Sabitfikir
Künye | Yazarlar | Giriş Yap

Eleştiri

Eleştiri

İlkelleşen Toplumda Dilin Değişimi: Böcü



Toplam oy: 199
Tatyana Tolstaya, Böcü ile klasik kıyamet sonrası kitaplarına özgün bir bakış açısı sunmuş. Yaşanılan felaketin ardından ilkelleşen toplumdaki inançları, kültürü, değişen dil yapısını ayrıntılarıyla örmüş. Güçlü ironi yapısına sahip, ustaca dil cambazlığı yapılan, edebî değeri yüksek özel bir bilimkurgu eseriyle türün sevenlerini karşılamış.

Sanat eserlerinde bilimin kurgulanması söz konusu olunca, akla ilk olarak değişen bilim ve teknoloji, zaman yolculuğundan uzay keşfine kadar birçok farklılığa işaret eden kavramlar geliyor. Tabii ki bu bilimkurgu gibi geniş alt alanlara sahip tür için oldukça kısıtlayıcı bir tanım. Çünkü kıyamet/kıyamet sonrası, steampunk, siberpunk, uzay operası ve çok daha fazla birbirinden farklı türü hesaba katmamız gerekiyor. Hatta bu alt türlerin de kendi içinde dallara ayrıldığı ve diğer türlerle etkileşime girdiğini düşününce tanım gittikçe başka hâle geliyor. Bu sebeple akla ilk gelen tanım hâliyle kapsayıcılıkta yetersiz kalıyor.

 

Bilimkurguyu genel olarak tanımlarken özellikle yenilik ve gelişim gibi kelimelerden kaçındım ve bilimin değişimine odaklandım. Her ne kadar çoğu yerde gelişime odaklı tanımlarla karşılaşılsa bile türün ilk yapıtlarından günümüze seyrini düşündüğümüzde bu oldukça hatalı olabiliyor. Öyle ki bu eserlerde her zaman bilim ve teknolojinin gelişimini göremiyoruz. Kimi zaman değişen koşullara yanıt olarak eserin sahibi tarafından oluşturulmuş kurgulanan bilimin yansımasını, bazense toplumların ilkelleştiğini ve var olanın dahi yitirildiğini gözlemliyoruz. Hâl böyle olunca gelişimden bağımsız olarak canlıların değişime yanıt verdiği yeni icatlar yahut yitirildikten sonra eskinin yeniden keşfedilmesi gibi unsurların da kapsandığı, kısacası türün tanımında kurgulanan biliminin dönüşümünü öne çıkarmayı daha doğru buluyorum.

 

Kıyamet ve kıyamet sonrası bilimkurguya genellikle distopya anlatısının eşlik ettiğini görüyoruz. Tehlikeli iklim değişimi, kaynakların tükenmesi, nükleer katliam, pandemi gibi doğal ya da insan kaynaklı yapıyı içerebiliyor. Bazen zombi yahut uzaylı istilası, bazense daha tehlikelisi, insanlığın yaptıkları… her hâlükârda insanlık yaşanan felaket sırasında ya da ardından en korkunç şekliyle yaşam savaşı veriyor.

Hugh Howey’nin kıyamet sonrası bilimkurgu türündeki SİLO üçlemesinde yaşanılmaz hâle gelen yeryüzünden kaçan insanlığın yeraltında kurduğu yaşamı okumuştuk. Howey’nin bir diğer eseri Kum’daysa bu sefer tehlikelerle dolu kumun altında kalan yeryüzünde yaşam mücadelesi veriyorduk. İkisinde de bilimkurgu etmenleri oldukça yoğundu, yeni yaşam doğrultusunda karşılaştığımız kültürel, bilimsel ve teknolojik değişimler mevcuttu ve detaylıca anlatılıyordu.
İlkelliği aktarmak adına bozuk dil kullanılmış

“Şehrimiz, toprağımız burası, adı ise Fyodor-Kuzmiçsk; ondan öncesindeyse anacığın dediğine göre İvan-Porfiriçsk imiş, ondan da önce Sergey-Sergeyiçsk imiş, ondan önce Güney Ambarları imiş, hepsinden önce de Moskova imiş…” Spekülatif eserlerin yayımlandığı Jaguar’ın Prospero Kitaplığı kapsamında Tatyana Tolstaya’nın kıyamet sonrası bilimkurgu türündeki romanı Böcü yakınlarda bizlerle buluştu. Soyadının tanıdık gelmesi doğal, zira yazar, Lev Tolstoy ve Aleksey Tolstoy gibi önemli isimlerin mensubu olduğu aileden geliyor. Böcü, Tolstaya’nın 2000’de yayımlanan ve büyük ses getiren ilk romanı. Değerli kalem bu eseri vesilesiyle dilimize de ilk defa uğramış oldu.
Tolstaya’nın yazdığı özgün metinde, kıyamet sonrası yaşamdaki ilkel halkı aktarmak adına yazım yanlışları ve anlatım bozukluklarıyla dolu bir dil kullanımı seçilmiş. Bu da anlatının edebî değerini korumakta çevirmenin işini zorlaştırabilecek bir unsur. Türkçede var olmayan kelimeler, kipler ve fiillerin çeviride dilimize uydurulması gerekmiş. Çevirmen Eyüp Karakuş, tüm bu zorlukların altından kalkarak, metnin özelliklerini koruyacak çeviri dili oluşturmuş, itinalı bir çalışma yapmış. Karakuş’a orijinal dilin hakkını verdiği ve çevirisinde özel bir işe imza attığı için teşekkür ediyorum. Böcü’de nükleer patlama sonrası yaşam büyük ölçüde değişiyor.
Radyasyon artık insanların yaşamlarının her anında mücadele etmesi gereken bir sorun. Yedikleri yiyeceklerin tehlikeli olup olmadığı bile belirsiz. İnsanlar farklı biçimlerde mutasyona uğramış. Felaketten kurtulanlarsa ölümsüz olmuşlar. Yani her şey tuhaf.
Romanın adıysa patlamadan doğan canavardan geliyor. Fakat kitabın yapısı itibarıyla bunu aksiyonun ana odağı gibi düşünmemek lazım. Çünkü Böcü, radyoaktif yeni dünyayla ilgili arka planda bir motif sadece. Belki gerçek, belki de sadece batıl inanç. Güvenilmez anlatıcı başkarakter doğrultusunda, canavarın belirsizliğinin anlatıma değer katan güzel bir kullanımı olduğunu söyleyebilirim.
Kitabın kıyamet sonrası türünde farklılaşan oldukça özgün bir dili var. Howey’nin yazdıklarıyla karşılaştıracak olursam, Tolstaya, kıyamet sonrası değişen ve uyum gösterilen yeni yaşam koşullarındaki yapısını bilimkurgu etmenlerinden ziyade kişilerarası iletişim ve dil kullanımı üzerinden inşa ediyor. Bu da aslında eseri usta sanatçı GIPI’nin çizgi romanı Oğulların Diyarı ile daha yakın bir çizgiye sokuyor. Yani konuşmalar ve düşüncelerle yeni yaşamın etkilerini vurgulayan değişen dil kullanımı; dilin zenginliğini yitirmesi, yanlış ve eksik kullanılması gibi unsurlar mevcut. Dünyasını da hâlihazırda bu yeni yaşama doğmuş güvenilmez anlatıcı başkarakterin arayıcılığıyla tanıyoruz. Yeni inançlardan, düşünce biçimlerinden etkilenmiş karakteriyle ustaca ördüğü dünyayı bize tanıtıyor yazar.

Güçlü ironi yapısına sahip
“Ben ki Fyodor Kuzmiç Kublukov, -sağolayım, ömrüm uzun olsun- Enbaş Mirza, Genel Sekreter ve Akademisyen ve Kahraman ve Denizci ve Marangoz ve dahi mütemadiyen insanların dertleriyle uğraşan biri olarak buyruğumdur!” Uygarlığın ilkelleşmesiyle birlikte yaşam koşulları da geriliyor. Teknoloji ve bilim unutulmuş veya kırıntılarıyla bir şekilde yeni yaşam doğmuş. Bilgiye ulaşım kısıtlı, toplumu yönetenler geçmiş bilgiyi istediği doğrultuda kullanıyor.
Tam bu noktada yazarın eserdeki eleştirel yaklaşımı ve bunu oldukça alaycı bir dille aktardığını görüyoruz. Yeri geliyor topluma da adını veren her yeni yönetici, geçmiş uygarlığın bilgisine az da olsa ulaşabildiği için tekerlek icat ettiğini söylüyor, yeri geliyor ünlü bir şairin yazdıklarını kendisinin gibi gösteriyor. Benzer şekilde yazarın alaycı ve esprili anlatımı sayfalar boyunca bize eşlik ediyor.
Tolstaya, Böcü ile klasik kıyamet sonrası kitaplarına özgün bir bakış açısı sunmuş. Yaşanılan felaketin ardından ilkelleşen toplumdaki inançları, kültürü, değişen dil yapısını ayrıntılarıyla örmüş. Güçlü ironi yapısına sahip, ustaca dil cambazlığı yapılan, edebî değeri yüksek özel bir bilimkurgu eseriyle türün sevenlerini karşılamış.

Yorumlar

Yorum Gönder

Yeni yorum gönder

Diğer Eleştiri Yazıları

Modern sanat telakkisinin adeta “dinselleştiği” ve bunun da en önemli etkisini mimarlık alanında gösterdiği bir bağlamda yaşadı Turgut Cansever. Türkiye ekseninde bir yanda pozitivist bir dünya görüşünün diğer yanda da seküler mistik ve “yaratıcı insan” düşüncesinin egemen olduğu, “bilim”in dogmatikleştiği bir dönem.

Hayat parantezi 1916’da İstanbul’un Fatih semtinde, Atik Ali Paşa’da açıldı Behçet Necatigil’in. Sonra parantezin içerisine bir başka şehir girdi: Kastamonu. Zeki Ömer Defne’nin zilleri çalarken derslere bir bir girenler arasında o hassas ortaokul öğrencisi de vardı. Evlerden, kırlardan, denizlerden duyulan bu ses zil değil şiirin tınısıydı.

“Sanatçı, gözün göremediğini görendir.”

 

Çağdaş Amerikan edebiyatının en parlak yazarlarından Michael Chabon’un bir söyleşisini hatırlıyorum. Yaratıcı yazma atölyelerinin desteklenmesi gerektiğini söylüyordu: “Tamam, kimse kimseye dâhi olmayı öğretemez kuşkusuz ama yazarken hata yapmamak, yazmak denen şeye ‘okur’ gibi değil de ‘yazar’ gibi bakmak pekâlâ öğrenilebilir.

Nehir söyleşi, ara bir tür. Ne biyografi ne de otobiyografi. Otobiyografi değil çünkü hayatınızı nasıl anlatacağınızı söyleşiyi yapan kişinin soruları belirliyor. O çerçeveyi siz çizemiyorsunuz ve birkaç soruyla hiç istemediğiniz günlere veya olaylara geri dönmeniz mümkün.

Kulis

Bir Rüya Gibi Dağılacak Olan Hokkabazlar Dünyasında Yaşıyoruz

ŞahaneBirKitap

Kaan Burak Şen, yavaştan genç yazar olarak anılmanın sonuna doğru geliyor; Mutlu Kemikler üçüncü kitabı… Kafası bir hayli tuhaf. Şimdilerde bir roman yazdığı da söyleniyor, fakat öncesinde belirtmekte fayda var: Mutlu Kemikler öykü derlemesi henüz çıktı, pek başka bir kitaba benzetilecek bir havası da yok bu kitabın.

Editörden

Tıp ve edebiyat ilişkisi, tıbbın insanla olan ilişkisi gibi tarih boyunca şekil değiştirmiş, her dönem yeni yaklaşımlarla genişlemiştir. Tıbbın tarihi, insan acılarının da tarihidir aslında. Edebiyatın içinde kapladığı yer, diğer bilim dallarından hep daha büyük olmuştur tıbbın.