Sabitfikir
Künye | Yazarlar | Giriş Yap

Eleştiri

Eleştiri

İyi dinleyici iyi anlatıcı



Toplam oy: 872
Kolektif // Çev. Burcu Erdoğan
Agora Kitaplığı
Söyleşilerin en önemli özelliği, “soru-cevap”ın ötesine geçen gerçek birer diyalog olması. Ursula K. Le Guin’e yakışır şekilde…

Ursula K. Le Guin’le Konuşmalar, Le Guin’in yazı üzerine düşüncelerini ve eserlerini yaratma sürecini merak eden okurun ilgisini çekecek bir kitap. Yazarla 1980-2006 yılları arasında yapılmış söyleşilerden oluşuyor, ama aklınıza bildik türde röportajlar gelmesin. Söyleşilerin en önemli özelliği, “soru-cevap”ın ötesine geçen gerçek birer diyalog olması. Ursula K. Le Guin’e yakışır şekilde…


Neden Le Guin’e yakışır şekilde? Onu sadece kurmaca metinlerinden değil, yazdığı denemelerden de tanıyan okurları bilir ki diyalog, Le Guin’in yazarlık poetikasının sac ayaklarından biridir. Buna çokseslilik de diyebiliriz. Bu kavramlar Le Guin’in metinlerini yaratma sürecinden başlayarak izlediği yönteme işaret eder; kullandığı anlatım biçimlerinin gerekçelerini oluşturur; hikayelerin iliklerine işlemiş bir mesele olarak karşımıza çıkar. Ayrıca Le Guin’in “kadın yazar olmak”la ilgili düşüncelerinin kaynağı da bu bakış açısındadır bana göre. 

“Beni ambalajlamayın!”

 

“Birden fazla görme biçimi, birden fazla ifade biçimi ve gerçekliğin birden fazla açısı vardır,” diyor Le Guin. Oldukça basit ve hatta kimilerine göre bildik gelebilecek olan bu fikir, onda bundan çok daha fazlasıdır. Her şeyden önce roman yazmayı seçmiş olmasının nedenleri buraya dayanır. Çünkü ona göre kurmaca yazmak, “başka bir insanın derisine bürünme çabasıdır.” Bu çabanın kaynağında ise gerçekliğin öteki açılarını keşfetme arzusu vardır.


Bir söyleşide şöyle diyor Le Guin: “Bilimkurgu, insanları kültürel kabuklarından sıyrılmaya ve başka varlıkların kabuklarına davet etmeme yardımcı oluyor. Bu anlamda bilimkurgu, romanın geleneksel olarak yapageldiğinin bir uzantısıdır.” Le Guin’in bilimkurgu yazdığı düşünülürse, “başka insanın derisine bürünme çabası” herhangi bir kurmaca yazarınınkine göre daha da katmerleniyor; birden fazla görme biçiminin varlığına açık olmak daha da büyük bir gereklilik kazanıyor.
Yeri gelmişken Le Guin’in “bilimkurgu yazarı” tanımlamasına itiraz ettiğini belirteyim. Le Guin pek çok konuda olduğu gibi burada da sığ ve indirgemeci yaklaşımlara tahammül edemiyor ve şöyle diyor: “Beni ambalajlamayın!”


Aslında bu da tek tip görme biçimlerine bir tür isyan. Tasniflere ve tanımlamalara şüpheyle yaklaşıyor yazar, çünkü herhangi bir şeyi belli bir kategoriye hapsettiğinizde kendinizi olası diğer bakış açılarına kapatıyorsunuz. Bir yazarın bilimkurgu yazdığını söylemek ile onu “bilimkurgu yazarı” şeklinde tanımlamak arasındaki farka işaret ediyor Le Guin. “Beni ambalajlamayın,” diyerek, belli tanımlar aracılığıyla kuşatılmayı ve piyasa mantığına hapsedilmeyi reddediyor. Bu tanımın aslında edebiyatın kendi içinden doğan değil, piyasanın dayatmasıyla oluşmuş bir tanım olduğunu da söylemiş oluyor.


Gerçeği farklı açılardan görme ve anlatma gayreti, önemli bir soruya daha yanıt aramasını sağlıyor Le Guin’in: Vaiz mi olacak, romancı mı?


Bu soru başka soruların da kapısını açıyor kuşkusuz. “Polemik yaratmadan veya ahkâm kesmeden bir şeyler söylemenin dolaylı yollarını aramaya başlıyor.” Böylece dil, politikanın topraklarından hepten kopup edebiyatın topraklarında kök salmaya başlıyor. Bir şeyler söylemenin dolaylı yollarını aramak, dili tek boyutluluktan kaçınmaya zorluyor. Gerçeğin öteki açıları bu şekilde ancak görünür kılınabiliyor.


Vaiz değil romancı olmaya karar vermenin bir diğer sonucu, güncel politikanın taraflarıyla araya mesafe koymak. Gerçeğin öteki açılarını da görmek isteyen bir yazar olarak, “Bir roman üzerinde çalışırken, propaganda yapılmasını istedikleri belirli bir programı olan hiç kimseyi tatmin etmeye girişmem,” diyor Le Guin.

Feminizmin etkileri

 

Kitapta belki de üzerinde en çok durulan başlık feminizm. Ursula K. Le Guin, feminizmle ilişkisinin nasıl geliştiğinden ve bunun eserlerine nasıl yansıdığından bahsediyor. Feminizmi yeterince iyi kavramadığını düşündüğü dönemde ürettiği metinlerle ilgili yer yer özeleştiride bulunmaktan da gocunmuyor. Belki de hayat felsefesinin temelinde “öğrenme” eyleminin çok önemli bir yer tutmasından ötürü böyle bu.


Feminizmle tanışmadan öncesi için şöyle diyor Guin: “Büyük fikirleri olan ve onları yayan insanların erkekler olduğunu söyleyen kültürel buyruklara uyuyordum; bunu aşmak için iradi bir eylem gerekti.” Bunu aşması için gösterdiği iradi eylemin yazmak olduğunu ise daha sonra anlıyoruz. Yazı, Le Guin’e, “Ben bir erkek taklidi değilim, kadın yazarım,” demeyi öğretiyor. Bunun da oldukça ilginç bir hikayesi var kitapta. Burada aktarmak yazının sınırlarını aşacağından şu kadarını belirtmekle yetineyim: Le Guin dinlemeyi bilen bir yazar olduğu için, kendi metnini de dinleyerek bir şey öğreniyor. Kendisiyle ilgili bir şey bu. Hikayesindeki karakterlerin “iradi eylemine” kulak vermese belki de en azından o an için metnin (bir bakıma kendi iç sesinin) ona söylemek istediğini duymayacak, fark etmeyecekti.


“Kanon o kadar erkek egemenliğindeydi ki erkeklerin yazdıkları, tek yazı türü olarak algılanıyordu ve kadınlar yalnızca erkekleri taklit ettikleri sürece ‘iyi yazarlar’dı,” diyor Le Guin. Erkeklerin yazdıklarının “tek yazı türü” olarak algılanması ve bunun giderek bir norma dönüşmesine karşı Le Guin’in silahı yine çokseslilik ve diyalog.


“Bir hikâye gelir ve sizin işiniz, çenenizi kapayıp dinlemek, yazmak ve hikâyenin yolunu kesmemeye çalışmaktan ibarettir,” diyor. Az önce bahsettiğim örnekte olduğu gibi. Çünkü ancak bu şekilde farklı görme biçimlerine yer açabileceğinin farkında. Çokseslilik, anlatım biçiminde de gösteriyor kendini. Kurgu atölyelerinde öğrencileriyle birlikte aynı hikayeyi farklı kişilerin bakış açısından yazma alıştırmaları yaptığından söz ediyor. Viktorya dönemi edebiyatında egemen olan teksesli anlatım biçimine karşı, Virginia Woolf’un öncülüğünü yaptığı çoksesli anlatıma dikkat çekiyor. Anlıyoruz ki Le Guin, dünyayı algılayışının merkezine yerleştirdiği çoksesli bakış açısını, eserlerinin hem içeriğini hem biçimini belirleyen bir poetika haline getirmiş.


Kuşkusuz ki Ursula K. Le Guin’le Konuşmalar kitabı yazarın düşünce evrenindeki daha pek çok kapıyı açıyor. Ben bu yazıda belli bir tanesini araladım ve oradan ilerledim. Fırsattan istifade, henüz okumamış olanlara Ursula K. Le Guin’in hem edebi hem de felsefi bir şaheser olan denemelerinin yer aldığı Kadınlar Rüyalar Ejderhalar isimli kitabını da bu söyleşi kitabının yanına katarak okumalarını tavsiye ederim.

 


 

 

Görsel:  Onur Aşkın

Yorumlar

Yorum Gönder

Yeni yorum gönder

Diğer Eleştiri Yazıları

Modern sanat telakkisinin adeta “dinselleştiği” ve bunun da en önemli etkisini mimarlık alanında gösterdiği bir bağlamda yaşadı Turgut Cansever. Türkiye ekseninde bir yanda pozitivist bir dünya görüşünün diğer yanda da seküler mistik ve “yaratıcı insan” düşüncesinin egemen olduğu, “bilim”in dogmatikleştiği bir dönem.

Hayat parantezi 1916’da İstanbul’un Fatih semtinde, Atik Ali Paşa’da açıldı Behçet Necatigil’in. Sonra parantezin içerisine bir başka şehir girdi: Kastamonu. Zeki Ömer Defne’nin zilleri çalarken derslere bir bir girenler arasında o hassas ortaokul öğrencisi de vardı. Evlerden, kırlardan, denizlerden duyulan bu ses zil değil şiirin tınısıydı.

“Sanatçı, gözün göremediğini görendir.”

 

Çağdaş Amerikan edebiyatının en parlak yazarlarından Michael Chabon’un bir söyleşisini hatırlıyorum. Yaratıcı yazma atölyelerinin desteklenmesi gerektiğini söylüyordu: “Tamam, kimse kimseye dâhi olmayı öğretemez kuşkusuz ama yazarken hata yapmamak, yazmak denen şeye ‘okur’ gibi değil de ‘yazar’ gibi bakmak pekâlâ öğrenilebilir.

Nehir söyleşi, ara bir tür. Ne biyografi ne de otobiyografi. Otobiyografi değil çünkü hayatınızı nasıl anlatacağınızı söyleşiyi yapan kişinin soruları belirliyor. O çerçeveyi siz çizemiyorsunuz ve birkaç soruyla hiç istemediğiniz günlere veya olaylara geri dönmeniz mümkün.

Kulis

Bir Rüya Gibi Dağılacak Olan Hokkabazlar Dünyasında Yaşıyoruz

ŞahaneBirKitap

Kaan Burak Şen, yavaştan genç yazar olarak anılmanın sonuna doğru geliyor; Mutlu Kemikler üçüncü kitabı… Kafası bir hayli tuhaf. Şimdilerde bir roman yazdığı da söyleniyor, fakat öncesinde belirtmekte fayda var: Mutlu Kemikler öykü derlemesi henüz çıktı, pek başka bir kitaba benzetilecek bir havası da yok bu kitabın.

Editörden

Tıp ve edebiyat ilişkisi, tıbbın insanla olan ilişkisi gibi tarih boyunca şekil değiştirmiş, her dönem yeni yaklaşımlarla genişlemiştir. Tıbbın tarihi, insan acılarının da tarihidir aslında. Edebiyatın içinde kapladığı yer, diğer bilim dallarından hep daha büyük olmuştur tıbbın.