Disney yapımı Oyuncak Hikayesi'nin (Toy Story) 2010'da çekilen üçüncü filmi sinema tarihinin en dokunaklı hikayelerinden biridir kanımca. Artık üniversite çağına gelmiş olan Andy, evden ayrılmadan önce annesinin tavanarasına attığı oyuncaklarla vedalaşmalıdır. Annesi artık toz yapıyorlar diye evde istemediği için onları ihtiyacı olan çocuklara vermelidir. Yaşlar büyüyüp de evdeki fazla eşyaların atılması gerektiğinde, zordur oyuncaklar arasında bir eleme yapmak. Üstelik Oyuncak Hikayesi'ndeki oyuncaklar canlıdır, Andy'nin vazgeçemeyip yanında üniversiteye götürdüğü tek ayrıcalıklı oyuncak diğerlerinin gücenmelerine neden olur. Ayrıca bağışlandıkları çocuk yuvasında oyunu savaşa dönüştürüp kendilerini haşata çeviren yaman çocuklarla baş etmek zorundadırlar.
Sizin de en sevdiğiniz oyuncak evinize gelen misafirin yaşça küçük çocuğunun eline verilmiştir mutlaka. Eve dönüp özene bezene baktığınız bu gözde oyuncağınızın bir yaramazın ellerinde heba olduğunu görünce annenize kızdınız mı siz de? Peki ya artık bir yetişkinken, izini çoktan kaybettiğiniz bir oyuncakla karşılaşıp eski bir dostla yeniden buluşmuş, sizi siz yapan çocukluğunuzla karşılaşmış gibi hissetmediniz mi hiç? Bu deneyimler size uzaksa yazının devamını okumasanız da olur... Ama oyuncaklarla kurulan can alıcı ilişkilerin farkındaysanız, bu yazının konusu olan kitabın ilginizi çekeceğinin garantisini verebilirim.
Eşine az rastlanır bir müzecilik bilinci
Bilenler bilir, 23 Nisan 2005'te, Erenköy'de bir köşkte bu ülkenin ilk oyuncak müzesi açıldı. Yazar Sunay Akın apartmanların arasında, yeşillikler içinde bir vaha gibi duran, ailesinden kalma bu köşkü çocuklar ve çocukluklarını unutmaya niyeti olmayan yetişkinler için muazzam bir oyuncak mabedi haline getirdi. Yıl 2012 olduğunda İstanbul Oyuncak Müzesi, dünyanın sayılı oyuncak müzelerinden biriydi artık. Avrupa Oyuncak ve Çocuk Müzeleri Birliği'nin (TOYCO) de Türkiye'de temellerini attı. Sunay Akın'ın Nürnberg Oyuncak Müzesi'nden aldığı ilham ve hemen bir antikacıya koşup aldığı ilk antika oyuncakla başlayan İstanbul Oyuncak Müzesi'nin serüveni, bugün giderek genişleyen muazzam arşivi ve ülkemizde eşine az rastlanır bir müzecilik bilinciyle devam ediyor ve İzmir, Antalya, Gaziantep gibi başka şehirlerde de oyuncak müzelerinin açılmasına önayak oluyor.
Her ne kadar Sunay Akın bu eşsiz mabedin kurucusu ve yaşatıcısı olsa da İstanbul Oyuncak Müzesi'ni ayakta tutan ve geliştiren yoldaşların da olduğunu bilmek gerekiyor. Bunlardan birisi emekli pilot olan, günün birinde müzeye geldikten sonra ayakları bir daha geri gitmeyen, Sunay Akın'la ruh kardeşliği kurup müzenin gelişmesi için büyük bir tutkuyla çalışan Gürol Kutlu. Akın'ın Kutlu’dan müzenin hikayesini yazmasını istemesiyle ortaya çıkan Bir Oyuncak Müzesi Hikayesi adlı kitap içerik bağlamında başlığından çok daha fazlasını bünyesinde barındırıyor. Daha önce hiç yazarlık deneyimi olmayan Kutlu, bu kitapla biyografinin bir edebi tür olduğunu bize tekrar hatırlattığı gibi müzenin hikayesini de tarihiyle, sahne önü ve arkasıyla içten, temiz bir bir dille anlatıyor. Hem edebi lezzet sunuyor hem de müzenin önemini daha canlı bir şekilde ortaya koyuyor.
Gürol Kutlu, doğumundan başlayıp çocukluğunu, çocukluğunda oyuncaklarla kurduğu ilişkileri, ilk gençliğini, meslek hayatını, yetkin bir biyografik anlatıya yakışır bir şekilde gözlerimizin önünde sahneliyor. İlk oyuncağınızı hatırlıyor musunuz? Bu bir yoyo, peluş ayı, Formula 1 arabası, bez bebek, mızıka ya da Commodore 64 olabilir. Dönemler, nesiller ve ekonomik imkanlar değişse de hayatımıza giren ilk oyuncaklar duygusal gelişimimizi başlatan mihenk taşları ve dikkat edilecek olursa bugünden baktığımızda kendimizi tanımamıza da yarayacak nesneler. Kutlu, kendi kişisel tarihi üzerinden bizleri de geçmişimize götürüyor.
Küçük Prens'in pilot yazarı Antoine de Saint-Exupéry ile bir ruh ikizliğini akla getiriyor Gürol Kutlu'nun çocuklu ve oyuncaklı dünyası. Bu dünyayı etkin kılmak, zenginleştirmek ve tüm çocuklarla, çocuk kalanlarla paylaşmak için önce müzenin tanıtımına katkıda bulunmak amacıyla fotoğraflar çekmeye başlıyor, ardından da müze uluslararası bir boyut kazansın diye internet sitesini İngilizceye çeviriyor. Sunay Akın'ın gittiği ülkelerden topladığı ve bağışlanan oyuncaklarla genişleyen arşivin daha da genişlemesi için Gürol Kutlu uluslararası antika oyuncak açık artırmalarına katılma girişiminde bulunuyor; son yıllarda internetteki açık artırmalardan elde edilen nadide antika oyuncaklar onun gece gündüz gösterdiği çabalarla müzenin arşivine ekleniyor. İstanbul Oyuncak Müzesi'ne hiç gittiniz mi bilmiyorum ama oraya gittiğiniz takdirde (ki gitmelisiniz!) koleksiyona yepyeni oyuncakların dahil olduğunu göreceksiniz. Leonardo Da Vinci'nin Mona Lisa'sını baştan aşağa vücuda getiren bebeği, 1880'lerde Almanya'da üretilen dev ebatlardaki bebek evini, Almanya'da 1906'da Prusya üniforması giyip kendini Yüzbaşı Köpenick adında otoriter bir yüzbaşı olarak tanıtarak halkı kandıran Wilhelm Voigt'ın heykelini görmek istemez miydiniz? Bu oyuncaklar birer oyuncak olmaktan fazlası, aynı bünyede dünya tarihini ve kişisel tarihi birleştiriyorlar.
Çocukluğunuza yolculuk
İstanbul Oyuncak Müzesi'nin en can alıcı özelliklerinden biri de oyuncakların sergilenme biçimi. Örneğin, savaş oyuncaklarının olduğu odada görsel sunuma müziğin eşlik ettiği bir atmosfer sizi bekliyor. Uzay oyuncaklarının yer aldığı odada Star Wars'un eşsiz melodileri ve uzay araçlarına yakışan ışıklandırma eşliğinde hem kurmaca dünyasındaki galaksilere yolculuk ediyor hem de uzaya ilk çıkan kozmonot Yuri Gagarin'in oyuncağını, aya yolculuk temalı oyuncakları tarihe de yolculuk ederek görme şansı buluyorsunuz. Elbette kendi çocukluğunuza da yolculuk ederek...
Müzeyi müze yapan insanlar Sunay Akın'la Gürol Kutlu'dan ibaret değil. Kutlu, yıllarca Aziz Nesin Çocuk Vakfı'nda gönüllü olarak çalışan, kendi yaptığı tahta oyuncakları boyamayı hem vakıfta hem de her pazar müzede çocuklara öğreten Hollandalı Theo Hasselo'yu, namı diğer Hasan Amca ya da Theo Dedeyi tanıtıyor bizlere. İstanbul Oyuncak Müzesi'ne yolu düşen yüzlerce ressamın çocuk, oyun ve oyuncak konulu resim sergilerinden bahsediyor. Kutlu kendisi gibi Darüşafakalı olan büyük usta Aziz Nesin'in çocukluğuna giderek, ona saygı duruşunda bulunuyor. Türkiye'den ve dünyadan herkesin müzeyi zenginleştirme gayretlerini anlatmaya çalışıyor, elbette başrolü müzenin asıl sahipleri olan oyuncaklara ve çocuklara veriyor. Onunla birlikte oyuncakların tarihini öğrendiğimiz gibi, müzeyi ziyaret etmiş nevi şahsına münhasır çocukların hikayelerine de tanıklık ediyoruz.
Gürol Kutlu bu çok katmanlı anlatısının içinde Türkiye'de yeterince bulunmayan kültürel bir duyarlılığa özellikle dikkat çekiyor. Avrupa Müze İstatistikleri Grubu tarafından yapılan yakın zamanlı bir araştırmaya göre, Almanya'da 6 bin 304, İtalya'da 4 bin 742, İngiltere'de 1850, İspanya'da 1479, Fransa'da 1173, Hollanda'da 810 müze varken Türkiye'deki müze sayısının 294 olduğunu söylüyor. Sadece Paris ve Londra'daki müze sayılarının ülkemizdeki toplam müze sayısından fazla olduğunu belirtiyor. Mevcut eğitim, sanat, kültür ve şehirleşme politikalarımız malum, bu sayı şaşırtıcı gelmiyor bize ama üzmeye devam ediyor. İktidardan halka, toplumun her hücresine giderek virüs gibi yayılan cehalete mahkum olmamak adına İstanbul Oyuncak Müzesi gibi girişimler tek umudumuz. Gürol Kutlu'nun da önerdiği gibi, işe kendi oyuncaklarınızı ve kişisel tarihinizi temsil eden eşyalarınızı biriktirerek bile başlayabilirsiniz. Belki bir gün sizin de bir Masumiyet Müzeniz olur, fena olmaz mı?
SAYIN NİLAY KAYA,
KİTABIM VE ŞAHSIMA İLİŞKİN ÖVGÜ DOLU SÖZLERİNİZ İÇİN TEŞEKKÜR EDERİM.
İYİ ÇALIŞMALAR.
GÜROL KUTLU
Yeni yorum gönder