“Ben,” demişti Kafka, “ya bir sonum ya da bir başlangıç.” Bu cümle, modern insanın varoluşla kurduğu şüpheli ilişkiyi özetlemekle kalmaz, Kafka’nın kendisini modern bir yazar olarak nasıl konumlandırdığını da gösterir. Belki de “hem bir sonum hem de bir başlangıç” diye okumamız gerekir bu cümleyi, böylece Kafka’yla özdeşleşen o müphem, alacakaranlık, ikircikli dünyaya daha yakından bakabilir ve bazı şeylere ne kadar da uzaktan baktığımızı fark edebiliriz; tıpkı bir Kafka öyküsü okuduğumuzda başımıza geldiği gibi… Tarifi mümkün olmadığı için dilin yetersiz kaldığı durumlardan biridir bu. Bulduğumuz çözüm ise “Kafkaesk” etiketini yapıştırmak olacaktır. John Kessel ve James Patrick Kelly, beraber derledikleri Kafkaesk Öyküler adlı kitabın önsözüne bu meseleyi tartışarak başlıyor ve şu soruyu soruyor: “Bir yazarın isminin sıfat haline gelmesi ne anlama gelir? Belli bir bakış açısından, sanatçının başarısının nihai sembolü olarak görülebilir. Ne de olsa adı halk dilinde sıfat durumuna yükselen yazar sayısı yok denecek kadar azdır. Shakespeare bunlardan biridir. Başka? "Twainian" kulağa komik geliyor. "Hemingwayesk"? Hayır… Öte yandan Kafkaesk, Merriam Webster sözlüğüne girmiştir.”
Burada dikkat etmemiz gereken iki noktadan biri, “halk dili”ne yapılan vurgu. Artık hem halk diline hem de sözlüğe girmiş bir kelimeden bahsettiğimizde, hayatında hiç Kafka metni okumamış kişilerin de yeri gelince “Kafkaesk” kelimesini kullandığını ya da bu nitelemeyi duyduklarında ne ifade edildiğini anladıklarını kabul etmemiz bekleniyor olmalı. İkinci önemli nokta da şu tabirde gizli: Sıfat durumuna “yükselen” yazar. Mark Twain ya da Hemingway örneklerinde gösterildiği gibi, onların sadece bir “isim” olarak kaldığını ama Kafka’nın artık sıfata dönüştüğünü kabul edersek, sadece entelektüel kesimin değil, tüm halkın gözünde de yükselmiş bir yazardan bahsetmiş oluyoruz bu çerçevede. Belki de bir yazarın ne kadar eşsiz olduğunu anlatmak için tek yapabildiğimiz, onun ismini sıfat haline getirmek. Kafka, “Ben ya bir sonum ya da bir başlangıç,” derken, bu “yükselme” halini hayal etmemiş olmalı, ama bugün birçok dilde, bir cümlenin başında ya da sonunda onun ismi geçiyor.
John Kessel ve James Patrick Kelly de kitaba kaçınılmaz olarak Kafkaesk Öyküler adını vermiş. Bu seçkide Ballard, Borges ve Philip Roth gibi usta kalemlerin yanı sıra, Türkiye’de çok tanınmasalar da Batı’da önemli eserlere imza atmış birçok yazarın öyküsü bir araya getirilmiş. Kitabın editörleri, kısaca “Kafkaesk” olarak tanımlanabilecek bu öykülerin üç ayrı grupta değerlendirilebileceğini söylüyor: Kafka’nın eserlerinden yola çıkan öyküler, Kafka’nın bir karakter olarak işlendiği öyküler ve son olarak da Kafka’nın eserlerindeki içeriği kullanan öyküler.
Kafka’nın “Açlık Sanatçısı” öyküsüyle açılan bu derlemede toplam on sekiz öykü yer alıyor ve bu metinlerin tamamı Kafka’dan ilham almış olmakla ya da ona saygı sunmakla kalmıyor, onun eserlerindeki ruhun, zihniyetin, duruşun sadece yirminci yüzyıla ait bir edebiyatın ürünü olmadığını, aradan uzun zaman geçse de Kafka’nın izinin kalıcı olduğunu göstermeye çalışıyor. Kafka’nın kendi yazdıklarından kurtulmaya çalıştığı, öldükten sonra metinlerinin imha edilmesini istediği hep rivayet edilmiştir ama bu derlemedeki öyküler, edebiyat dünyasının artık Kafka’dan neden kurtulamayacağını da göstermeyi başarıyor!
Kitaptaki öyküler yazarların şöhretine ya da “Kafkaesk” durumun nasıl işlendiğine göre değil, alfabetik sıraya göre dizilmiş. İlk öykü Ballard’a, son öykü de Tamar Yellin’e ait ve tesadüfi bir şekilde bu öyküler kitabın en güzel metinleri arasında. Diğer yandan, erkek yazarların çoğunlukta olduğu bu kitaptaki öyküler içinde, Theodora Goss, Eileen Gunn, Carol Emshwiller gibi kadın yazarların metinleri bir adım öne çıkıyor. Özellikle Emshwiller’ın “Erkekler Kulübü için bir Rapor” ve Gunn’ın “Orta Kademe Yöneticilere Sağlam Stratejiler” başlıklı öyküleri, kitabın en dikkat çekici metinlerinden... Ayrıca ünlü çizer Robert Crumb’ın kaleminden bir “Açlık Sanatçısı” yorumuyla karşılaşmak da kitabın önemli bir sürprizi. Bu kitabın en ince detaylarından biri de, yazarların büyük bir kısmının bilimkurgu ve fantastik edebiyat alanından geliyor olması.
Bir toplum hizmeti projesi
Bir yazara ya da temaya dikkat çekmeye veya saygı sunmaya çalışan bu tip öykü derlemeleri genellikle çok nitelikli metinlere sahip olmaz, arada birkaç öykü parlar ve diğerleri onların gölgesinde kalır. Kafkaesk Öyküler ise hem iyi öyküler okumak hem de yeni yazarlar tanımak için önemli, zengin bir derleme. Hatta, her ne kadar bir araştırma kitabı değil bir öykü derlemesi de olsa, Kafka’yı yeniden düşünmek, eserlerini farklı açılardan değerlendirmek için bir başvuru kaynağı gibi de görülebilir.
Kitabın öyküler dışındaki en renkli bölümleri ise yazarların ağzından ya da kaleminden öykü girişlerine eklenen kısa metinler ile editörlerin her öykünün sonuna ekledikleri küçük değerlendirme notları. Örneğin Ballard’ın Kafka’yı bir korku edebiyatı yazarı olarak değerlendirdiği bölüm, Theodora Goss’un Kafka ile fantastik kurgu arasındaki ilişkiyi özetlediği satırlar, Terry Bisson’un “Bu öykü, hapishaneye girmek yerine bir toplum hizmeti projesi olarak yazıldı,” diye başlayan notu, Jeffrey Ford’un “Büyük bir yazar tarafından lanetleneceksem, hiç kuşku yok ki Kafka’yı seçerim,” diye biten itirafnamesi bile bu kitabı özel kılmaya yetiyor. Ayrıca editörlerin notları oldukça yaratıcı ve tartışmaya açık sorularla dolu. Bunlardan en akılda kalıcı olanı da, editör John Kessel’ın, kabuslarında Kafka’nın hayaletiyle baş etmeye çalışan Jeffrey Ford’un öyküsüne eklediği şu soru: “Kafka’dan hiç kurtulabiliyor muyuz?”
Böyle birçok “Kafkaesk” soru ve cevap var bu kitapta. Paul Di Filippo’nun öyküsünde Kafka’ya şöyle çıkışılıyor: “Yemin ederim sen başka bir dünyada yaşıyorsun!” İşte bu kitaptaki birçok öykünün gösterdiği gibi, biz de o dünyada yaşamaya devam ediyoruz. Jeffrey Ford’un öyküsünde ise bu durumun hem sebebi hem de sonucu çıkıyor karşımıza: Kafka’nın “kalemi hâlâ yazıyor.”
Görsel: Akif Kaynar
Yeni yorum gönder