Sabitfikir
Künye | Yazarlar | Giriş Yap

Eleştiri

Eleştiri

Katilim kim?



Toplam oy: 1588
"Katilimi Arıyordum" diyen kahramanın peşine düştüğü bu katil, sadece kendisinin katili midir?

Derviş Şentekin’in ilk romanı, öncelikle adıyla çekmişti dikkatleri. Hatta, Beş Parasızdım ve Kadın Çok Güzeldi gibi ilginç bir başlığa sahip olan bu roman, daha önce polisiyelerle yolu kesişmemiş okurların da ilgisini uyandırmayı başarmıştı. Şimdi bu ilk romandaki kurguyu tamamlayan bir Şentekin kitabı daha var karşımızda: Beş Parasızdım ve Katilimi Arıyordum. İlk romanı okuyanların kesinlikle okuması gereken bu kitabı, ilginç bir şekilde, ilk romanı okumayanlar da okuyabilir rahatlıkla. Bu kez, belki de adında “katil” sözcüğü geçtiği için polisiye etiketini yapıştırmamız daha kolay görünüyor.

 

İsimsiz kahramanımız bu sefer, kendi katilinin peşinde. “Katil kim” kurgusu polisiye edebiyatın alt türlerinden biridir. Derviş Şentekin’in romanıysa tabiricaizse bir “katilim kim” romanı ve bu bağlamda yazarın polisiye edebiyatta postmodern bir hamleye başvurduğunu iddia etmek mümkün. Katilini arayan bir kahramanı olduğuna göre, romanın bir ölümle başlaması da kaçınılmaz. İşte ilk romanı okuyanların bunu kesinlikle okuması da bu yüzden gerekiyor. İlk kez bir Şentekin romanı okuyacaklar için de diyebiliriz ki, okuru sıkmadan, hızla kalkan bir perdesi var bu kurgunun. Aşağı yukarı son perdesine kadar da aynı tempoda ilerliyor hikaye. Yer yer aksiyonun yükseldiği, beyazperdeye uyarlansa yakışır diye düşündürten sahneleriyle birlikte duygusallığın önplana çıktığı ama hikayenin akışından koparacak derecede bir dengesizliğin oluşmadığı, sürükleyici ve bol diyaloglu bir polisiye bu.

 

Oldukça yerli, “bizden” bir öykü okuduğumuz hissine kapıldığımız için olsa gerek, daha ilk sayfadan itibaren edebi bir misafirperverlikle karşılayan bir metin çıkmış Şentekin’in kaleminden. Tıpkı eski bir Yeşilçam filminin bizi “damardan” yakalaması gibi, okurunu gönülden vuran bir polisiyeyle karşı karşıyayız; ki akla hitap eden bu edebi türün gönülden vurması pek ender görünür.

 

 

Toplumsal yaralar

 

Katilini arayan kahramanımız, kendisini kimin hangi sebeple öldürmeye çalıştığını çözmeye uğraşırken, öykü de bir intikam öyküsüne dönüşüyor. Çevresinden edindiği bilgilerle hiç ummadığı bir yola giren ve eski bir istihbaratçı olan kahraman, kendisi dışında gelişen olayları öğrendikten sonra hayatıyla ilgili yaptığı planlardan vazgeçip katilinin peşine düşmeye karar veriyor.

 

Elbette, buraya kadar söylenilenlerden de anlaşıldığı üzere, Beş Parasızdım ve Katilimi Arıyordum için tipik bir polisiye diyemeyiz. Öyle bir roman ki bu, yazarı sıkı bir polisiye hayranı olmadığını açıklasa dahi şaşırmayız. Batılı bir edebiyattır çünkü bu. Aydınlanma Çağı, Fransız Devrimi, Sanayi Devrimi ve akılcılık ile uzun süreli bir ilişki yaşamış Batı uygarlığının duygu ve düşünce yapısının yansıdığı, 20. yüzyılda da birçok alt türünün ortaya çıktığı “akıl” odaklı bir akımdır. Temelde gizemdir asıl sorun. Çözülmesi gereken bir vaka vardır. Kahramanımız bir dedektif, casus, katil ya da daha yakın dönemlerde görüldüğü üzere sıradan bir insan da olabilir. Bu noktada neyin anlatıldığı değil, nasıl anlatıldığı önem kazanmıştır polisiyede. Böylece iyi polisiyeyi kötü polisiyeden ayırmak da mümkün olmuştur. Derviş Şentekin de, ne anlattığına değil nasıl anlattığına bakılması gereken bir roman sunuyor bize.

 

Olayların paralelinde toplumsal yaraların da hesabını tutuyor yazar. Bu roman, kahramanımızın bireysel hesaplaşmasının öyküsü bir yana, Türkiye tarihinin yakın geçmişindeki karanlık siyasi tabloyu da oldukça aydınlatıyor. Türkiye’de polisiye dediğimizde ilk akla gelen yazar olan Ahmet Ümit, şöyle yazıyordu İnsan Ruhunun Haritası adlı kitabında: “Gizemli suç, polisiye roman için yalnızca basit bir malzeme değil, aynı zamanda yazarın üslubunu da belirleyen bir ana maddedir. Gizemli suçu anlatan romanların, klasik polisiye, kara roman, casus romanları, gerilim romanları olarak kendi arasında türlere ayrılması da bu yüzdendir. ‘Kara Roman’ bunların arasında oldukça özgün bir konuma sahiptir. Klasik polisiye; çok bilinmeyenli bir cinayet bilmecesinin çözümüne dayanır, casus romanları devlet ya da şirketler düzeyinde işlenen bir suçun açığa çıkarılması ekseninde gelişir, gerilim suç işleme anının ya da suçlunun yakalanma anının ayrıntılarından oluşur, ‘Kara Roman’ ise suçun ekonomik ve sosyal nedenleri üzerinde yükselir.” Ahmet Ümit’in tespitine dayanarak düşündüğümüzde, Beş Parasızdım ve Katilimi Arıyordum’un kara roman özellikleri taşıyan bir suç romanı olduğunu söyleyebiliriz. Yeri gelmişken, son yıllarda özellikle yabancı dillerden çevrilen polisiyelerin birçoğunun gerilim romanı olarak tanımlanması gerektiğini, Şentekin’in kitabının ise kesinlikle bir gerilim romanı olmadığını da açıkça belirtebiliriz.

 

Bu kahraman neden beş parasız ve neden katilini arıyor?

 

Bahsettiğimiz bu kara roman özelliği, aslında anlatılan öykülerin yerelliğini de öne çıkarıyor, ancak sadece yerelde kalması gibi bir sınır da getirmiyor elbette. Yıllardır ABD’deki bütün çetelerin, uyuşturucu ağlarının ismini öğrendik ve kara roman kültürü sayesinde suçun insana ne yaptığını, ne yaptırdığını gördük. Diğer yandan son yıllarda yükselişe geçen İskandinav polisiyelerinde de, arka planda yükselişe geçen bir milliyetçiliğin sebep olduğu cinayet romanları okuduk. İşte bu “kara” sıfatı da buradan geliyor zaten, bahsedilenlerin gerçek olmasından. Derviş Şentekin de, kara bir gerçeğin öyküsüyle birleştiriyor gizemli suç öyküsünü.

 

Gelin kitabın ismini tekrar yavaş yavaş okuyalım: Beş Parasızdım ve Katilimi Arıyordum. Bu kahraman neden beş parasız ve neden katilini arıyor diye sorduğumuzda, kitabı okuyanların da göreceği gibi, az önce tanımlamaya çalıştığımız kara romanın yolunda buluyoruz kendimizi. Bazı polisiyeler vardır, tek bir kişinin işlediği suçun gizemini aydınlatır, bazı polisiyelerse tek bir vakayla sayısız karanlık suçun hesabını sorar. İşte böyle “kararır” bir polisiye. Henüz kitabı okumayanları da düşünerek şu soruyu da sorabiliriz: “Katilimi Arıyordum” diyen kahramanın peşine düştüğü bu katil, sadece kendisinin katili midir?


 

 


 

 

* Görsel: Can Çetinkaya

 

 

Yorumlar

Yorum Gönder

Yeni yorum gönder

Diğer Eleştiri Yazıları

Modern sanat telakkisinin adeta “dinselleştiği” ve bunun da en önemli etkisini mimarlık alanında gösterdiği bir bağlamda yaşadı Turgut Cansever. Türkiye ekseninde bir yanda pozitivist bir dünya görüşünün diğer yanda da seküler mistik ve “yaratıcı insan” düşüncesinin egemen olduğu, “bilim”in dogmatikleştiği bir dönem.

Hayat parantezi 1916’da İstanbul’un Fatih semtinde, Atik Ali Paşa’da açıldı Behçet Necatigil’in. Sonra parantezin içerisine bir başka şehir girdi: Kastamonu. Zeki Ömer Defne’nin zilleri çalarken derslere bir bir girenler arasında o hassas ortaokul öğrencisi de vardı. Evlerden, kırlardan, denizlerden duyulan bu ses zil değil şiirin tınısıydı.

“Sanatçı, gözün göremediğini görendir.”

 

Çağdaş Amerikan edebiyatının en parlak yazarlarından Michael Chabon’un bir söyleşisini hatırlıyorum. Yaratıcı yazma atölyelerinin desteklenmesi gerektiğini söylüyordu: “Tamam, kimse kimseye dâhi olmayı öğretemez kuşkusuz ama yazarken hata yapmamak, yazmak denen şeye ‘okur’ gibi değil de ‘yazar’ gibi bakmak pekâlâ öğrenilebilir.

Nehir söyleşi, ara bir tür. Ne biyografi ne de otobiyografi. Otobiyografi değil çünkü hayatınızı nasıl anlatacağınızı söyleşiyi yapan kişinin soruları belirliyor. O çerçeveyi siz çizemiyorsunuz ve birkaç soruyla hiç istemediğiniz günlere veya olaylara geri dönmeniz mümkün.

Kulis

Bir Rüya Gibi Dağılacak Olan Hokkabazlar Dünyasında Yaşıyoruz

ŞahaneBirKitap

Kaan Burak Şen, yavaştan genç yazar olarak anılmanın sonuna doğru geliyor; Mutlu Kemikler üçüncü kitabı… Kafası bir hayli tuhaf. Şimdilerde bir roman yazdığı da söyleniyor, fakat öncesinde belirtmekte fayda var: Mutlu Kemikler öykü derlemesi henüz çıktı, pek başka bir kitaba benzetilecek bir havası da yok bu kitabın.

Editörden

Tıp ve edebiyat ilişkisi, tıbbın insanla olan ilişkisi gibi tarih boyunca şekil değiştirmiş, her dönem yeni yaklaşımlarla genişlemiştir. Tıbbın tarihi, insan acılarının da tarihidir aslında. Edebiyatın içinde kapladığı yer, diğer bilim dallarından hep daha büyük olmuştur tıbbın.