Tarihin tekrarlarıyla ünlenmesi, insanın kuvvetler ve zaaflar toplamı denebilecek hammaddesi dolayısıyla, tarihi başka türlü yazma acziyetinden ileri geliyordur belki de. Belki de hem bireysel hem toplumsal boyutta, olası tüm davranış kombinasyonları denenmiştir ve tam da bu yüzden, gelecekte yaşanacakların bizi şaşırtmasının mümkünatı kalmamıştır artık. Benzer bir şekilde, hikayelerin de tekerrürden ibaret olduğunu, mitolojinin her insanın ortak alınyazısı sayılabilecek sınavları, içe ya da dışa dönük tüm yolculukları şifreli bir dille bünyesinde sakladığını söyleyebilir, bu yönüyle mitleri bir insan hikayeleri sözlüğü gibi görebiliriz pekala. Elbette böylesi bir sözlükten edebiyat da beslenecektir. Hatta edebiyatı mitlerde şifrelenmiş deneyim ve öyküleri ne ölçüde çözdüğüne, hangi mitteki hangi yolculuğun hangi noktasına mercek tuttuğuna bakarak da okuyabiliriz. Nefrin Tokyay’ın Perseus’un Yolculuğu adlı kitabı, bunu nasıl yapacağımız konusunda bize rehberlik edebilir.
Perseus’un Yolculuğu’na göre, birçok araştırmacı mitlerin kaynağını Antik Çağ’ın dini törenleri olarak gösteriyor. İlk olarak doğanın ve evrenin gücüne sahip tanrılara etki edebilmek, onların öfkelerini yatıştırmak ya da onlardan merhamet dilemek için söylenmişler. Zaman içinde dönüşerek tragedya adıyla tiyatro sahnesine de çıkmışlar. Mitleri ve tragedyaları yazanlar ise “tanrıların ağzıyla (nefesiyle) konuşan kişi” diye anılan şairlermiş. Şöyle diyor Tokyay: “Bir öykü yani bir mit yaratmak, insanın doğayı ve hayatı ele geçirme savaşında bulduğu en masum ama en etkili araçlardan biridir belki de.” Üstelik bununla da sınırlı değil, Jung’a bakılırsa, insan ruhunun derinlerine inmek için düşler kadar mitolojiyle de uğraşmak gerekir çünkü mitolojik semboller ruhsal yapımızın çok önemli birer parçasıdır. “Jung, mitolojinin dış kaynaklı, deneysel bir olgu olmadığını savunur. Canavarların, fantastik varlıkların, iç dünyamızda oluştukları için dış dünyada resmedildiğini söyler.”
Her mitin bir kahramanı vardır. Evinden insanüstü bir görevi yerine getirmek üzere yola çıkan bu kişi, zorlu mücadeleler verdikten sonra geriye bir kahraman olarak döner. Bu arketipin gerisinde de insanın kendi benliğini tanıma yolculuğu yatar. Bu yönüyle geçmişte olduğu kadar, bugün de geçerliliğini koruyan evrensel bir hikayedir. Perseus miti ise bu türden bir yolculuğa verilebilecek en güzel örneklerden... Tokyay da bu örnek üzerinden ilerliyor. Mit, Delphoi kahininin Argos kralı Akrisios’a doğacak torunu tarafından öldürüleceğini bildirmesiyle başlıyor. Bunun üzerine Akrisios, hamile kalmasın diye kızını yeraltındaki demirden bir odaya kapatıyor. Ama tanrılar tanrısı Zeus prensese âşık oluyor ve hücresine altın bir yağmur şeklinde yağıp onu hamile bırakıyor. Perseus adı verilen bebeğin hayat mücadelesi böylece başlıyor.
Perseus’un mitsel yolculuğu yüzyıllar önce başarıyla tamamlandı. Her şey geride kaldığında o artık yolculuğun başındaki toy insan değildi; karşısına çıkan her sınavdan geçmiş ve canavarlarını yenmeyi başarmıştı. Öte yandan, “hızın her şeyi önüne katıp sürüklediği bugünün dünyasında adları bir parlayıp bir sönen yıldızlar kadar aklımızda kalan gerçek kahramanlar işlerini sessizce yapmaya devam ediyorlar. İlk kahraman Gılgamış’tan bu yana, trajik yazgısını değiştiremeyeceğini bile bile ölümüne doğru giden insan, bu yolculuğu hep kendi ölümsüz mitini yaratan bir kahraman gibi tamamlamakta.” Bu isimsiz kahramanların hikayelerini biriktiren ise, hiç kuşkusuz, edebiyat...
*Görsel: Ethem Onur Bilgiç
Yeni yorum gönder