Sabitfikir
Künye | Yazarlar | Giriş Yap

Eleştiri

Eleştiri

İrili ufaklı, sarılı yeşilli limonlar



Toplam oy: 675
Jo Cotterill // Çev. Zeynep Kürük
Genç Timaş
Limon Kütüphanesi’nde dostluk, kötü bir durumla başa çıkma, acı çekme, depresyon, yalnızlık, mutluluk gibi durum ve kavramları Calypso’nun hikayesi vasıtasıyla ele alıyor Jo Cotterill.

Calypso on yaşında. Annesini beş yıl önce kanserden kaybetmiş. Babasıyla yaşıyor. Anneanne ve dedesi öldüğünden, babasının ailesi de yıllar evvel Avustralya’ya taşındığından babasından başka kimsesi yok. İki kişilik bir aile fikrini zaman zaman sorgulasa da, babasının “içindeki manevi gücü bul, diğer insanlara ihtiyacın yok, yalnızken de mutlu olabilirsin, kendinin en iyi arkadaşı olmalısın,” telkinlerini kulağına küpe edip okuldaki çocuklarla arkadaşlık kurmaktansa kitapların dostluğunu tercih ediyor. Vaktinin çoğunu bir zamanlar annesinin atölyesi olan, sonradan Calypso’nun kütüphanesine dönüştürülen odada, ona annesini hatırlatan yağlıboya kokularını içine çekerek ve kitap okuyup hikayeler yazarak geçiriyor.
Calypso’nun babası titiz bir düzeltmen. Bilgisayarla arası pek iyi değil, genellikle kütüphanesinde tomar tomar kağıdın arasına gömülüp kah işini yapıyor, kah “Limonun Tarihçesi” kitabını yazıyor. Calypso’ya pek yansıtmamaya çalışsa da eşini kaybetmenin acısıyla baş edebildiği söylenemez. Çamaşır, bulaşık, temizlik, alışveriş ve yemek, hepsi Calypso’nun sorumluluğunda. Yemek dediysek, genellikle fasulye konservesi ve peynir ekmek… Oysa Calypso’nun hayalinde arkadaşları gibi hazır sofralara oturup bol soslu fırın tavuk yemek var.

 

Bir gün okula Mae adında yeni bir kız gelip Calypso’yla arkadaş olmak istiyor. Calypso başlangıçta reddetse de, tıpkı kendisi gibi kitap kurdu olan, kelimeleri sevdiğini söyleyen ve her kelimenin ayrı bir tadı olduğunu düşünen Mae’ye çok geçmeden ısınıyor. Yalnızca kelimelerden ve kitaplardan bahsetmekle yetinmeyip birlikte hikaye yazmaya girişen ikili dost olsalar da Calypso’nun içine sinmeyen bir şeyler var.

 

Mesela Mae’yi evlerine davet etmeyi pek istemiyor, çünkü evleri Mae’lerin tertipli, sıcak evine hiç mi hiç benzemiyor. Üstüne üstlük bir de babası var, babasının kendisiyle pek ilgilenmediğini hatta yaptıklarının farkında bile olmadığını Mae’ye anlatmaktan korkuyor.

 

Gelgelelim bir gün, annesinden yadigar kitapları Mae’ye göstermek için babasının kütüphanesine girdiğinde olanlar oluyor. Annesinin kitaplarının durduğu dolapların kapaklarını teker teker açtıkça gördüğü tek şey limonlar. Kitapların yerinde irili ufaklı, sarılı yeşilli limonlar var. Bir limon kütüphanesi!

 

 

 

“ 'Ben normal miyim peki?' diye sordum açıkça.


İrkildi, kırmızı keçeli kalemi havada asılı kalmıştı. 'Yani, bana normal görünüyorsun.'


'Sözlüğün var mı?'


Kolunu uzattı ve yanındaki raftan kalın bir kitap aldı. Doğru sayfayı bulmamız biraz sürdü.


    'Normal' diye devam etti. 'Kurala uygun, alışılagelen, olağan, düzgün, aşırılığı olmayan, uygun.'


    'Yani alışılagelen bir şey normal oluyor' dedim. 'Yani insanların çoğunun gözü mavi ise, kahverengi gözler normal olmaz.'


    'Kahverengi gözler de yaygındır.' diye itiraz etti Mae. 'Bu sadece tek bir normal var anlamına gelmez.' ”


Limon Kütüphanesi’nde arkadaşlık, dostluk, üzüntüyle ya da kötü bir durumla başa çıkma, normal olan ve normal olmayan, acı çekme, depresyon, yalnızlık, mutluluk, manevi güç gibi durum ve kavramları Calypso’nun hikayesi vasıtasıyla ele alan Jo Cotterill, kararlılıklarıyla ve yaratıcılıklarıyla çocuklara örnek olabilecek karakterler yaratmış. Kitapta, Calypso’nun ya da Mae’nin konuşmalarının aralarına serpiştirilen Pollyanna’dan Heidi’ye, Anne Frank’ın Hatıra Defteri’nden Siyah İnci’ye, Yalancılar ve Casuslar’dan Orman Kitabı’na sayısız çocuk edebiyatı eseri de, kitabı okuyacak çocuklara (ve klasik deyişle, içindeki çocuğu koruyanlara) yazardan tavsiye.

 

 

 


 

 

 

Görsel: Akif Kaynar

Yorumlar

Yorum Gönder

Yeni yorum gönder

Diğer Eleştiri Yazıları

Modern sanat telakkisinin adeta “dinselleştiği” ve bunun da en önemli etkisini mimarlık alanında gösterdiği bir bağlamda yaşadı Turgut Cansever. Türkiye ekseninde bir yanda pozitivist bir dünya görüşünün diğer yanda da seküler mistik ve “yaratıcı insan” düşüncesinin egemen olduğu, “bilim”in dogmatikleştiği bir dönem.

Hayat parantezi 1916’da İstanbul’un Fatih semtinde, Atik Ali Paşa’da açıldı Behçet Necatigil’in. Sonra parantezin içerisine bir başka şehir girdi: Kastamonu. Zeki Ömer Defne’nin zilleri çalarken derslere bir bir girenler arasında o hassas ortaokul öğrencisi de vardı. Evlerden, kırlardan, denizlerden duyulan bu ses zil değil şiirin tınısıydı.

“Sanatçı, gözün göremediğini görendir.”

 

Çağdaş Amerikan edebiyatının en parlak yazarlarından Michael Chabon’un bir söyleşisini hatırlıyorum. Yaratıcı yazma atölyelerinin desteklenmesi gerektiğini söylüyordu: “Tamam, kimse kimseye dâhi olmayı öğretemez kuşkusuz ama yazarken hata yapmamak, yazmak denen şeye ‘okur’ gibi değil de ‘yazar’ gibi bakmak pekâlâ öğrenilebilir.

Nehir söyleşi, ara bir tür. Ne biyografi ne de otobiyografi. Otobiyografi değil çünkü hayatınızı nasıl anlatacağınızı söyleşiyi yapan kişinin soruları belirliyor. O çerçeveyi siz çizemiyorsunuz ve birkaç soruyla hiç istemediğiniz günlere veya olaylara geri dönmeniz mümkün.

Kulis

Bir Rüya Gibi Dağılacak Olan Hokkabazlar Dünyasında Yaşıyoruz

ŞahaneBirKitap

Kaan Burak Şen, yavaştan genç yazar olarak anılmanın sonuna doğru geliyor; Mutlu Kemikler üçüncü kitabı… Kafası bir hayli tuhaf. Şimdilerde bir roman yazdığı da söyleniyor, fakat öncesinde belirtmekte fayda var: Mutlu Kemikler öykü derlemesi henüz çıktı, pek başka bir kitaba benzetilecek bir havası da yok bu kitabın.

Editörden

Tıp ve edebiyat ilişkisi, tıbbın insanla olan ilişkisi gibi tarih boyunca şekil değiştirmiş, her dönem yeni yaklaşımlarla genişlemiştir. Tıbbın tarihi, insan acılarının da tarihidir aslında. Edebiyatın içinde kapladığı yer, diğer bilim dallarından hep daha büyük olmuştur tıbbın.