Sabitfikir
Künye | Yazarlar | Giriş Yap

Eleştiri

Eleştiri

Kalbimiz ÇİZGİ hayatımız ROMAN



Toplam oy: 1140

Beşinci sınıftan itibaren ressam babamın Cağaloğlu’ndaki atölyesinde geçti yaz tatillerim; ona yardımcı olmam için sabahın sekizinde evden birlikte çıkar, ancak akşam altı gibi kapatırdık dükkan’ı. Tüm gün klişeci, filmci dolanır dururdum Babıali’de. On beşte bir cuma günlerinin hatırı ise büyüktü: Dönemin çizgi romanlarının yeni sayıları gelirdi filmciye matbaadan prova baskı; kontrol edildikten sonra bana verilirdi bu sayılar. Yaklaşık 32 sayfalık bu dergilere ‘tek’ denirdi o yıllarda; üçü bir araya geldi mi de ‘cilt’. Mandrake, Kızılmaske, Zagor ve Yüzbaşı Volkan’ı kaptım mı uçardım; bir önceki sayıda yarım kalan maceraları kaldığı yerden bir solukta okumak için eve dönmeyi beklemenin heyecanı bambaşkaydı. Şanslıydım: Diğer anne babalar çocuklarının çizgi roman okumasını hoş karşılamazken bizimkiler karışmaz, hatta babam, okuduktan sonra başucuna bırakmam konusunda diretirdi.

 

Eğer yazın birkaç haftalığına ailece Çınarcık’a gidilecekse, ben sokakta babamın hazırladığı kartpostalları satacaksam o dönemde yüklüce bir harçlık alırdım ve ilk adresim yine Cağaloğlu Yokuşu’ndaki bir depo olurdu: Orası iadesi yapılmış çizgi roman cennetiydi. Vampirella’lar, Süper Korku’lar, Kaptan Swing’ler, Tarzan’lar, Teksas-Tommiks, Teks cümbür cemaat beni beklerlerdi.

 

 

 

 

 

Babamı da tanıdıkları için indirim yaptıklarından onlarca alırdım bu dergilerden. Çizgi roman çizmeye 6. sınıf gibi başlamamın hikayesi biraz da budur: Fanzin şeklinde çıkarttığım çizgi romanları mahalle arkadaşlarımla kapı aralıklarında birlikte okur, onların merakının teşvikiyle yeni sayıyı çizmek için odama kapanırdım.

 

Bir kahraman olmanın gereklerini daha ileriki yıllarda çok düşündüm; aslında bir tesadüften çok, yalnızlığın eseriydi kahraman olmak – fedakarlık o zaman bir anlam kazanıyordu; Örümcek Adam’ın bir trajediyle başlayan ‘süper yetenekleri kullanma mantığı’ baş düşmanı Green Goblin’in kollarında bittiğinde ‘herkes karşı durduğu yerde ölür’ü onaylamıyor muydu? Kahramanın mantığını asla anlamadık aslında. Sürekli kazanmaya mahkumiyetin ıstırabı. Sonraları Örümcek Adam tutkusuyla büyüdüm. Çünkü o kimseyle dost olamamanın hüznüyle kavgalıydı. Eğer barışık olsa, takipçilerini hızla kaybedecekti. Hüzünle barışık olan zayıftır çünkü. Her şeyden önce kendine yenilir o kahraman. Alınyazısı yerinde ‘bu maceranın sonu’ ile doğar. Boşuna Kahramanlar Ölü Doğar diye not düşmedik hayata. Lisede ise Tenten diye çağrılmaya başlamıştım.

 

 

 

 

 

Derken bir gün Martine Mystere girdi hayatıma; biraz Kamçılı Adam lezzeti varsa da x-files uzantılı hikayeleriyle paranormalin arkeoloji ve tarihle buluştuğu sayfalar boyunca Atlantis başlığı altında sürükledi ömrümüzü. Gizli kalan, gizlenilen ve herkesin bilmesi önlenilen gerçekleri bir bilim adamı edasıyla kurcaladı. Kahramanlar sizin için savaşmaz yalnızca; onların varoluşunun nedeni bir bakıma hayalleriniz sayesinde nefretlerinizi, hırslarınızı dizginleyebilmeniz, kontrol altına almanızdır.

 

Ken Parker okurken içiniz hiç mi sızlamaz?

 

Tarkan, Kara Murat ve Tolga, Venüs adlı Türk kahramanı nasıl unutturabilmiştir?

 

Zagor’un yalnızlığı ise bambaşkadır: Gencecik bir adam kendini doğanın göbeğinde hayata ve barışa adamanın, gitgide baltalı ilah kabul edilmenin ıstırabını fark etmeden yaşar. İçki içmez, tütün kullanmaz, seks yapmaz. Hiçbir hobisi yoktur. Tek dostu obez bir Meksikalıdır. Mutsuzluğunun bilincine varacak kadar vakti olmaz. Hep kavga halindedir çünkü. Kızılderililere göre uygar, kasabalılara göre yabanidir. Arada kalmıştır. Biraz bilgiye erse, belki meczup sayılabilecektir. Sığındığı yer orman da değildir işin acıklı tarafı; bir tür koruda, bataklıklar arasında bir kulübededir. Darkwood onun bilinçaltının dışavurumudur. Psikanalistler Darkwood’u bir semptom adı olarak kullanmaktan neden kaçınmışlardır; anlamak mümkün değil.

 

 

 

 

 

 

Hepimiz bir kahramanı hapsetmişizdir içimize; onun varlığıyla avunuruz. O bizim yerimize haksızlıklarla çatıştıkça vicdanımız rahatlar, asıl görevimizi: sosyal konuşkanlığımızı önemsemeyiz. Kendimizi ateşe atmayız. Zagor bizim yerimize her şeyle dövüşmektedir zaten.

 

En afili giysileri giymekte, kas ve zeka ile çözüm bulmaktadır.

 

‘Devamı gelecek sayıda’ olan ne varsa onlara umut kaynağı değil, yılgınlık, vazgeçiş ve pasiflik denir. İşte kahramanlar sadece bunu açıklamazlar.

 

Onların konuşma balonları bizim pişmanlıklarımızla doludur.

Yorumlar

Yorum Gönder

Yeni yorum gönder

Diğer Eleştiri Yazıları

Modern sanat telakkisinin adeta “dinselleştiği” ve bunun da en önemli etkisini mimarlık alanında gösterdiği bir bağlamda yaşadı Turgut Cansever. Türkiye ekseninde bir yanda pozitivist bir dünya görüşünün diğer yanda da seküler mistik ve “yaratıcı insan” düşüncesinin egemen olduğu, “bilim”in dogmatikleştiği bir dönem.

Hayat parantezi 1916’da İstanbul’un Fatih semtinde, Atik Ali Paşa’da açıldı Behçet Necatigil’in. Sonra parantezin içerisine bir başka şehir girdi: Kastamonu. Zeki Ömer Defne’nin zilleri çalarken derslere bir bir girenler arasında o hassas ortaokul öğrencisi de vardı. Evlerden, kırlardan, denizlerden duyulan bu ses zil değil şiirin tınısıydı.

“Sanatçı, gözün göremediğini görendir.”

 

Çağdaş Amerikan edebiyatının en parlak yazarlarından Michael Chabon’un bir söyleşisini hatırlıyorum. Yaratıcı yazma atölyelerinin desteklenmesi gerektiğini söylüyordu: “Tamam, kimse kimseye dâhi olmayı öğretemez kuşkusuz ama yazarken hata yapmamak, yazmak denen şeye ‘okur’ gibi değil de ‘yazar’ gibi bakmak pekâlâ öğrenilebilir.

Nehir söyleşi, ara bir tür. Ne biyografi ne de otobiyografi. Otobiyografi değil çünkü hayatınızı nasıl anlatacağınızı söyleşiyi yapan kişinin soruları belirliyor. O çerçeveyi siz çizemiyorsunuz ve birkaç soruyla hiç istemediğiniz günlere veya olaylara geri dönmeniz mümkün.

Kulis

Bir Rüya Gibi Dağılacak Olan Hokkabazlar Dünyasında Yaşıyoruz

ŞahaneBirKitap

Kaan Burak Şen, yavaştan genç yazar olarak anılmanın sonuna doğru geliyor; Mutlu Kemikler üçüncü kitabı… Kafası bir hayli tuhaf. Şimdilerde bir roman yazdığı da söyleniyor, fakat öncesinde belirtmekte fayda var: Mutlu Kemikler öykü derlemesi henüz çıktı, pek başka bir kitaba benzetilecek bir havası da yok bu kitabın.

Editörden

Tıp ve edebiyat ilişkisi, tıbbın insanla olan ilişkisi gibi tarih boyunca şekil değiştirmiş, her dönem yeni yaklaşımlarla genişlemiştir. Tıbbın tarihi, insan acılarının da tarihidir aslında. Edebiyatın içinde kapladığı yer, diğer bilim dallarından hep daha büyük olmuştur tıbbın.