Sabitfikir
Künye | Yazarlar | Giriş Yap

Eleştiri

Eleştiri

Kediler öğretmenlerimiz bizim



Toplam oy: 1289
Charles Bukowski // Çev. Avi Pardo
Parantez Yayıncılık
Kedili videoların izlenme rekorları kırdığı, Kediler’in şimdiden çok sattığı düşünülürse, kötü hissettiğinde kedilere sığınan bir tek Charles Bukowski olmasa gerek...

Sevgisini göstermeyi zayıflık olarak kabul eden biri için, insana en yakın bütün o canlılar arasından kendisine örnek alabileceği yegane tür kedilerdir şüphesiz. Her kedinin mizacı farklı olsa da, her canlı gibi çevresel faktörlerden ve etrafını saran diğer canlılardan etkilense de, genele baktığımızda görürüz ki, kedinin guruldanması, sevgisinin değil hoşnutluğunun ifadesidir. Onu bir gün bırakabileceğiniz hususunda kaygılanmaz kedi, sizi hoş tutmaya çalışmaz; hatta o gururlu duruşu alttan altta sizsiz de gayet iyi idare edeceğini fısıldar gibidir. Kedi sizi şımartmaz, şımartılmayı da beklemez; yollarınız bir gün ayrılırsa bunun üzerinde de pek fazla durmaz. Kısacası kediler “seviyeli ilişki” için çok uygundur. “Araplar kediye hayranlık duyar, kadınları ve köpekleri hakir görürler, çünkü onlar sevgilerini belli ederler ve sevgi, kimilerine göre, zayıflığa işaret eder. Öyledir belki. Ben sevgimi fazla belli etmem,” diyen Charles Bukowski de, bu ifadeleriyle politik doğruculuğa hiç aldırmadığını hissettirip ırkçılık ve cinsiyetçilik suçlamalarına kapı açmaz sadece, Kediler’in henüz ilk sayfalarında bu canlı türüne duyduğu ilginin köklerini mizacındaki bu taşlaşmış utangaçlıkta gösterir.

 

İngiltere menşeili yayıncı Canongate’in bir araya getirerek Kasım 2015’te yayımladığı Bukowski’nin kedi temalı düzyazı ve şiirleri, kısa sürede Türkçe okuruna da ulaşmış bulunuyor. Bu derlemede tüm netliğiyle karşımıza çıkan tablo ise, Bukowski’nin bir yandan kendisini en çok kedilere benzetirken, diğer yandan da en çok kedilere benzemek istediği; hayatına en rahat kedileri aldığı ve kediye benzeyen insanların özlemini çektiği... Canongate’in hazırladığı tanıtım metninde, kedilerin, serseri olarak bilinen Bukowski’nin yumuşak yanını ortaya çıkardığı belirtiliyor; fakat burada kastedilen kedilere sunulmuş bir sevgi değil, kedileri öne sürerek yazarın kendisi için aradığı bir hoşgörü olmalı. Bunun sorumluluğunu da ona sevgisini saklamayı öğretenlere yüklemek gerekir belki de...

 

Her kedinin mizacı farklı olsa da, genele baktığımızda görürüz ki,
kedinin guruldanması sevgisinin değil hoşnutluğunun ifadesidir.

 

 

“İşte size harikulade bir kedi. Dili dışarıda, şaşı. Kuyruğu kesik. Harikulade bir kedi, sezgileri güçlü. Röntgen çektirmek için onu veterinere götürdük –ona araba çarptı. Veteriner, ‘bu kediye iki kez araba çarpmış, vurulmuş ve kuyruğu kesilmiş,’ dedi. ‘Ben bu kediyim,’ dedim. ‘Kapıma geldiğinde açlıktan ölmek üzereydi. Nereye geleceğini biliyordu. İkimiz de sokak serserileriyiz.’”

 

Kitabın bir özeti sayılabilecek “Kedilerimden Öğrenirim” adlı şiirinde “Kendimi kötü hissettiğimde/ Tek yapmam gereken/ Kedilerimi izlemektir/ Cesaretim/ Yerine gelir./ inceliyorum/ Bu yaratıkları.// onlar/ öğretmenlerim/ benim” diyor Bukowski. Kedili videoların izlenme rekorları kırdığı, Kediler’in şimdiden çok sattığı (bunda kitabın inceliğinin de payı vardır mutlaka) düşünülürse, kendisini kötü hissettiğinde kedilere sığınan bir tek Charles Bukowski olmasa gerek... Yine de diyebiliriz ki, öğretmen aynı bile olsa, her öğrenci farklı bir şey öğrenir ondan.

 

 


 

 

* Görsel: Elif Demir

 

 

Yorumlar

Yorum Gönder

Yeni yorum gönder

Diğer Eleştiri Yazıları

Modern sanat telakkisinin adeta “dinselleştiği” ve bunun da en önemli etkisini mimarlık alanında gösterdiği bir bağlamda yaşadı Turgut Cansever. Türkiye ekseninde bir yanda pozitivist bir dünya görüşünün diğer yanda da seküler mistik ve “yaratıcı insan” düşüncesinin egemen olduğu, “bilim”in dogmatikleştiği bir dönem.

Hayat parantezi 1916’da İstanbul’un Fatih semtinde, Atik Ali Paşa’da açıldı Behçet Necatigil’in. Sonra parantezin içerisine bir başka şehir girdi: Kastamonu. Zeki Ömer Defne’nin zilleri çalarken derslere bir bir girenler arasında o hassas ortaokul öğrencisi de vardı. Evlerden, kırlardan, denizlerden duyulan bu ses zil değil şiirin tınısıydı.

“Sanatçı, gözün göremediğini görendir.”

 

Çağdaş Amerikan edebiyatının en parlak yazarlarından Michael Chabon’un bir söyleşisini hatırlıyorum. Yaratıcı yazma atölyelerinin desteklenmesi gerektiğini söylüyordu: “Tamam, kimse kimseye dâhi olmayı öğretemez kuşkusuz ama yazarken hata yapmamak, yazmak denen şeye ‘okur’ gibi değil de ‘yazar’ gibi bakmak pekâlâ öğrenilebilir.

Nehir söyleşi, ara bir tür. Ne biyografi ne de otobiyografi. Otobiyografi değil çünkü hayatınızı nasıl anlatacağınızı söyleşiyi yapan kişinin soruları belirliyor. O çerçeveyi siz çizemiyorsunuz ve birkaç soruyla hiç istemediğiniz günlere veya olaylara geri dönmeniz mümkün.

Kulis

Bir Rüya Gibi Dağılacak Olan Hokkabazlar Dünyasında Yaşıyoruz

ŞahaneBirKitap

Kaan Burak Şen, yavaştan genç yazar olarak anılmanın sonuna doğru geliyor; Mutlu Kemikler üçüncü kitabı… Kafası bir hayli tuhaf. Şimdilerde bir roman yazdığı da söyleniyor, fakat öncesinde belirtmekte fayda var: Mutlu Kemikler öykü derlemesi henüz çıktı, pek başka bir kitaba benzetilecek bir havası da yok bu kitabın.

Editörden

Tıp ve edebiyat ilişkisi, tıbbın insanla olan ilişkisi gibi tarih boyunca şekil değiştirmiş, her dönem yeni yaklaşımlarla genişlemiştir. Tıbbın tarihi, insan acılarının da tarihidir aslında. Edebiyatın içinde kapladığı yer, diğer bilim dallarından hep daha büyük olmuştur tıbbın.