İnlemeler, feryatlar ve çığlıklar havayı bir kılıç gibi yırtıyor.Tan kızıllığına boyanmış, parçalı bulutlu bir gökyüzünün altındaVolga alabildiğine uzanıyor. Mavnalar, onun masmavi ve bir o kadar huzursuz teninin üzerinde tarihin görmüş olduğu en acımasız cepheye kimisi kahraman, kimisi korkak, kimisi sanatçı, kimisi çiftçi, kimisi genç, kimisi yaşlı, kimisi kadın, kimisi erkek Kızıl Orduluları taşıyor. Alman kartalı selamını gönderiyor; Messerschmit’ler gökyüzünü bir mızrak gibi parçalayarak römorkörleri yaylım ateşine tutuyor. Nehrin biraz ilerisinde kum torbalarıyla tahkim edilmiş, dikenli tellerle çevrilmiş bir tepecikte, makinalı tüfeğin başındaki yüzü kir ve pas içerisindeki zayıf, burnu kemerli, masmavi gözleri olan genç bir Rus, dudaklarında ölü bir Almandan aşırdığı sigarayla mitralyözün başında güç durumdaki anavatanı için nöbet bekliyor. Bu esnada cephenin merkezinde keskin nişancı Anatoli Çehov, bir harabenin beşince katında. Duvarın gölgesine çökmüş, su almak için sığınağından dışarı çıkan talihsiz Fritz’i indiriyor. Elleri ve alnı ter, giysileri ve silahları toz içerisinde. Savaşın nefesi Stalingrad’ı, tüm Doğu Cephesi’ni yakıp kavuruyor.
XX. yüzyılın en büyük romancı ve savaş muhabirlerinden biri olan Vasili Grossman’ın, ünlü Kızıl Ordu gazetesi Krasnaya Zvezda’ya cephede yazdığı makaleler ve tuttuğu notlar; okuyucunun zihninde mezkur paragraftakine benzer destansı bir portre oluşturuyor. Söz konusu metinler, birkaç yıl önce tarihçi Antony Beevor ile Lyuba Vinogradova tarafından derlenerek Savaşta Bir Yazar: Vasili Grossman Kızıl Ordu’yla (1941-1945) isimli kitapta bir araya getirilmişti. Bu değerli eser, yine Can Yayınları’nca yayımlanarak; Yaşam ve Yazgı ve Her Şey Geçip Gider’le birlikte dilimizdeki Grossman külliyatının üçüncü kitabı oldu. Grossman, 1941-45 yılları arasında, bin gün boyunca cephede kalmış, kimi zaman başını belaya sokacak bir dürüstlük ve samimiyetle savaş muhabiri olarak savaşa tanıklık etmişti. Bu tanıklık, onun gerçekliği en saf haliyle yakalamasına sebebiyet vermiş ve gördüklerini duru bir yalınlıkla sunma yeteneğiyle de birleşince elimizdeki anlatının ve diğer fevkalade edebi çalışmalarının ortaya çıkmasını sağlamış durumda. Peki, elimizdeki anlatıya dair bu tespitimiz hangi unsurlara dayanıyor?
“Savaşan insan” portreleri
Dört başlık altında toplayabileceğimiz bu unsurlara; komünizmin idealleştirilmiş imgesinden sıyrılınmış; insanca, hatta Nietzsche’nin deyimiyle “Pek İnsanca” yansıtılan bir Sovyetler Birliği ve Kızıl Ordu ile başlayalım. Grossman’ın savaşa dair anlatımları ideolojinin din, liderin de kainata muktedir bir Tanrı figürü haline geldiği temel ülkelerden biri olan SSCB’deki siyasi ve askeri kadroların delüzyonları ile idrak ve kabiliyet noksanlıkları sebebiyle ülkeyi neredeyse felakete sürüklediklerine ayna tutuyor. Anlatıda, 200 Mark için Almanlara ajanlık yapan Rus erinden çekilme esnasında bir topu saplandığı çamurdan çıkarabilmek adına kurşun yağmuru altındaki bölgeye tekrar dönen kahraman askere kadar; korkağından cesuruna, acımasızından merhametlisine, bozguncusundan fanatiğine tüm “savaşan insan” portreleri yalın ve etkileyici bir dille betimleniyor. Yazarın Moskova, Stalingrad, Kursk ve Berlin gibi destansı savaşlardaki mevcudiyetiyse şüphesiz bu portreleri altınla çerçeveliyor.
İkinci başlık ise Sovyet cumhuriyetlerinin makro siyasal bağlamda birlik olmaya ne kadar muvaffak olabildiklerine dair Grossman’ın Ukrayna notları. Ukraynalıların Holodomor’un dehşet verici anıları ve kolektif çiftliklere duyduğu öfke sebebiyle Almanları kurtarıcı gibi karşılamaları ve Hitler’in onlara tekrar Hıristiyan olma özgürlüğünü getirdiğine dair inançları da siyasi tarih açısından önem taşıyor: “Yaşlıların hepsi birden soruyor: ‘Almanların Tanrı’ya inandığı doğru mu gerçekten?’”
Üçüncü başlıkta ise Grossman’ın, barış zamanında bile ezilenler kategorisinin başını çeken kadınların savaşta maruz kaldığı dramlara dair notlarını inceleme fırsatı buluyoruz. Örneğin vatansever duygularla, Nâzım Hikmet’in de üzerine şiir yazdığı Tanya (Zoya Komsodemskaya) olabilmek adına savaşa müdahil olan kadınların bir kısmı kendilerini aniden kıdemli subayların metresleri olarak bulabiliyor: “PPJ (Pohodno polevaya jena - Rusların “seferberlik metresi” manasıyla kullandığı kısaltma) – bu bizim en büyük günahımız.” Bunun yanı sıra Grossman, savaşın ileri safhasında Alman toprağına giren Sovyet ordusu mensuplarının da Alman kadınlarına tecavüz ettiğini kaydedip protesto edecekti: “Alman kadınlarının başına korkunç şeyler geliyor. Okuryazar bir Alman, birtakım Kızıl Orduluların, karısını ‘ziyarete’ geldiğini, anlamlı jestler ve kırık dökük Rusça sözcüklerle bugün kadına on kişinin tecavüz ettiğini anlatıyor. Kadın da orada.”
Dördüncü başlıkta ise Holokost ve Stalin sistemindeki anti-semitizmi ele almamız mümkün. Kendisi de Yahudi kökenli olan ve Almanların geri çekilirken boşalttığı, Holokost’un merkezi sayılabilecek Treblinka’ya gözlem yapmak adına ilk gidenlerden biri olan Grossman’ın; daha sonra Nürnberg Mahkemeleri’nde de anılacak olan “Treblinka Cehennemi” isimli makalesi için dramatik ve çarpıcı notlar aldığını görüyoruz. Yalnız satır aralarını derlediğimizde Almanların yanı sıra Sovyet askeri ve siyasi otoritelerinin, hatta Şolohov gibi Bolşevik yazarların bile anti-semitist tavırlar içerisinde olduğu gözümüze çarpıyor. Grossman’ın bu bağlamda savaş esnasında aldığı notlar; savaş sonrasında, 1946 döneminde Andrey Jdanov tarafından başlatılan ve “Doktorlar Komplosu” ile “Antifaşist Yahudi Komitesinin Feshi” gibi idamlarla sonuçlanacak anti-semitik ideolojik ve kültürel baskı döneminin ayak sesleri olarak göze çarpıyor ve tarihi bağlamda büyük önem taşıyor.
Nihayetinde Grossman’ın, Sovyet halklarının günahlarıyla-sevaplarıyla verdiği destansı mücadeleye dair gözlemlerinin keskinliği, anlayışındaki insani yan bütün edebiyatçılar ve tarihçiler için paha biçilmez bir ders niteliğinde. Yazarın XX. yüzyıl edebiyatına kazandırdığı edebi şaheserlerdeki karakter ve olayların gerçek esin kaynaklarının bu çalışmada yer alıyor olmasıysa Savaşta Bir Yazar’ı Rus edebiyatı tarihi açısından oldukça önemli kılıyor.
Kitaptaki her türlü antisovyetik ifadeyi kanıtlı-kanıtsız yazmayı, büyütmeyi başarmışsınız. Ukrayna'daki NAZi yanlılarının yaptığı vahşet bile "Holodomor nedeniyle" olduğundan mazur görülebilir!
Şolohov'ın antisemitizmini yazmışsınız iyi güzel de Ehrenburg'un yanıtını da alsaydınız keşke. Bunlardan nasıl bir "sistemik antisemitizm" çıkardığınızı da anlamak cidden güç.
Kitabın yazarının Grosman değil bir İngiliz Subayı olan Antony Beevor olduğunu da anımsatmak gerekiyor sanırım.
Saygılarımla
Yeni yorum gönder