Sabitfikir
Künye | Yazarlar | Giriş Yap

Eleştiri

Eleştiri

İçler acısı zafer turu



Toplam oy: 828
Bence kitap için en iyi tarif cümlesi Colin Firth'ten gelmiş: "Bu kitap beni darmadağın etti."

Ben Fountain’ın kitabı Bana Kahraman Olduğum Söylendi, Bravo Mangası’nın, Irak’taki bir kahramanlık olayının ardından çıkarıldıkları Zafer Turu’nun son gününü anlatıyor. Aslında teknik olarak Bravo Mangası diye bir şey yok, Fox TV onları bu adla vaftiz etmiş...

 

Bana Kahraman Olduğum Söylendi kimine göre tersine dönmüş bir Odysseia; kahramanımız Billy Lynn, Irak savaşından eve geliyor, hem kendini hem de Bravo Mangası’nı bekleyen farklı güçlüklerle ve sorunlarla karşılaşıyor, sonra da hep birlikte Irak’a geri dönüyorlar. Kimine göre de modern çağın Madde 22’si ya da Mezbaha No. 5’i... Joseph Heller’ın Madde 22’si ile olan benzerlik daha bariz ama dönemler de farklı, yazarların hiciv hedefleri de. Heller, bürokrasiyi hedef almıştı; Fountain’ın hedefinde ise, tanıtım dediğimiz şey yer alıyor. Daha doğrusu, onu tanımladığını sandığı her şeyle ABD: Noel, Amerikan futbolu, tıkınmak, TV, Hollywood, Destiny’s Child’ın dahil olduğu bir şov... Vietnam’da çarpışmış romancı Karl Marlantes’in dediği gibi, hakikaten de Irak savaşının Madde 22’sidir belki, “Amerikalıların savaşı gözleme yöntemi” üzerine bir kitap.

 

 

"Bu kitap beni darmadağın etti"

 

Ben Fountain, kısaca, Irak’taki kısa bir çarpışmanın ardından kendilerini kahraman olmuş bulan sekiz genç askerin 2004’te Beyaz Saray’da başlayıp Texas Stadyumu’nda biten Zafer Turu’nun son gününün son saatlerini anlatıyor. Biz onlarla otelden gelirlerken tanışıyoruz. Belki en iyisi, kitabın tanıtımından şu özet parçayı ödünç almak: “Hepsi üç dakika sürdü. Irak’ta pusuya düşürülen Bravo takımı düşmanı bozguna uğratmayı başardı ve her şey Fox TV kameraları tarafından saniye saniye görüntülendi. Sadece saatler sonra birer Youtube fenomeniydi Billy Lynn ve silah arkadaşları. Uzaktaki savaşın kapılarına gelmesinden korkan -ve bundan korktukları için utanan- büyük ve kudretli Amerikan ulusunun kahramanlarıydı artık onlar. Bu durumda Bush yönetiminin onları yuvalarına geri getirip ülke çapında bir 'Zafer Turu'na çıkarmasından doğal ne olabilirdi ki?”

 

Sonuçta Texas Stadyumu’ndalardır işte, Dallas Cowboys’un kalesi... Vaktiyle pek görkemliyken yavaş yavaş harabeye dönüşen dev Texas Stadyumu’nda, yüzlerce spotun altında, binlerce kişinin karşısında. “Uyumsuz fayansları yan yana koymuşlar, çatı olmuş. Ağır bir şey, orta yaş göbeği gibi; insanın aklına löp löp göbekler, lapa gibi prostatlar geliyor, karaya oturmuş balina sanki.” İnsana Brovo Mangası büyüklerine karşı yeterince saygılı değilmiş gibi geliyor. Değiller zaten. Ev sahipleri, takımın sahibi olan Norman Oglesby, ya da Norm. Gerçi Beyoncé ve Destiny’s Child’ın umurunda değiller ama ponpon kızlar biraz daha ilgili. Her şeye kadir Norm’un temsil ettiği zenginler ise onlardan icazet almak, kefaret koparmak istiyor. Doğru değil mi, çocuklar, mesele petrol değil demokrasi? Bizi nasıl da kurtardınız ama... Yapımcı Albert’in temsil ettiği Hollywood ise, işin kaymağını koparma peşinde. Ancak, burada da bir Madde 22 durumu söz konusu: Yapımcılar, bir yıldız işe karışmadan filmle ilgilenmiyor, yıldızlar ise karşılarında bir yapımcı olmadan Bravo’nun filmine parmak ucuyla bile dokunmayacak. Dallas Cowboys oyuncularına gelince, dehşet vericiler. “Kocamanlar. Yeni bir nesil olabilirler.” Ya da başka bir çağa aittirler.

 

"Kahrolası Liberal"

 

Hepsi yirmilik dedik ama asıl karakterimizin, kitaba özgün adını veren Billy Lynn’in yaşı on dokuz. İşleri zor: kafein, içki ya da savaşmış insan görme heyecanıyla kafayı bulmuş minnettar vatandaş gruplarıyla tanışıyorlar. Zafer Turu’nda hep olduğu gibi bu vatandaşlar onlara teşekkür edecek, nutuk çekecek, canlarından bezdirecekler. Ama kuyruklarında medya ile bu turu tamamlamak gerek, çünkü halkın savaş taraftarlığı tavsamış. Başkan Bush’un da onların desteğine ihtiyacı var. Billy’nin işi herkesinkinden zor. Hem çarpışma sırasında kahramanlığıyla dikkati çekmiş hem de bu kısacık çarpışmada en iyi arkadaşı Shroom’u kaybetmiş. Bunlar yetmiyormuş gibi herkesin gözü de en çok onun üstünde çünkü Billy Texaslı. Gerçi daha önce stadyuma adım atmamış ama “sadece yüz otuz kilometre batıdaki Stovall’da büyümüş.” Texaslılar bu genç hemşerilerine hayranlar, çünkü herkese bir Texaslının ne kadar yiğit olduğunu göstermiş. “Bir doyma noktası var mı acaba, diye merak ediyor Billy; memleket rüyasını sonunda paramparça etmeye yetecek bir ölü sayısı?” Kitabın iki geri dönüşünden birinde, evine gittiğinde ablası Irak’a dönmemesini istiyor. İyi adamlar var, onu arabayla alıp bir süre saklayabilirler. Avukatlar var, başına da bir iş gelmeyecek. Peki ama Bravo ne olacak? Kitap boyunca tek bir kişiymiş gibi sözü edilen Bravo...

 

Yiyorlar içiyorlar, devre arasındaki şovda onlara da iş düştü diye ödleri patlıyor. Neyse ki başlarında Dime var, gözü şahin gibi hep onların üstünde olan çavuşları. Afganistan’dan Mor Kalp madalyalı, Bronz Yıldızlı. Diğer çavuşlar arasındaki adı, “Kahrolası Liberal.” Hayattaki tek gerçeklikleri birbirlerinden ibaret. Zafer Turu Amerika’sı onları büsbütün korkutuyor, burada ne işleri olduğunu anlamıyorlar. Albert onlara filmde Hilary Swank’in Billy ile Dime’ın birleştirilmiş karakterini oynayabileceğini söylüyor. Norm onları üç kuruşa razı etmeye çalışıyor. Bir ara Crack, kendilerine tahsis edilmiş limuzinin şoförüne, “Onlar bizi öldürmeden önce,” diyor, “bizi güvenli bir yere götür. Bizi savaşa geri götür.” Biz ise savaşa çok kısa bir an konuk oluyoruz. Geri kalanı, mukaddes vatan toprağında...

 

Ben Fountain çok ödüllü ve Ulusal Kitap ödülü finalisti Bana Kahraman Olduğum Söylendi’yi, kısa hikayelerden oluşan ilk kitabı Brief Encounters With Che Guevara’dan altı yıl sonra yayımladı. Elden bırakılmayan türde, çok övgü almış bir kitap. Figen Bingül’ün çevirisi çok başarılı. Bence kitap için en iyi tarif cümlesi ise Colin Firth’ten gelmiş: “Bu kitap beni darmadağın etti.”


 

 


 

 

* Görseller: Mert Tugen, David Baker

 

 

Yorumlar

Yorum Gönder

Yeni yorum gönder

Diğer Eleştiri Yazıları

Modern sanat telakkisinin adeta “dinselleştiği” ve bunun da en önemli etkisini mimarlık alanında gösterdiği bir bağlamda yaşadı Turgut Cansever. Türkiye ekseninde bir yanda pozitivist bir dünya görüşünün diğer yanda da seküler mistik ve “yaratıcı insan” düşüncesinin egemen olduğu, “bilim”in dogmatikleştiği bir dönem.

Hayat parantezi 1916’da İstanbul’un Fatih semtinde, Atik Ali Paşa’da açıldı Behçet Necatigil’in. Sonra parantezin içerisine bir başka şehir girdi: Kastamonu. Zeki Ömer Defne’nin zilleri çalarken derslere bir bir girenler arasında o hassas ortaokul öğrencisi de vardı. Evlerden, kırlardan, denizlerden duyulan bu ses zil değil şiirin tınısıydı.

“Sanatçı, gözün göremediğini görendir.”

 

Çağdaş Amerikan edebiyatının en parlak yazarlarından Michael Chabon’un bir söyleşisini hatırlıyorum. Yaratıcı yazma atölyelerinin desteklenmesi gerektiğini söylüyordu: “Tamam, kimse kimseye dâhi olmayı öğretemez kuşkusuz ama yazarken hata yapmamak, yazmak denen şeye ‘okur’ gibi değil de ‘yazar’ gibi bakmak pekâlâ öğrenilebilir.

Nehir söyleşi, ara bir tür. Ne biyografi ne de otobiyografi. Otobiyografi değil çünkü hayatınızı nasıl anlatacağınızı söyleşiyi yapan kişinin soruları belirliyor. O çerçeveyi siz çizemiyorsunuz ve birkaç soruyla hiç istemediğiniz günlere veya olaylara geri dönmeniz mümkün.

Kulis

Bir Rüya Gibi Dağılacak Olan Hokkabazlar Dünyasında Yaşıyoruz

ŞahaneBirKitap

Kaan Burak Şen, yavaştan genç yazar olarak anılmanın sonuna doğru geliyor; Mutlu Kemikler üçüncü kitabı… Kafası bir hayli tuhaf. Şimdilerde bir roman yazdığı da söyleniyor, fakat öncesinde belirtmekte fayda var: Mutlu Kemikler öykü derlemesi henüz çıktı, pek başka bir kitaba benzetilecek bir havası da yok bu kitabın.

Editörden

Tıp ve edebiyat ilişkisi, tıbbın insanla olan ilişkisi gibi tarih boyunca şekil değiştirmiş, her dönem yeni yaklaşımlarla genişlemiştir. Tıbbın tarihi, insan acılarının da tarihidir aslında. Edebiyatın içinde kapladığı yer, diğer bilim dallarından hep daha büyük olmuştur tıbbın.