Sabitfikir
Künye | Yazarlar | Giriş Yap

Eleştiri

Eleştiri

İyisiyle Kötüsüyle Kötülük



Toplam oy: 172
İyiliği kendi irademizle değil dışarıdan müdahalelerle; kötülüğü ise, kendi irademizle, başımıza buyrukluğumuzla mı yaparız? Mehmet Eroğlu’nun öyle bir fikri var gibi, Kötü Adamın On Günü'nde.

Mehmet Eroğlu İyi Adamın On Günü’nü 2019’da yayımlamıştı. Üç ay içinde yazdığı Kötü Adamın On Günü’nü ise, 2020’nin başında çıkardı. Benzer atmosferlere sahip her iki roman da. İkisinin de kahramanı aynı: Sadık. Kötü Adam’da ismini değiştiriyor; Adil oluyor bir süre, sonlara doğruysa Öcal. Fakat itkileri, tepkileri, düşünceleri üç aşağı beş yukarı aynı, “iyi Sadık”la, “kötü Sadık”ın. Bir kötülüğünü de görmüyoruz aslında roman boyunca. Tabii romancımız hangi nedenle olursa olsun cinayet işlemenin kötü olmaya yettiğini düşünüyor. Ya da ancak yeterince kötü olduktan sonra cinayet işleneceğini düşünüyor. Zaten bu konular -özellikle kötülük- roman boyunca tartışılıyor. Sadık kötü olmak istiyor. “Adil” de “öç alan” olmak istiyor. Ölen genç karısının, öcünü alıyor önce. Adil ismi oradan geliyor. Kayınbabasının bacaklarını kırıyor, karısının amcasının ise hayalarını koparıyor. Roman boyunca, bunun acısıyla karşılaşıyoruz: Doğum esnasında eşiyle bebeği ölür. Cenaze sırasında çıkan kavga, kavga sonrasındaysa trafik kazası… Sadık’ın her yeri ağrıyor; sol kolu, omzu, göğsü, kuyruksokumu ve başı. Asıl ağrıysa, kalbindedir onun, daha doğrusu ruhunda. İyi Adam’da ise, sürekli üşürdü Sadık. Yine eski karısının acısını taşırdı. Tuhaf bir melankolinin içindeydi. Ne zaman Sadık’a dedektiflik görevi verilir, işte roman o zaman başlar, Sadık o zaman zekâsını ve yeteneğini gösterme imkânı bulur. Bu, onun için yaşamıyor gibi yaşamaktır.

 

 

Kötü Adam, İyi Adam’a kıyasla daha çok olayla dolu. Akla gelmeyecek kadar çok, iç içe geçmiş olayların sağlam bir kurgusundan söz ediyoruz. Ayrıca felsefesi var Kötü Adam’ın; sorgulaması, hesaplaşması gereken konular... Daha entelektüel göndermelere sahip. Roman boyunca Hamlet tartışılır mesela. “Tanrı’yı bulamazsın ki öldüresin” denilerek, sık sık Nietzsche’ye atıf yapılır. Sadık’la Raskolnikov karşılaştırılır. Anlatımda Kolombo ve Sherlock Holmes karakterlerinden faydalanılır. Ayrıca İyi Adam kadar akıcıdır Kötü Adam. Onda merak unsuru iyi kullanılmış. Diyaloglar canlı. Zaten roman, Sadık’ın iç konuşmaları ve diğer karakterlerle diyaloglarından ibaret. Mehmet Eroğlu bunu çok iyi uyguluyor. Bir yandan Sadık’ın zihnini okuyoruz, diğer yandan diyaloglarını. Diyaloglardan, iç konuşmalara geçişler de çok başarılı. Bu şekilde aslında Sadık’ın hem gerçek düşüncesini hem de işine yarayacak düşünceyi görüyoruz.

 

 

 

Ayrıca iki roman arasında temel bir ayrım var. İyi Adam’da, Sadık bütünüyle kadınların çizdiği rotanın içinde hareket ediyordu. Rotasını çoğu zaman bulamıyor, akıntının içinde sürükleniyor izlenimi bırakıyordu. Yaşadığı melankoliyle ilgilidir bu. Çünkü eski karısından inanılmaz bir “kazık” yemiştir. Belki de bu kazığın acısıyla, kadınlara karşı direnç göstermesi ortadan kalkmıştır. Tamamen iradesiz hareket etmesinin nedeni, uzun süre etkisinden çıkamadığı bu travmadır. Sürekli üşümesinin nedeni de budur. Onu, bu melankoliden, bir kadın çıkarır: Fatoş. Bir kadının açtığı yarayı ancak başka bir kadının tedavi edebileceğine güzel bir örnektir bu. Kötü Adam’da da aynı konu işlenir. Fakat bu sefer iradesine sahip, kadına daha az bağımlı, ne yapması gerektiğini düşünürken başkasından yardım beklemeyen bir Sadık üzerinden işlenir. Pınar çıkar karşımıza, Kötü Adam’da. İyi Adam’da da vardı o. Çocuktu. Kötü Adam’da büyümüştür.

 


Kötülüğün iradeyle ilişkisi

 

 

Kötülüğün, iradeyle bir ilgisinin olduğunu mu düşünüyor acaba Mehmet Eroğlu? Yani iyiliği kendi irademizle değil dışarıdan müdahalelerle; kötülüğü ise, kendi irademizle, başımıza buyrukluğumuzla mı yaparız? Üstünlük ve başarıları kendinden bilmekle mi ilgilidir kötülük? Mehmet Eroğlu’nun öyle bir fikri var gibi, Kötü Adam’da. Çünkü bu sefer Sadık pervasız karar verir ve ona göre hareket eder. Emirler yağdırır, yardımcıları Zeynel ve Hüso’ya. Pınar’a çok söz dinletemese de, ne yapması gerektiğini söyler. Kötü olmanın peşindedir ama yine de Maria’nın uğradığı tecavüze içi yanar. Zeynel’in kırılan onurunu düşünür, Pınar’ın zarar görmemesi için elinden geleni yapar. Ve bir servete konduğunda bunu emri altındakilerle paylaşır.

 

 

Romanın sonunda artık kötü olduğunu düşünen bir Sadık vardır. Mehmet Eroğlu gerçek “kötü Sadık”ı yazacak mı acaba? Yazar belki de. İlginç olur. Ama üçüncü kitapta işi daha zordur romancımızın. Çünkü İyi Adam’daki düşük çıtayı, Kötü Adam’da yukarılara taşımıştır.

 

Yorumlar

Yorum Gönder

Yeni yorum gönder

Diğer Eleştiri Yazıları

Modern sanat telakkisinin adeta “dinselleştiği” ve bunun da en önemli etkisini mimarlık alanında gösterdiği bir bağlamda yaşadı Turgut Cansever. Türkiye ekseninde bir yanda pozitivist bir dünya görüşünün diğer yanda da seküler mistik ve “yaratıcı insan” düşüncesinin egemen olduğu, “bilim”in dogmatikleştiği bir dönem.

Hayat parantezi 1916’da İstanbul’un Fatih semtinde, Atik Ali Paşa’da açıldı Behçet Necatigil’in. Sonra parantezin içerisine bir başka şehir girdi: Kastamonu. Zeki Ömer Defne’nin zilleri çalarken derslere bir bir girenler arasında o hassas ortaokul öğrencisi de vardı. Evlerden, kırlardan, denizlerden duyulan bu ses zil değil şiirin tınısıydı.

“Sanatçı, gözün göremediğini görendir.”

 

Çağdaş Amerikan edebiyatının en parlak yazarlarından Michael Chabon’un bir söyleşisini hatırlıyorum. Yaratıcı yazma atölyelerinin desteklenmesi gerektiğini söylüyordu: “Tamam, kimse kimseye dâhi olmayı öğretemez kuşkusuz ama yazarken hata yapmamak, yazmak denen şeye ‘okur’ gibi değil de ‘yazar’ gibi bakmak pekâlâ öğrenilebilir.

Nehir söyleşi, ara bir tür. Ne biyografi ne de otobiyografi. Otobiyografi değil çünkü hayatınızı nasıl anlatacağınızı söyleşiyi yapan kişinin soruları belirliyor. O çerçeveyi siz çizemiyorsunuz ve birkaç soruyla hiç istemediğiniz günlere veya olaylara geri dönmeniz mümkün.

Kulis

Bir Rüya Gibi Dağılacak Olan Hokkabazlar Dünyasında Yaşıyoruz

ŞahaneBirKitap

Kaan Burak Şen, yavaştan genç yazar olarak anılmanın sonuna doğru geliyor; Mutlu Kemikler üçüncü kitabı… Kafası bir hayli tuhaf. Şimdilerde bir roman yazdığı da söyleniyor, fakat öncesinde belirtmekte fayda var: Mutlu Kemikler öykü derlemesi henüz çıktı, pek başka bir kitaba benzetilecek bir havası da yok bu kitabın.

Editörden

Tıp ve edebiyat ilişkisi, tıbbın insanla olan ilişkisi gibi tarih boyunca şekil değiştirmiş, her dönem yeni yaklaşımlarla genişlemiştir. Tıbbın tarihi, insan acılarının da tarihidir aslında. Edebiyatın içinde kapladığı yer, diğer bilim dallarından hep daha büyük olmuştur tıbbın.