Beşinci sınıftan itibaren ressam babamın Cağaloğlu’ndaki atölyesinde geçti yaz tatillerim; ona yardımcı olmam için sabahın sekizinde evden birlikte çıkar, ancak akşam altı gibi kapatırdık dükkan’ı. Tüm gün klişeci, filmci dolanır dururdum Babıali’de. On beşte bir cuma günlerinin hatırı ise büyüktü: Dönemin çizgi romanlarının yeni sayıları gelirdi filmciye matbaadan prova baskı; kontrol edildikten sonra bana verilirdi bu sayılar. Yaklaşık 32 sayfalık bu dergilere ‘tek’ denirdi o yıllarda; üçü bir araya geldi mi de ‘cilt’. Mandrake, Kızılmaske, Zagor ve Yüzbaşı Volkan’ı kaptım mı uçardım; bir önceki sayıda yarım kalan maceraları kaldığı yerden bir solukta okumak için eve dönmeyi beklemenin heyecanı bambaşkaydı. Şanslıydım: Diğer anne babalar çocuklarının çizgi roman okumasını hoş karşılamazken bizimkiler karışmaz, hatta babam, okuduktan sonra başucuna bırakmam konusunda diretirdi.
Eğer yazın birkaç haftalığına ailece Çınarcık’a gidilecekse, ben sokakta babamın hazırladığı kartpostalları satacaksam o dönemde yüklüce bir harçlık alırdım ve ilk adresim yine Cağaloğlu Yokuşu’ndaki bir depo olurdu: Orası iadesi yapılmış çizgi roman cennetiydi. Vampirella’lar, Süper Korku’lar, Kaptan Swing’ler, Tarzan’lar, Teksas-Tommiks, Teks cümbür cemaat beni beklerlerdi.
Babamı da tanıdıkları için indirim yaptıklarından onlarca alırdım bu dergilerden. Çizgi roman çizmeye 6. sınıf gibi başlamamın hikayesi biraz da budur: Fanzin şeklinde çıkarttığım çizgi romanları mahalle arkadaşlarımla kapı aralıklarında birlikte okur, onların merakının teşvikiyle yeni sayıyı çizmek için odama kapanırdım.
Bir kahraman olmanın gereklerini daha ileriki yıllarda çok düşündüm; aslında bir tesadüften çok, yalnızlığın eseriydi kahraman olmak – fedakarlık o zaman bir anlam kazanıyordu; Örümcek Adam’ın bir trajediyle başlayan ‘süper yetenekleri kullanma mantığı’ baş düşmanı Green Goblin’in kollarında bittiğinde ‘herkes karşı durduğu yerde ölür’ü onaylamıyor muydu? Kahramanın mantığını asla anlamadık aslında. Sürekli kazanmaya mahkumiyetin ıstırabı. Sonraları Örümcek Adam tutkusuyla büyüdüm. Çünkü o kimseyle dost olamamanın hüznüyle kavgalıydı. Eğer barışık olsa, takipçilerini hızla kaybedecekti. Hüzünle barışık olan zayıftır çünkü. Her şeyden önce kendine yenilir o kahraman. Alınyazısı yerinde ‘bu maceranın sonu’ ile doğar. Boşuna Kahramanlar Ölü Doğar diye not düşmedik hayata. Lisede ise Tenten diye çağrılmaya başlamıştım.
Derken bir gün Martine Mystere girdi hayatıma; biraz Kamçılı Adam lezzeti varsa da x-files uzantılı hikayeleriyle paranormalin arkeoloji ve tarihle buluştuğu sayfalar boyunca Atlantis başlığı altında sürükledi ömrümüzü. Gizli kalan, gizlenilen ve herkesin bilmesi önlenilen gerçekleri bir bilim adamı edasıyla kurcaladı. Kahramanlar sizin için savaşmaz yalnızca; onların varoluşunun nedeni bir bakıma hayalleriniz sayesinde nefretlerinizi, hırslarınızı dizginleyebilmeniz, kontrol altına almanızdır.
Ken Parker okurken içiniz hiç mi sızlamaz?
Tarkan, Kara Murat ve Tolga, Venüs adlı Türk kahramanı nasıl unutturabilmiştir?
Zagor’un yalnızlığı ise bambaşkadır: Gencecik bir adam kendini doğanın göbeğinde hayata ve barışa adamanın, gitgide baltalı ilah kabul edilmenin ıstırabını fark etmeden yaşar. İçki içmez, tütün kullanmaz, seks yapmaz. Hiçbir hobisi yoktur. Tek dostu obez bir Meksikalıdır. Mutsuzluğunun bilincine varacak kadar vakti olmaz. Hep kavga halindedir çünkü. Kızılderililere göre uygar, kasabalılara göre yabanidir. Arada kalmıştır. Biraz bilgiye erse, belki meczup sayılabilecektir. Sığındığı yer orman da değildir işin acıklı tarafı; bir tür koruda, bataklıklar arasında bir kulübededir. Darkwood onun bilinçaltının dışavurumudur. Psikanalistler Darkwood’u bir semptom adı olarak kullanmaktan neden kaçınmışlardır; anlamak mümkün değil.
Hepimiz bir kahramanı hapsetmişizdir içimize; onun varlığıyla avunuruz. O bizim yerimize haksızlıklarla çatıştıkça vicdanımız rahatlar, asıl görevimizi: sosyal konuşkanlığımızı önemsemeyiz. Kendimizi ateşe atmayız. Zagor bizim yerimize her şeyle dövüşmektedir zaten.
En afili giysileri giymekte, kas ve zeka ile çözüm bulmaktadır.
‘Devamı gelecek sayıda’ olan ne varsa onlara umut kaynağı değil, yılgınlık, vazgeçiş ve pasiflik denir. İşte kahramanlar sadece bunu açıklamazlar.
Onların konuşma balonları bizim pişmanlıklarımızla doludur.
Yeni yorum gönder