Sabitfikir
Künye | Yazarlar | Giriş Yap

Eleştiri

Eleştiri

İnternetin "yaramaz" sayfaları



Toplam oy: 1277

Türkiye’de can sıkan her durumda “yargı kararı” denerek hakkı hukuku alaturkalaştırıp blogları toptan kapataduralım (yani hakaret ve hukuka aykırılığın yanında yasal ve iyi olan da yansın) ve basılmamış kitap kopyalarını, “siline” ve “yok edile” emriyle ortadan kaldıralım; sonra o kopya, intikam alır gibi internetten yayıladursun, blog ve internetin dünyada haberleşmenin ve neredeyse haber yapmanın en önemli şartlarının başını çektiği de bir gerçek.  

 

Sosyal medyanın blogları ötelediği düşünülebilir ama orada kısa ve “özlü” atışlar bulunuyor. Sosyal medyaya oranla daha derin çözümleme ve yorumların mekânı hâlâ bloglar. 

 

Ciddi haber blogları, yaygın medyanın aksine sansür duvarına toslamadan bilginin edinilebileceği yerler artık. Bu yönüyle hatırı sayılır bir güce sahip. Bunun en somut örneği, Kuzey Afrika’daki hareketlerin (elbette uluslararası güçlerin ajanlık faaliyetleri dışındakilerin), internet ve bloglar üzerinden örgütlenip yayılması. Zeynep Atikkan ve Aslı Tunç’un çalışması Blogdan Al Haberi, internet ve haber bloglarının söz konusu gücü üzerinde dururken yapılarını da inceliyor. 

 

Haber bloglarında olup biteni bir anlamda yeraltı gazeteciliği şeklinde de adlandırabiliriz. Çünkü medya tekellerinin girmediği ya da giremediği haberi ve yorumları bloglarda olduğu gibi bulmak mümkün. Beri yandan sosyal medyanın, blogları öldürdüğü düşünülse de tam tersi; aralarındaki ilginç birliktelik her seferinde blogları öne çıkarıyor.   

 

Atikkan ve Tunç, blogların bilinen gazeteciliği aşan bir yanının olduğunu vurguluyor; onları oluşturanlar, hızla “an”ı yakalamak zorunda. Bir tür fotoğraf çekmeye benziyor. Bu yönüyle zamanı olmayan zamanımız insanına sesleniyorlar. Tabii bu arada “Blogcular gazeteci mi?” sorusu etrafında şekillenen bir tartışma da sürüyor. O tartışmada öne çıkan yurttaş gazeteci kavramı da blogların geldiği noktayı özetliyor. 

 

Blogdan Al Haberi, netameli bir konuyu daha sayfalarına taşımış: Dijital dünyanın kitleleri harekete geçirme gücü. Bloglar ve sosyal medyanın, insanları eskiye göre daha kolay örgütlediği açık. Ama kimilerinin havuza atlar gibi savunduğu “kurucu güç” değil bu. Ancak dönüştürücülükten bahsedilebilir. Bloglar ve sosyal medya, bir demokrasi kurulması yolunda kilidi açacak anahtarı bulmayı kolaylaştırabiliyor.  

 

Atikkan ve Tunç, haberin okuru beklediği günümüz dünyasında “okurun araştırılmış doğru haberden yoksun kalıp kalmadığı” gibi bir sorununa dikkat çekiyor. İnternetin, insanları aptallaştırıp aptallaştırmadığı bir tarafa, stratejilerin internet nüfusuna göre şekillendiği düşünülürse, doğru bilgi ve haberin önemi de ortaya çıkıyor. 

 

Bunlar, “Bloglar araştırmacı gazeteciliğe katkıda bulunabilir mi?”  sorusunu da tetikliyor. Atikkan ve Tunç’un araştırmaları, soruyu “henüz değil” diye yanıtlamayı gerektiriyor. Ama bloglara destek sağlanır ve yatırımda bulunulursa neden olmasın… 

 

Verilerin yanı sıra Atikkan ve Tunç’un araştırması, gazeteciliğin dijital ortamda; multi-medya kulvarında koşacağını gösteriyor. Şu mimi de koymalı: Bugün hızla gelişen ve geleceğin gazeteciliğinin merkezi olacak multi-medya ortamına ayak uydurmanın önemi tartışmasız. En az bunun kadar önemli olansa, orada verileceklerin içinin nasıl doldurulacağı. Yani rafine bilgi sorunu. Yoksa dijital veya internette olsun çamurdan olsun mantığı bizi, bir de tekelleşme kolaycılığıyla birleşirse, multi-medya çağında kerme bağlayan zihinler yaratmanın ötesine geçememe gibi bir durumla baş başa bırakabilir. 

Yorumlar

Yorum Gönder

Yeni yorum gönder

Diğer Eleştiri Yazıları

Modern sanat telakkisinin adeta “dinselleştiği” ve bunun da en önemli etkisini mimarlık alanında gösterdiği bir bağlamda yaşadı Turgut Cansever. Türkiye ekseninde bir yanda pozitivist bir dünya görüşünün diğer yanda da seküler mistik ve “yaratıcı insan” düşüncesinin egemen olduğu, “bilim”in dogmatikleştiği bir dönem.

Hayat parantezi 1916’da İstanbul’un Fatih semtinde, Atik Ali Paşa’da açıldı Behçet Necatigil’in. Sonra parantezin içerisine bir başka şehir girdi: Kastamonu. Zeki Ömer Defne’nin zilleri çalarken derslere bir bir girenler arasında o hassas ortaokul öğrencisi de vardı. Evlerden, kırlardan, denizlerden duyulan bu ses zil değil şiirin tınısıydı.

“Sanatçı, gözün göremediğini görendir.”

 

Çağdaş Amerikan edebiyatının en parlak yazarlarından Michael Chabon’un bir söyleşisini hatırlıyorum. Yaratıcı yazma atölyelerinin desteklenmesi gerektiğini söylüyordu: “Tamam, kimse kimseye dâhi olmayı öğretemez kuşkusuz ama yazarken hata yapmamak, yazmak denen şeye ‘okur’ gibi değil de ‘yazar’ gibi bakmak pekâlâ öğrenilebilir.

Nehir söyleşi, ara bir tür. Ne biyografi ne de otobiyografi. Otobiyografi değil çünkü hayatınızı nasıl anlatacağınızı söyleşiyi yapan kişinin soruları belirliyor. O çerçeveyi siz çizemiyorsunuz ve birkaç soruyla hiç istemediğiniz günlere veya olaylara geri dönmeniz mümkün.

Kulis

Bir Rüya Gibi Dağılacak Olan Hokkabazlar Dünyasında Yaşıyoruz

ŞahaneBirKitap

Kaan Burak Şen, yavaştan genç yazar olarak anılmanın sonuna doğru geliyor; Mutlu Kemikler üçüncü kitabı… Kafası bir hayli tuhaf. Şimdilerde bir roman yazdığı da söyleniyor, fakat öncesinde belirtmekte fayda var: Mutlu Kemikler öykü derlemesi henüz çıktı, pek başka bir kitaba benzetilecek bir havası da yok bu kitabın.

Editörden

Tıp ve edebiyat ilişkisi, tıbbın insanla olan ilişkisi gibi tarih boyunca şekil değiştirmiş, her dönem yeni yaklaşımlarla genişlemiştir. Tıbbın tarihi, insan acılarının da tarihidir aslında. Edebiyatın içinde kapladığı yer, diğer bilim dallarından hep daha büyük olmuştur tıbbın.