Zadie Smith’in denemelerinin yer aldığı Bugün Farklı Düşünüyorum’u okurken, gülümseyerek ilk altını çizdiğim cümle şuydu: “Okuyucular, iflah olmaz fabl yazarlarıdır.”
Geçen hafta bir sitede, “Kafka farelerden korkarmış.” ifadesini görünce, bu bilginin benim genel Kafka algıma faydası olacağından emin olarak düşünmeden habere tıkladım. Dönüşüm’e yeni bir bakış açısı olabilir miydi acaba?
Asıl soru şu, bir yazarı anlamak için o yazarı bilmek, her şeyiyle bilmek gerekli mi? Yıllar sonra keşfedilen bir ayrıntının edebiyat tarihini değiştirebilme olasılığı var mı? Bırak okuru, edebiyat eleştirisi kurumu, böyle ayrıntıların neden olabileceği revizyonist hareketlere hazır mı?
(Görsel çalışma: Denis Jones Adler)
Yeni ortaya çıkan mektup, Kafka tarafından, 1917 Aralık ayında, yani Dönüşüm’ün yayımlanmasından 2 yıl sonra Max Brod’a yazılmış. Kafka, kız kardeşinin çiftliğinde kalıyor. “Farelere karşı katışıksız bir korku hissediyorum,” diye yazmış: “Bunun nedenlerini psikanalistler açıklasın. Bu hayvanların; sessiz ve gizlice, beklenmedik, davetsiz ve kaçınılmaz ortaya çıkışlarıyla ilgisi var korkumun. Etrafımdaki duvarların içine yüzlerce tünel kazdıklarını ve oradan beni izlediklerini hissediyorum.”
Hepimiz fareyiz
Hepimiz fareyiz; okuyarak, yazarak, inceleyerek ve eleştirerek edebiyata bulaşanlar bizler. Kafka’nın fareleri. Edebiyat eleştirisi denilen hantal bir mahluk var. Etrafı kendi yarattığı türler, dönemler, akımlardan oluşan duvarlarla sarılı. Bu mahluk, loş odalara kapanıp akademik tahtlara kuruluyor ve içeriye kendisinden olmayan kimseyi almıyor. Edebiyat eserinin -toplumsal ve siyasi bir misyona göre- makbul olup olmadığına, nasırlı yumruğuyla tek celsede karar veriyor, sonra da bu makbul edebiyatı kimsenin uzanamayacağı yüksek raflara kaldırıyor, katalogluyor. Esere aciliyet ve haber değeri, okura okuma dürtüsü ve farkındalık kazandırma mekanizması olan kitap eleştiri yazılarını kapitalizmin kötücül planı olarak görüp lanetliyor. Hele bu eleştirinin sahibi, pasifliğini terk etme cüretini göstermiş bir okursa, hele bu işi blogunu kullanarak yapıyorsa, sakınsın şerrinden hantal mahlukun. Artık serin ve kapalı bir yerde korunmak istemeyen edebiyatın, bu gönüllü şövalyeye ihtiyacı kalmadı. Bugüne kadarki hizmetlerine teşekkür ederiz. Kafka’nın gösterdiği yoldan gidilerek bu tüneller kazılmazsa, edebiyat eleştirisi bir sabah uyandığında kendini yüksek duvarlı kafkaesk bir labirentte bulacak. Kimsenin anlamadığı bir dilde kendi kendine konuşurken boğulacak. Korkma farelerden Kafka. Onların açtığı tünellerden gelen ışık seni hiç karanlıkta bırakmayacak; tünellerden gelen hava, edebiyat eleştirisine, ihtiyacı olan hayat öpücüğü olacak.
(Görsel çalışma: Amy Husband)
Rastlantısal denemeler
Benim fare teorime isterseniz fabl deyin. İddia ediyorum, Zadie Smith de Kafka’nın farelerinden biri. Bugün Farklı Düşünüyorum, bir edebiyat küratörü tarafından seçilmişçesine, kurgulanmış rastlantısallıklarıyla Zadie Smith’in hem hayat hem edebiyat hikayesini anlatan denemelerden oluşuyor. Okumak, Olmak, Görmek, Hissetmek ve Anımsamak adlı bölümlere ayrılmış. Edebiyatı, bir yazarı, hatta hayatı anlamak için ihtiyacımız olan haller bunlar. Çünkü edebi algımız ve edebiyatla olan ilişkimiz karışık, sırasız, ve aynı anda pek çok şey: aidiyetler, otobiyografik anekdotlar, seyahatler, filmler, en sevilen aktörler, tapılan yazarlar, babalar, dostlar, anılar, nasıl okumalı, nasıl yazmalı, hangi dilde, kaç vuruş.
Zadie Smith, edebiyat eleştirisini, edebiyat ahkamlarını kütüphanede durdukları en üst raftan alıyor ve rahatlayın diyor, hepimiz başkalarının sözcüklerinin peşindeyiz, yol arkadaşıyız, birbirimizi biliriz. İnsan Zadie; korkan, imrenen, isyan eden, klişe aidiyetleri kabullenmeyen, sevdiklerini kahramanlaştıran, gözü korkan, kendi sınırlarını kabullenen bir yazar. Sesi, Tomris Uyar’ın Gündökümü’ndeki sesini hatırlatıyor. O anlattıkça, edebi putlar yıkılabilir, başka bir edebiyat ve başka bir edebiyat eleştirisi mümkün olabilir. Kendimize bugün farklı düşünme özgürlüğü tanırsak, umursamadan kendimizle çelişirsek, dün öğrenilmişler ve kabullenilmişler bizi tutsak edemez.
Bugün Farklı Düşünüyorum’dan okumak ve yazmak ile ilgili çok şey öğrenebiliriz. Edebiyat, başkalarının sözcükleriyse eğer, ortaya atılan her edebiyat eleştirisi de başkalarının bakış açısıyla okumaya çağrıdır. Okurun algısını, edebi ve yüksek kültüre çekmeye çalışır. Niyeti kötü değildir ancak okurda kafa karışıklığına sebep olabilir. Böyle durumlarda Zadie Smith’in sesi kulaklarımızda olsun. Haydi hep birlikte tekrar edelim: “Bugün farklı düşünüyorum.”
Kitap boyunca alçak gönüllü, kendini sorgulayan, hafif alaycı, tipik bir Zadie Smith sesi var. 300 küsur sayfa süren alçak gönüllülük, rol gibi durabilirdi ama Zadie Smith, fikrini değiştirse de asla samimiyetini yitirmiyor. Bir yazarın kendine güvensizliğini itiraf ettikten sonra, Batılı edebiyat kanonunu oturttuğumuz kaideyi azıcık sarsması anlaşılabilir bir tavır. Başarısını kanıtlamış Zadie’nin bunu yapmaya pekala hakkı var. Ve o hala kendine Beckett’in salık verdiği gibi, yeniden deneme, daha iyi yenilme fırsatı tanıyor. Bu özgürlüktür.
Yazarın metaforik ölümü
Kitaptaki denemelerin sıralamasında, edebi geleneğe, etnik kökenlerinin ve kadın olmasının gerektirdiği beklentilere en baştan isyan eden ve bizi bu isyanına ikna eden bir yazar keşfediyoruz. Ancak bu sıralama buruk bir hüzün de içeriyor. Roland Barthes’ın, “Yazı anlamını okuma eylemiyle kazanır bu nedenle yazarından bağımsızdır,” diye özetleyebileceğimiz ünlü ‘yazarın ölümü’ teorisi, Zadie Smith tarafından sorgulandıkça kitap, edebiyatın Barthes babasına ihanet ediyormuş gibi geliyor. Sonunda okur öyle bir kıvama geliyor ki, Zadie Smith’in babasını ve ölümünü anlattığı sayfalar, okurda en cömert tanımla, ‘katarsis’ etkisi yaratıyor. Zadie Smith, yazarın metaforik ölümünü, kitabın son bölümünü ayırdığı David Foster Wallace’ın, okura doğrudan karışan, yazıyı sahiplenen dipnotlarla örülü post modern üst kurmacasını kanıt göstererek, reddediyor. Ama David Foster Wallace’ın ölümü hâlâ gerçek. Yazarlar ölecek. Bütün hikayelerin sonu böyle bitecek.
Yeni yorum gönder