Sabitfikir
Künye | Yazarlar | Giriş Yap

Eleştiri

Eleştiri

'Kasaba'nın karları erirken



Toplam oy: 2040
Nuri Bilge Ceylan
Norgunk Yayıncılık
Karşımızda gençliğinin karanlık zindanlarını sinemanın karanlık salonlarına dönüştüren bir Nuri Bilge Ceylan panoraması.

''Gençliğim yalnızlığın karanlık zindanlarında geçti sayılır.'' NBC. Bazı kitapların tarifi zor. En çok da kime, hangi koşulda, neden hitap ettiğini anlatmak konusunda zor. Nuri Bilge Ceylan'ın 25 yıllık yol arkadaşı Mehmet Eryılmaz'ın, yönetmenin Kasaba filminden Bir Zamanlar Anadolu'da'ya uzanan on yılı aşkın yaşam ve sinema serüvenini derlediği Söyleşiler de zor bir kitap.

Zorluğu biraz da isminden. Söyleşiler yönetmenin otobiyografisi, içinde cinayetler barındıran serüvenci romanı, sinema dersleri günlüğü belki, hatta Çehov'u anlamak adlı incelemesi de olabilir ama bir söyleşi kitabı değil. Kitap içindeki o italik soru cümleleri bazen bir dış ses bazense bir yan karakterin merakı veya açmazı olarak okunmalı. Karşımızda gençliğinin karanlık zindanlarını sinemanın karanlık salonlarına dönüştüren bir Nuri Bilge Ceylan panoraması. Aşka, ölüme, melankoliye, kötü, ayıp ve sıradan yanlarımıza dair bir hayat mecmuası. Tinin derinliklerinde bir muzır neşriyat sertifikası. Bir yönetmenin yedi filminde, yedi ayrı zamanın, yedi ayrı ruhuyla kendiyle hesaplaşması. Bu hesaplaşmanın her insanın kendiyle yüzleşebileceği tuhaf, kozmik yanları.

"Londra'ya gittim. Az bir parayla. Ama zaten macera yaşamak bir üst değer gibi göründüğü için çok da fark etmiyordu. Londra'da bulaşıkçılık falan gibi herkesin başına gelen işleri yaptım. Market hırsızlığı filan yaptım. Hatta özel sefere çıktığım olurdu."

 

 

 

Kasaba'lı zamanlar, yönetmenin filmi de yaşamı da karlar altındadır. Sözün sinemasından önce kendine geldiği, ilk tanışma safhalarıdır, kendini kendinden saklamaz. İleride Kasaba'nın karları erimeye başlayacak ve geçmişinden artık bu kadar ayrıntılı bahsetmeyecektir.



Şimdilerde bir eleştiri olarak sunulan Türkiye'deki festivallerde ödül almak için hırka ile sahneye çıkışı Mayıs Sıkıntısı zamanlarında da gömleği ile hedeftedir. Şimdilerde vermesi beklenen cevabı aslında o günlerden vermiştir: "Bu ülkede kravata, smokine ya da o tip giyime yüklenen anlam, beni bu tarz giyimden ve onun temsil ettiği hemen her şeyden yıllar önce soğuttu. Cannes Film Festivali'ne gittiğimde smokin giymek zorunda kalmıştım ama doğrusu kendimi bir maymun gibi hissetmiştim."

 

Mayıs Sıkıntısı'nın bünyeye de sirayet ettiği zamanlar belki yönetmenliğinin ilk sancıları, Uzak'ın filizlendiği ilk sancılar. Yönetmen kendisini, kendi kozasını ifşa etmekten de, bozguna uğratmaktan da çekinmiyor. Kendisinin kendiyle olan açmazı, çıkmazları sinemasını da aynı tereddüt ve sorularla, içsel acılarla şekillendiriyor: "Algılarım keskinliğini epey yitirdi, onu hissediyorum. Koza'yı çekmeye 36 yaşımda başlamıştım. Muhakkak ki, 25 yaşında başlasaydım çok daha iyi olurdu. Daha çok enerjim olurdu. Gençken gözünüz daha kara oluyor. Gözü kara bir cesarete o kadar ihtiyaç var ki film yapmak için."

 

 

Uzak'ın ardından hala algıda keskinlik arayışı, daha iyiyi arayışı sürüyor yönetmenin. Bu biraz da Uzak ile doruğa ulaşan Cannes başarısına dair bir ipucu değil mi? Sürekli ayrıntıyı araması, ayrıntının en girintili köşelerine girebilme ve orada kaybolabilme cesareti.

Söyleşiler'de, Nuri Bilge Ceylan'ın hayata bakışında ve sinemasını şekillendirişinde başat ve en belirleyici karakter Çehov. Yönetmen için adeta bir katalizör, bir turnusol kağıdı. Hiç ayrılmamacasına bir yol arkadaşı: "Çehov hayatıma girdikten sonra birden gözlemlerim anlam kazandı sanki. İnce detayları kıvrak bir şekilde ifade etme gücü ve klişelerden uzaklığı, asla bir ders vermek gibi bir amaç gütmemesi ve bağışlama yeteneğinin çok kuvvetli olması ve hiçbir şekilde hüküm giydirmemesi."

Kasaba'nın karları erimeye yüz tutmuş. Artık yönetmenin sineması kendi geçmişinden önce geliyor. Geçmişinin yerini geleceği almış. Gelecek düşleri, fikirleri artık sadece bir Kasaba'nın değil evrensel kültür camiasının, küresel köyün ilgi konusu. Kendi yaşamından izler taşıyan senaryoların ardından kendisi ve eşi tüm yalınlığı ve cesaretiyle bu kez kamera karşısında, zamanlardan İklimler:


"Bir filmin kişisel olması toplumu ilgilendirmediği anlamına gelmez. Esasında İklimler'in meselesi de, sizin dediğiniz anlamda olmasa da, büyük ve toplumun genelini ilgilendiren birmesele bana göre. Sadece bu toplumu değil bütün insanlığı ilgilendirebilecek bir mesele."

 

 

 

Yönetmen, Üç Maymun'la yalnız ve güzel ülkesine selam ederek sinemasını tam kavrayamayanları şaşırtmıştır. Sinemasının karakterini anlamakta bocalayanlara da keskin bir dille cevap verecektir. Little White Lies Magazine'in Londra'lı editörü Matt Bochenski ile yaşadığı doğu batı, kadın erkek sorunsalında, sinemasının tesadüfler ve genel kanaatler üzerine kurulmadığını açıkça ilan edecektir:


"İster kadın olsun ister erkek, ben karakterlerimin zayıflıklarını fırsat buldukça ortaya dökmeye çalışan biriyim. Geçmişte ya da bugün kadınlara bazı haksızlıklar yapılıyor, ya da kültürün kadınlara bakış açısında birtakım çarpıklıklar var diye kadın karakterlerime torpil yapmaya kalkmak benim işim olamaz."

Yönetmen için ibre artık Bir Zamanlar Anadolu'da'dır. Zamanının karanlık köşelerinin şimdilik son evresidir bu: "Gündelik politikanın on sene sonra anlamı kalmayabilir ama manda yoğurdunun elli sene sonra da yeri var olabilir."

 

 

Söyleşiler, tıpkı Nuri Bilge Ceylan sineması gibi kendini sınırda var eden zor bir kitap; yol haritanız da olabilir, kapağını dahi açmayacağınız sıkıcı kitaplar listenizin başlıcası da. Nerede duruyorsanız oradan, nereden bakıyorsanız o taraftan yön bulabilecek bir kitap. Bir pusuladan çok bir pusula arayışı.

Kasaba'nın karları erirken Nuri Bilge Ceylan çok dilli Koza'sından kendine sesleniyor, sadece kendine, özlemini duyduğumuz bir gerçeklikle; ''Ama röportajlarda gerçekler çıkmaz ortaya. Röportaj veren insan muhakkak biraz korunaklı davranır. Şu teyp kapandığında çok daha dürüst bir konuşmanın başlayacağına ben eminim.''

 

 

 

 

Yorumlar

Yorum Gönder

Yeni yorum gönder

Diğer Eleştiri Yazıları

Modern sanat telakkisinin adeta “dinselleştiği” ve bunun da en önemli etkisini mimarlık alanında gösterdiği bir bağlamda yaşadı Turgut Cansever. Türkiye ekseninde bir yanda pozitivist bir dünya görüşünün diğer yanda da seküler mistik ve “yaratıcı insan” düşüncesinin egemen olduğu, “bilim”in dogmatikleştiği bir dönem.

Hayat parantezi 1916’da İstanbul’un Fatih semtinde, Atik Ali Paşa’da açıldı Behçet Necatigil’in. Sonra parantezin içerisine bir başka şehir girdi: Kastamonu. Zeki Ömer Defne’nin zilleri çalarken derslere bir bir girenler arasında o hassas ortaokul öğrencisi de vardı. Evlerden, kırlardan, denizlerden duyulan bu ses zil değil şiirin tınısıydı.

“Sanatçı, gözün göremediğini görendir.”

 

Çağdaş Amerikan edebiyatının en parlak yazarlarından Michael Chabon’un bir söyleşisini hatırlıyorum. Yaratıcı yazma atölyelerinin desteklenmesi gerektiğini söylüyordu: “Tamam, kimse kimseye dâhi olmayı öğretemez kuşkusuz ama yazarken hata yapmamak, yazmak denen şeye ‘okur’ gibi değil de ‘yazar’ gibi bakmak pekâlâ öğrenilebilir.

Nehir söyleşi, ara bir tür. Ne biyografi ne de otobiyografi. Otobiyografi değil çünkü hayatınızı nasıl anlatacağınızı söyleşiyi yapan kişinin soruları belirliyor. O çerçeveyi siz çizemiyorsunuz ve birkaç soruyla hiç istemediğiniz günlere veya olaylara geri dönmeniz mümkün.

Kulis

Bir Rüya Gibi Dağılacak Olan Hokkabazlar Dünyasında Yaşıyoruz

ŞahaneBirKitap

Kaan Burak Şen, yavaştan genç yazar olarak anılmanın sonuna doğru geliyor; Mutlu Kemikler üçüncü kitabı… Kafası bir hayli tuhaf. Şimdilerde bir roman yazdığı da söyleniyor, fakat öncesinde belirtmekte fayda var: Mutlu Kemikler öykü derlemesi henüz çıktı, pek başka bir kitaba benzetilecek bir havası da yok bu kitabın.

Editörden

Tıp ve edebiyat ilişkisi, tıbbın insanla olan ilişkisi gibi tarih boyunca şekil değiştirmiş, her dönem yeni yaklaşımlarla genişlemiştir. Tıbbın tarihi, insan acılarının da tarihidir aslında. Edebiyatın içinde kapladığı yer, diğer bilim dallarından hep daha büyük olmuştur tıbbın.