Sabitfikir
Künye | Yazarlar | Giriş Yap

Eleştiri

Eleştiri

Kahraman Perseus



Toplam oy: 1113
Nefrin Tokyay
Pan Yayıncılık
Edebiyatı mitlerde şifrelenmiş öyküleri ne ölçüde çözdüğüne bakarak da okuyabiliriz. Perseus'un Yolculuğu bunu nasıl yapacağımız konusunda bize rehberlik edecek.

Tarihin tekrarlarıyla ünlenmesi, insanın kuvvetler ve zaaflar toplamı denebilecek hammaddesi dolayısıyla, tarihi başka türlü yazma acziyetinden ileri geliyordur belki de. Belki de hem bireysel hem toplumsal boyutta, olası tüm davranış kombinasyonları denenmiştir ve tam da bu yüzden, gelecekte yaşanacakların bizi şaşırtmasının mümkünatı kalmamıştır artık. Benzer bir şekilde, hikayelerin de tekerrürden ibaret olduğunu, mitolojinin her insanın ortak alınyazısı sayılabilecek sınavları, içe ya da dışa dönük tüm yolculukları şifreli bir dille bünyesinde sakladığını söyleyebilir, bu yönüyle mitleri bir insan hikayeleri sözlüğü gibi görebiliriz pekala. Elbette böylesi bir sözlükten edebiyat da beslenecektir. Hatta edebiyatı mitlerde şifrelenmiş deneyim ve öyküleri ne ölçüde çözdüğüne, hangi mitteki hangi yolculuğun hangi noktasına mercek tuttuğuna bakarak da okuyabiliriz. Nefrin Tokyay’ın Perseus’un Yolculuğu adlı kitabı, bunu nasıl yapacağımız konusunda bize rehberlik edebilir.

 

Perseus’un Yolculuğu’na göre, birçok araştırmacı mitlerin kaynağını Antik Çağ’ın dini törenleri olarak gösteriyor. İlk olarak doğanın ve evrenin gücüne sahip tanrılara etki edebilmek, onların öfkelerini yatıştırmak ya da onlardan merhamet dilemek için söylenmişler. Zaman içinde dönüşerek tragedya adıyla tiyatro sahnesine de çıkmışlar. Mitleri ve tragedyaları yazanlar ise “tanrıların ağzıyla (nefesiyle) konuşan kişi” diye anılan şairlermiş. Şöyle diyor Tokyay: “Bir öykü yani bir mit yaratmak, insanın doğayı ve hayatı ele geçirme savaşında bulduğu en masum ama en etkili araçlardan biridir belki de.” Üstelik bununla da sınırlı değil, Jung’a bakılırsa, insan ruhunun derinlerine inmek için düşler kadar mitolojiyle de uğraşmak gerekir çünkü mitolojik semboller ruhsal yapımızın çok önemli birer parçasıdır. “Jung, mitolojinin dış kaynaklı, deneysel bir olgu olmadığını savunur. Canavarların, fantastik varlıkların, iç dünyamızda oluştukları için dış dünyada resmedildiğini söyler.”

 

Her mitin bir kahramanı vardır. Evinden insanüstü bir görevi yerine getirmek üzere yola çıkan bu kişi, zorlu mücadeleler verdikten sonra geriye bir kahraman olarak döner. Bu arketipin gerisinde de insanın kendi benliğini tanıma yolculuğu yatar.  Bu yönüyle geçmişte olduğu kadar, bugün de geçerliliğini koruyan evrensel bir hikayedir. Perseus miti ise bu türden bir yolculuğa verilebilecek en güzel örneklerden... Tokyay da bu örnek üzerinden ilerliyor. Mit, Delphoi kahininin Argos kralı Akrisios’a doğacak torunu tarafından öldürüleceğini bildirmesiyle başlıyor. Bunun üzerine Akrisios, hamile kalmasın diye kızını yeraltındaki demirden bir odaya kapatıyor. Ama tanrılar tanrısı Zeus prensese âşık oluyor ve hücresine altın bir yağmur şeklinde yağıp onu hamile bırakıyor. Perseus adı verilen bebeğin hayat mücadelesi böylece başlıyor.

 

Perseus’un mitsel yolculuğu yüzyıllar önce başarıyla tamamlandı. Her şey geride kaldığında o artık yolculuğun başındaki toy insan değildi; karşısına çıkan her sınavdan geçmiş ve canavarlarını yenmeyi başarmıştı. Öte yandan, “hızın her şeyi önüne katıp sürüklediği bugünün dünyasında adları bir parlayıp bir sönen yıldızlar kadar aklımızda kalan gerçek kahramanlar işlerini sessizce yapmaya devam ediyorlar. İlk kahraman Gılgamış’tan bu yana, trajik yazgısını değiştiremeyeceğini bile bile ölümüne doğru giden insan, bu yolculuğu hep kendi ölümsüz mitini yaratan bir kahraman gibi tamamlamakta.” Bu isimsiz kahramanların hikayelerini biriktiren ise, hiç kuşkusuz, edebiyat...

 

 

 


 

 

 

*Görsel: Ethem Onur Bilgiç

 

Yorumlar

Yorum Gönder

Yeni yorum gönder

Diğer Eleştiri Yazıları

Modern sanat telakkisinin adeta “dinselleştiği” ve bunun da en önemli etkisini mimarlık alanında gösterdiği bir bağlamda yaşadı Turgut Cansever. Türkiye ekseninde bir yanda pozitivist bir dünya görüşünün diğer yanda da seküler mistik ve “yaratıcı insan” düşüncesinin egemen olduğu, “bilim”in dogmatikleştiği bir dönem.

Hayat parantezi 1916’da İstanbul’un Fatih semtinde, Atik Ali Paşa’da açıldı Behçet Necatigil’in. Sonra parantezin içerisine bir başka şehir girdi: Kastamonu. Zeki Ömer Defne’nin zilleri çalarken derslere bir bir girenler arasında o hassas ortaokul öğrencisi de vardı. Evlerden, kırlardan, denizlerden duyulan bu ses zil değil şiirin tınısıydı.

“Sanatçı, gözün göremediğini görendir.”

 

Çağdaş Amerikan edebiyatının en parlak yazarlarından Michael Chabon’un bir söyleşisini hatırlıyorum. Yaratıcı yazma atölyelerinin desteklenmesi gerektiğini söylüyordu: “Tamam, kimse kimseye dâhi olmayı öğretemez kuşkusuz ama yazarken hata yapmamak, yazmak denen şeye ‘okur’ gibi değil de ‘yazar’ gibi bakmak pekâlâ öğrenilebilir.

Nehir söyleşi, ara bir tür. Ne biyografi ne de otobiyografi. Otobiyografi değil çünkü hayatınızı nasıl anlatacağınızı söyleşiyi yapan kişinin soruları belirliyor. O çerçeveyi siz çizemiyorsunuz ve birkaç soruyla hiç istemediğiniz günlere veya olaylara geri dönmeniz mümkün.

Kulis

Bir Rüya Gibi Dağılacak Olan Hokkabazlar Dünyasında Yaşıyoruz

ŞahaneBirKitap

Kaan Burak Şen, yavaştan genç yazar olarak anılmanın sonuna doğru geliyor; Mutlu Kemikler üçüncü kitabı… Kafası bir hayli tuhaf. Şimdilerde bir roman yazdığı da söyleniyor, fakat öncesinde belirtmekte fayda var: Mutlu Kemikler öykü derlemesi henüz çıktı, pek başka bir kitaba benzetilecek bir havası da yok bu kitabın.

Editörden

Tıp ve edebiyat ilişkisi, tıbbın insanla olan ilişkisi gibi tarih boyunca şekil değiştirmiş, her dönem yeni yaklaşımlarla genişlemiştir. Tıbbın tarihi, insan acılarının da tarihidir aslında. Edebiyatın içinde kapladığı yer, diğer bilim dallarından hep daha büyük olmuştur tıbbın.