Sabitfikir
Künye | Yazarlar | Giriş Yap

Eleştiri

Eleştiri

İnsan hayatının tuhaflığı



Toplam oy: 800
Matt Haig /// Çeviren: Elif Ersavcı
Kolektif Kitap
Otobüste, trende, uçakta, plajda, her gün yatmadan önce 25 sayfa okunabilecek, edebi açıdan ise çok fazla şey beklememeniz gereken bir roman İnsanlar. Gençlere hoş bir hediye olabilir.

Matt Haig daha çok, çocuk ve gençlere yönelik spekülatif romanları ile tanınan bir İngiliz yazar. Bir Hamlet yorumu diyebileceğimiz hayalet öyküsü Ölü Babalar Kulübü daha önce Türkçeye çevrilmişti. Bilimkurgudan ziyade yine spekülatif olarak betimleyebileceğimiz İnsanlar ise, adı üzerinde, insanlık ve insanlar üzerine bir kurgu.

 

Evrende bizim tahayyülümüzün dışındaki bir formda yaşamın olduğu gezegenler vardır ve onlardan birisi tek dinin matematik olduğu, her kararın matematiksel bir kesinlikle verilip uygulandığı Vonnaryo gezegenidir. Sakinleri de dünyadaki gelişmeleri ilgiyle takip etmektedirler. Günün birinde Cambridge Üniversitesi matematikçilerinden Profesör Andrew Martin’in meşhur Riemann Hipotezini çözdüğünü ancak resmen açıklamadığını, çok yakınındaki birkaç kişi ile paylaşmış olabileceğini öğrenirler. Bu durum onlar için ciddi bir tehlikedir, zira, zararlı olarak gördükleri insanların matematikteki gelişmelerinin önünü açarak, kendi uygarlıklarına kadar ulaşmalarına neden olabilecektir. Bunun üzerine görevlendirdikleri bir Vonnaryoluyu bu işi çözmesi, yani Martin’i ve konudan haberdar olanları ortadan kaldırması için dünyaya yollarlar. Romanımız da işte tam bu noktada 8653178431’in (insanlar gibi isimleri yok, sadece numaraları var) merkeze yolladığı raporla başlar: “Bu satırları okuyanlarınızın büyük çoğunluğunun insanların bir mitten ibaret olduğuna inandığını biliyorum, ama ben size onların gerçekten var olduklarını bildirmek üzere buradayım. Bilmeyenler için söyleyeyim, insan dediğimiz şey orta zekalı ve iki ayaklı bir yaşam formu; evrenin çok ıssız bir köşesinde yer alan küçük ve sulu bir gezegende, büyük ölçüde yanılsamalarla dolu bir varoluş sürdürüyor… Bu kitap, şu anda elinizde tuttuğunuz bu kitap, gerçekten burada, Dünya’da yazıldı. Bu kitap hayatın anlamı ve hiçbir şey hakkında. Birini öldürmenin ve birilerini kurtarmanın nelere mâl olduğu hakkında. Madde ve antimadde, varlık ve yokluk, umut ve nefret hakkında. Isobel adlı kırk yaşında dişi bir tarihçi, onun Gulliver adlı on beş yaşındaki oğlu ve dünyadaki en akıllı matematikçi hakkında. Lafın kısası, insan olmak hakkında.”

 

Haig, romanın sonuna eklediği notta, “Bu hikayeyi yazmak aklıma 2000 yılında, panik atakların pençesindeyken geldi. O sıralar insan hayatı, hikayedeki isimsiz anlatıcıya ne kadar tuhaf geliyorsa bana da o kadar tuhaf geliyordu. Yoğun ama mantıksız bir korku halinde yaşıyor, kendi başıma hiçbir yere gidemiyordum,” diyor. Bu “cehennem”den çıkışı okumak ve yazmakta bulur. İnsanlar da yazdığı ilk hikayedir, ama bekletmeye karar verir, başka kitaplardan sonra günyüzüne çıkarır.

 

Hoş bir buluş


Haig, edebiyatta farklı örneklerini gördüğümüz bir teknikle, hoş bir buluş ile atıyor kurgusunun temelini. İnsanların gündelik yaşamları, duygusal dünyaları, ruhsallıkları, aşk hayatları ve her türden küçük detaylar konusunda önceden herhangi bir bilgisi olmayan bir uzaylının yaşadığı şaşkınlıklar, ve böyle bir tanığa, yani dışarıdan bakışa yaşamımızın nasıl göründüğünün tasviri. Vonnaryolu dünyaya indiğinde insan formuna, bedenine bürünecek ve Profesör Andrew Martin’in bir benzeri olacaktır. Ama beyin transferi gibi bir şey mümkün olmadığından Martin’in hayatını yaşamaya başladığı andan itibaren o hayatı öğrenmesi, Martin olmaya çalışması gerekecektir.

Bu tür kurgulara meraklı olan okurun eleştireceği birçok yön olabilir kitapta. Zira bu tarzın başyapıt seviyesindeki eserlerinde alternatif dünyanın ya da oralının özellikleri çok detaylı bir biçimde çizilir, içsel bir tutarlılık yakalanır ve ortalama okura eleştireceği pek açık kapı bırakılmaz. Haig’in ise vermek istediği mesaj farklı olduğu için işin bu tarafına pek eğilmediğini zannediyoruz. Dolayısıyla okurların Vonnaryalıların bazı şeyleri nasıl olup da bilebildiğini, çok basit diğer bazı şeylerden ise neden haberleri olmadığını, çok özel bazı yetilere sahipken, neden olmadık konularda çaresiz kalabildiklerini pek sorgulamamaları gerekiyor. 

 

Dünyaya uyum sağlama sürecinin ilk aşamalarında Vonnaryalının değerlendirmeleri şu yöndedir: “İnsanlık tarihi de din gibi depresif şeylerle, sömürgecilik, hastalık, ırkçılık, cinsiyetçilik, homofobi, sınıf züppeliği, çevre tahribatı, kölelik, totaliterlik, askeri diktatörlük, insanların nasıl başa çıkacaklarını bilmedikleri atom bombası, internet, noktalı virgül gibi şeylerin keşfi, akıllı insanların cezalandırılması ve budalalara tapınılması, can sıkıntısı, umutsuzluk, periyodik çöküntüler ve psişik diyardaki felaketlerle doluydu. Üstelik bunlar olurken insanlar hep iğrenç yemekler yemişlerdi.” Fakat zamanla fıstık ezmesi ve şarabı, müziği (Ennio Morricone, Talking Heads gibi), üstüne üstlük şair Emily Dickinson’ı keşfetmesiyle birlikte insanın düşünceleri değişmeye başlayacaktır. Bir tanıtım yazısında “kara komedi” olarak betimlenmesine rağmen, karalıkta da komedide de aşırı beklentiler içine girmemekte yarar var. Kitabın arka kapağında yazdığı gibi “kafa karıştırıcı, heyecanlı, alışılmadık” demekte de biraz zorlanıyoruz. “Sizden nefret eden bir köpeğinizin olmasından daha kötü tek şeyin sizi seven bir köpeğinizin olması olduğunu o zaman anladım. Eğer evrende köpekten daha muhtaç bir tür varsa da ben henüz karşılaşmamıştım,” veya “İnsan olmanın pathosunu kavradım. Özünde yalnız, ama birliktelik mitine ihtiyaç duyan ölümlü bir varlık olmanın. Arkadaşlar, çocuklar, sevgililer. Cazip bir mitti bu. Kolaylıkla kendinizi kaptırabileceğiniz türden bir mit,” gibi hoş dokunuşlar olsa da daha çok bildik eleştiriler, güncel pop kültürüne göz kırpan esprilerin yoğunlukta olduğunu söyleyebiliriz.

 

"Kendine yardım kitabı"


Andrew Martin kılığına girmiş Vonnaryolunun dünyadaki görevi nasıl sona erecek veya akıbeti nasıl olacak? İnsanları zararlı bir tür olarak gören bir başka uygarlığın üyesi bizim uygarlığımızla daha derinden temas ettiğinde nasıl tepki verecek? Romanın devamı bu sorulara bir tür yanıt niteliğinde. Ancak sona doğru ilerledikçe bir kara komediden ziyade bir “kendine yardım” kitabı okuyormuş hissine kapıldığımı belirtmem gerekiyor. “Bir İnsana Tavsiyeler” başlıklı 97 maddelik listeye gelince, bu hissim ziyadesiyle pekişti. Liste şöyle başlıyor: “1. Utanç bir prangadır. Kendini azat et. 2. Yeteneklerin hakkında endişelenme. Sevme yeteneğin var. Bu yeter. 3. Diğer insanlara karşı nazik ol. Evrensel boyutta onlar sensin.”

 

İnsanlar, belirttiğim iç tutarsızlıklar dışında (ki çoğu okur da ilgilenmeyebilir bununla) ciddi bir sorunu olmayan, otobüste, trende, uçakta, plajda, her gün yatmadan önce 25 sayfa okunabilecek, edebi açıdan çok fazla şey beklememeniz gereken bir roman. 15-20 yaş kuşağı ve “kendine yardım” kitaplarını sevenler ise çok beğenebilirler. Gençlere hoş bir hediye olabilir.

 


 

 

Görsel: Burak Dak

Yorumlar

Yorum Gönder

Yeni yorum gönder

Diğer Eleştiri Yazıları

Modern sanat telakkisinin adeta “dinselleştiği” ve bunun da en önemli etkisini mimarlık alanında gösterdiği bir bağlamda yaşadı Turgut Cansever. Türkiye ekseninde bir yanda pozitivist bir dünya görüşünün diğer yanda da seküler mistik ve “yaratıcı insan” düşüncesinin egemen olduğu, “bilim”in dogmatikleştiği bir dönem.

Hayat parantezi 1916’da İstanbul’un Fatih semtinde, Atik Ali Paşa’da açıldı Behçet Necatigil’in. Sonra parantezin içerisine bir başka şehir girdi: Kastamonu. Zeki Ömer Defne’nin zilleri çalarken derslere bir bir girenler arasında o hassas ortaokul öğrencisi de vardı. Evlerden, kırlardan, denizlerden duyulan bu ses zil değil şiirin tınısıydı.

“Sanatçı, gözün göremediğini görendir.”

 

Çağdaş Amerikan edebiyatının en parlak yazarlarından Michael Chabon’un bir söyleşisini hatırlıyorum. Yaratıcı yazma atölyelerinin desteklenmesi gerektiğini söylüyordu: “Tamam, kimse kimseye dâhi olmayı öğretemez kuşkusuz ama yazarken hata yapmamak, yazmak denen şeye ‘okur’ gibi değil de ‘yazar’ gibi bakmak pekâlâ öğrenilebilir.

Nehir söyleşi, ara bir tür. Ne biyografi ne de otobiyografi. Otobiyografi değil çünkü hayatınızı nasıl anlatacağınızı söyleşiyi yapan kişinin soruları belirliyor. O çerçeveyi siz çizemiyorsunuz ve birkaç soruyla hiç istemediğiniz günlere veya olaylara geri dönmeniz mümkün.

Kulis

Bir Rüya Gibi Dağılacak Olan Hokkabazlar Dünyasında Yaşıyoruz

ŞahaneBirKitap

Kaan Burak Şen, yavaştan genç yazar olarak anılmanın sonuna doğru geliyor; Mutlu Kemikler üçüncü kitabı… Kafası bir hayli tuhaf. Şimdilerde bir roman yazdığı da söyleniyor, fakat öncesinde belirtmekte fayda var: Mutlu Kemikler öykü derlemesi henüz çıktı, pek başka bir kitaba benzetilecek bir havası da yok bu kitabın.

Editörden

Tıp ve edebiyat ilişkisi, tıbbın insanla olan ilişkisi gibi tarih boyunca şekil değiştirmiş, her dönem yeni yaklaşımlarla genişlemiştir. Tıbbın tarihi, insan acılarının da tarihidir aslında. Edebiyatın içinde kapladığı yer, diğer bilim dallarından hep daha büyük olmuştur tıbbın.