçüncü kitabı… Kafası bir hayli tuhaf. Şimdilerde bir roman yazdığı da söyleniyor, fakat öncesinde belirtmekte fayda var: Mutlu Kemikler öykü derlemesi henüz çıktı, pek başka bir kitaba benzetilecek bir havası da yok bu kitabın.

Editörden

Tıp ve edebiyat ilişkisi, tıbbın insanla olan ilişkisi gibi tarih boyunca şekil değiştirmiş, her dönem yeni yaklaşımlarla genişlemiştir. Tıbbın tarihi, insan acılarının da tarihidir aslında. Edebiyatın içinde kapladığı yer, diğer bilim dallarından hep daha büyük olmuştur tıbbın.