Sabitfikir
Künye | Yazarlar | Giriş Yap

Eleştiri

Eleştiri

Karanlıkta Kar Yağarken...



Toplam oy: 1310
Edward Hallett Carr
İletişim Yayınevi

Doğu Almanya’lı ünlü yönetmen Karl Wolf, 1968 tarihli “Ich war neunzehn” (On dokuz yaşındaydım) isimli filminde, İkinci Dünya Savaşı’nın son günlerinde, doğduğu topraklara Kızıl Ordu mensubu bir çevirmen ve istilacı olarak döndüğünde yaşadığı tecrübeleri ölümsüzleştirmiştir. Söz konusu filmin en etkileyici anlarından bir tanesi, filmin üçüncü perdesinde yıllar önce İspanya İç Savaşına Uluslarası Tugaylar mensubu olarak katılmış olan tutsak bir Alman komünistine özgürlüğünün Kızıl Ordu tarafından iade edilmesidir. Bahsi geçen karakter, yeşillik içindeki çiftliğin çeşmesinin tahta platformunda, iki büklüm bir şekilde öne eğilerek ellerini ovuşturmuş, yorgun, hüzünlü ve çökmüş gözlerle uzaklara bakar. Bu anda, kamera karakterden uzaklaşırken arka fonda kendisi de İspanya İç Savaşında bulunmuş olan Ernst Busch’un “Am Rio Jarama” parçası çalmaya başlar. Parça bittiğinde karakterimiz de artık kameranın uzaklaşması sonucu küçülerek neredeyse görülemez hale gelmiştir. Sovyet devletinin topyekün zaferine rağmen, karakterin uzaklara bakan gözleri, belki de, kameranın karakterden uzaklaştığı gibi, yıllar önce İspanya’da kaybedilmiş, zaman içinde uzaklaşılarak görülmez hale gelmiş bir ülküye hüzünlenmekte; Busch’un sözleri de zaman ve mekanın uzaklığında belirsiz hale gelmiş bir imgeye hitap eder olmuştur. Kim bilir, belki de Wolf, yıllar sonra bu sahneyle,  Sovyet zaferinin ne telafi edebileceği, ne de diriltebileceği, İspanya’da yitip giden bir ruha seslenmektedir.

 

Ünlü tarihçi E. H. Carr’ın ölümünden önce ortaya koyduğu son eser olan “Komintern ve İspanya İç Savaşı” isimli eserini okurken, aklıma bir sene önce sinema koltuğunda kaşlarımı çatmış bir şekilde Wolf’un bu sahnede vermek istediği mesajı kamera, seçilen müzik ve karakterin oyunculuğundan teker teker toplayarak bütünleştirme çabalarım geldi. Son sayfayı da çevirip, kapağı kaparken memnundum, çünkü İspanya İç Savaşı’yla ilgili filmde yansımasını bulduğum, yok olup giden bir harekete dair izlenimimin Carr tarafından paylaşılarak, yılların birikiminin meydana getirdiği ziyadesiyle bir ustalıkla kağıda döküldüğünü görmüştüm. Carr’ın ömrünün malesef tamamlamaya yetmediği, İspanya İç Savaşı’ndaki Halk Cephesi’nin gözünden hikayeyi anlatan eser, Carr’ın ölümünden sonra çalışma arkadaşı Tamara Deutscher tarafından basıldı. Söz konusu eserinde Carr, solcu kesimler arasında büyük siyasi polemikler, ithamlar ve kavgalara konu olan İspanya İç Savaşı’nın anarşistler, komünistler, sendikalar ve sosyalistler tarafından neden hezimetle bittiği sorusuna kendine özgü bir kararlılık ve ödün vermezlikle eğiliyor. Carr zamanı geriye alarak, bizi savaştan bir sene öncesine, 1935 yılına, Komintern’in “Halk Cephesi” stratejisinin İspanya siyasetini sarstığı günlere götürüyor. Ardından 1936 yılına gelindiğinde demokratik seçimle başa gelen sol Halk Cephesi’ne karşı ayaklanan Franco ve isyancı birliklere karşı Cumhuriyetçilerin Fransa, İngiltere ve SSCB, Falanjistlerin ise Almanya ve İtalya tarafından desteklenmesiyle birlikte iç savaş, uluslarası güçlerin dolaylı yoldan dahil olarak askeri stratejilerini denediği bir çeşit İkinci Dünya Savaşı provası biçimini alıyor.

 

Lakin eserin gerçek değerini oluşturan, Birinci Dünya Savaşı esnasında işçilerin içinde bulundukları imparatorlukları desteklemesi ve 1920’lerde Avrupa çapındaki devrimci hareketlerin başarısız olması sonucunda Stalin ve Komintern’in, Sovyet devletinin sınırları dışında kalan bütün bölgelerdeki devrimci hareketlere “harcanabilir” muammelesi gösterdiğini gözler önüne sermesidir. Böylece Almanya ve İtalya’nın, İspanyol Falanjistlere karşı verdiği topyekün askeri ve siyasi desteğe karşın, Cumhuriyetçi Halk Cephesi’ne yardım edebilecek yegane devlet olan S.S.C.B’nin dış politikada İngiltere ve Fransa’yı gücendirmemek amacıyla söz konusu devrimci hareketi Falanjistlerin mızraklarının önüne attığına tanıklık ediyoruz. Ayrıca Sovyetlerin İspanya’ya kısıtlı askeri danışman ve eğitmenlerin yanı sıra, siyasi polislerini, ajanlarını göndermeleri ve İspanyol komünist partisi PCE’nin, başta anarşist hareket olmak üzere öteki sol grupların daha güçlü ve etkin olduğu ülkede, Sovyet yardımı dolayısıyla kontrol edebileceğinin üzerinde bir güce erişerek, Halk Cephesi’nde telafi edilemeyecek olan ayrılıklara sebep olması sürecinde yaşananların belgelerle ortaya konması da okuyuca doyurucu bir içerik sunuyor.

 

Komintern ve İspanya İç Savaşı, sağ cephenin top ve tüfekle, Sovyet cephesinin de ilgisizlik ve kısa vaadeli güç siyasetiyle yarattığı bir enkazın yıkıntıları altında kalarak yitip gitmiş bir hareketin ruhunu, tarihin güçlü kancasıyla enkazın arasından çekip çıkararak bize yeniden gösteriyor. Carr’ın söz konusu eseri, hem İspanya İç Savaşı’nı paha biçilemez bir tarihçinin kaleminden okumak, hem de Sovyet dış politikasındaki radikal kuramsal değişikliğin pratik yansımalarını tahkik etmek için biçilmiş kaftan.

Yorumlar

Yorum Gönder

Yeni yorum gönder

Diğer Eleştiri Yazıları

Modern sanat telakkisinin adeta “dinselleştiği” ve bunun da en önemli etkisini mimarlık alanında gösterdiği bir bağlamda yaşadı Turgut Cansever. Türkiye ekseninde bir yanda pozitivist bir dünya görüşünün diğer yanda da seküler mistik ve “yaratıcı insan” düşüncesinin egemen olduğu, “bilim”in dogmatikleştiği bir dönem.

Hayat parantezi 1916’da İstanbul’un Fatih semtinde, Atik Ali Paşa’da açıldı Behçet Necatigil’in. Sonra parantezin içerisine bir başka şehir girdi: Kastamonu. Zeki Ömer Defne’nin zilleri çalarken derslere bir bir girenler arasında o hassas ortaokul öğrencisi de vardı. Evlerden, kırlardan, denizlerden duyulan bu ses zil değil şiirin tınısıydı.

“Sanatçı, gözün göremediğini görendir.”

 

Çağdaş Amerikan edebiyatının en parlak yazarlarından Michael Chabon’un bir söyleşisini hatırlıyorum. Yaratıcı yazma atölyelerinin desteklenmesi gerektiğini söylüyordu: “Tamam, kimse kimseye dâhi olmayı öğretemez kuşkusuz ama yazarken hata yapmamak, yazmak denen şeye ‘okur’ gibi değil de ‘yazar’ gibi bakmak pekâlâ öğrenilebilir.

Nehir söyleşi, ara bir tür. Ne biyografi ne de otobiyografi. Otobiyografi değil çünkü hayatınızı nasıl anlatacağınızı söyleşiyi yapan kişinin soruları belirliyor. O çerçeveyi siz çizemiyorsunuz ve birkaç soruyla hiç istemediğiniz günlere veya olaylara geri dönmeniz mümkün.

Kulis

Bir Rüya Gibi Dağılacak Olan Hokkabazlar Dünyasında Yaşıyoruz

ŞahaneBirKitap

Kaan Burak Şen, yavaştan genç yazar olarak anılmanın sonuna doğru geliyor; Mutlu Kemikler üçüncü kitabı… Kafası bir hayli tuhaf. Şimdilerde bir roman yazdığı da söyleniyor, fakat öncesinde belirtmekte fayda var: Mutlu Kemikler öykü derlemesi henüz çıktı, pek başka bir kitaba benzetilecek bir havası da yok bu kitabın.

Editörden

Tıp ve edebiyat ilişkisi, tıbbın insanla olan ilişkisi gibi tarih boyunca şekil değiştirmiş, her dönem yeni yaklaşımlarla genişlemiştir. Tıbbın tarihi, insan acılarının da tarihidir aslında. Edebiyatın içinde kapladığı yer, diğer bilim dallarından hep daha büyük olmuştur tıbbın.