Temas ettiğimiz herkesin ve her şeyin birbirleriyle rastlantısal ilişkiler kurup bu kaotik rastlantısallık içinde aslında tek bir şey değil de, birçok şey ve hiçbir şey olduğu bir dünyada yaşamamıza rağmen, bu çokbilinmeyenli denklemi kabullenmek yerine, onu açıklamaya meyilliyiz. Bu yüzden bir şeylerin eksik kaldığını sezdiğimiz halde, sırf her yönüyle idrak ettiğimizi sandığımız bir dünyada kendimizi güvende hissedebilmek için, herkesi ve her şeyi tek bir şeye indirgiyoruz. Uzaktan çok komik gözüküyor olmalıyız, ki geride kalan her şeyin çok saçma gözüktüğü o uzaklığa varmak aslında hepimiz için mümkün zaten. Gert Jonke’nin Viyana’nın Sistemi kitabı bize bu konuda ilham verebilir: “Biliyor musunuz, başbakanın güvendiği kişi olmam, özellikle de bu kişinin ben olması bazen bana çok tuhaf geliyor, bazen hiç de başbakanın güvendiği kişi olmadığıma, bunun içler acısı bir yanılgı olduğuna, gerçekte bambaşka birinin başbakanın güvendiği kişi olduğuna inanıyorum. Başbakana da bazen böyle gelir. Başbakan bir defasında bana, başbakan oluşunun, özellikle de kendisinin başbakan oluşunun ona bazen çok tuhaf geldiğini söyledi. Bazen de kesinlikle başbakan olmadığına, onun başbakan oluşunun içler acısı bir yanılgı olduğuna ve gerçekte büyük olasılıkla bambaşka bir kişinin başbakan olduğuna inandığını belirtiyor. Ama sonra, başbakan birdenbire kendisini topluyor ve bana, güvendiği kişiye, elbette ki kendisinin başbakan olduğunu, başbakanın başbakan olmamak gibi bir fikre nasıl kapılmış olabileceğini söylüyor.”
Hikayedeki boşlukları (Evet, Viyana’nın Sistemi insanın aklına Hakan Bıçakcı’nın benzer bir hissiyatı pekiştiren öykü derlemesini getiriyor) göstererek hiçbir yere gitmeyen çılgın bir tramvayla ilerleyen kitap, yukarıda da görebileceğiniz gibi, bunu aynı kelimeleri sık sık tekrarlayarak yapıyor. Arka kapakta yazarın klasik müzik eğitimi almış bir piyanist olduğu hatırlatılarak işaret edilen ve “büyüleyici bir müzikal ritim” denilerek altı çizilen bu durum, kelimeleri anlamlarından soymak için seçilmiş bir yol da olabilir pekala. Ne demek istediğimi, çocukken bir kelimeyi en sonunda, “Bu şeye böyle denilmesi ne kadar da saçma!” diyecek kadar tekrarlayanlar anlayacaktır.
Bizi Fransa Büyükelçiliği’nin yanlış yere yapıldığına inanan bir adamla, Avusturya politikasını yönettiğini sanan bir balık tüccarıyla ve daha niceleriyle tanıştırarak, hayatlarımızın saçmalığını vurgulayan bir kitabın raflardaki yerini “saçma” sıfatını sırtlanarak alması kaçınılmaz elbette. Gert Jonke de bu ihtimalin farkında olmalı ki, başbakanın güvendiği kişinin kahramanımıza verdiği kitabın adını “Viyana’nın Sistemi” koyuyor, ardından da kitabı çöpe attırıyor. Böylece kendi kendisinin sağlamasını yapıyor belki de: “Başbakanın güvendiği kişinin bana sunduğu kitabı ilk çöp kutusunun içine koydum. Çok sıcak bir gün oldu ve bir kitabı koltukaltımda taşımayı çok zahmetli, rahatsız edici, ayrıca gereksiz hissettim. Kitabın adı: Viyana’nın Sistemi."
* Görsel: Emre Karacan
Yeni yorum gönder