Pencerenin önüne yerleştirdiğim minik kutunun içindeki “cam önü kedisi no:1”e yiyecek bir şeyler verdim. Kedilere isim takma konusunda çok başarılı olduğum söylenemez. Hafif bir mırlamayla karşılık verdi no:1. Bir an göz göze geldik ve o an bakışlarıyla, “Çekilsen de karnımı doyursam,” dediğine yemin edebilirim. Ya da edemem. Ama emin olduğum bir şey var ki, Gündüz Vassaf’ın İstanbul’da Kedi kitabından sonra kedilere aynı gözle bakamayacağım. Hatta yalnızca kedilere değil, insanlara da. Hatta belki daha çok insanlığa...
Kedi fotoğraflarıyla mest olan, yavru kedileri yutacakmış gibi öpüp sıkıştıran, her kedi ilanında içi akan onlarca insan tanıyorum (girişten anlaşılacağı gibi ben de bu insanlara dahilim). Ama onların davranışlarından sonuç çıkarmak bir yana, hiçbirimizin bir kediyi gerçekten dinlediğimizi düşünmüyorum. O yüzden tarih düşkünü dünya sefilleri olarak, hiçbirimiz bir kedi tarafından kulağımızın çekilmesine hazır değiliz.
Bu yüzden uyarmakta fayda var: Önce insanlığınızı cebinizden çıkarıp gözünüzün önünde bir yere koyun. Zira kediler size sizin öykünüzü anlatırken onun gittikçe küçüldüğünü kendi gözlerinizle göreceksiniz.
Her şeyin arkasındaki kedi patisi
Öncelikle, doğaya hayranken bile üstünlük kompleksini sergileme fırsatını kaçırmayan insanları anlatıyor Vassaf. Günümüz insanını; röntgen turizminin elçilerini, “hayvan” kelimesini hakaret olarak kullananları, iki ayak üzerinde yürümeye başlayıp alet yapımını öğrendiği andan itibaren kendilerini hayvanlardan üstün gören, kendilerine hayran, kendilerine tapan insanları. Kendilerini önce hayvanlardan, sonra diğer insanlardan, daha sonra kendilerinden bile üstün görenleri... Dostlukları pazarlayıp acizlikle otoriteye muhtaç kalan insanları... Ötekileştirme bağımlılığını hayvanları bile kapsayacak kadar genişletenleri... Neyse ki, “kedinin dünyaya getiriliş nedeni insana hizmet değil haddinin bildirilmesi.”
Ve ardından, hangi ara olduğunu neredeyse fark edemediğiniz bir anda kediler alıyor sözü. İnsan ırkının neden üstün olmadığını anlatırken kedilerin dünya serüveninden geçiyor önce. Öyle noktalardan bağlıyor ki, yıkılan impartorluklardan tarım evrimine kadar her şeyin arkasından bir kedi patisi çıkıyor.
Yeterince sindirdiyseniz, İstanbul’un hikayesine geçebiliriz... Ama zannetmeyin ki sokakların mutlu kedileri bekliyor sizi. Bu üzerinden para kazanılabileceğinin fark edildiği, dünyayı ayağa kaldıran bir turizm atağının öyküsü. Kedi şehri turizmi... Kediler gözlerini onlardan kaçırmayan İstanbulluların ilgisinden memnun. Peki ya dünyanın dört bir yanından onlara sahip olmak için gelenlerin ilgisi? Üzerlerine yazılan yasalardan da memnunlar mı acaba? Ömer Avni mahallesinin dört kedisi meşhur olduktan sonra neler yaşanır mesela? Peki ya insanın bencilliğinden feragat belgesi olan evrensel kedi hakları beyannamesi imzalanırsa neler yaşanabilir?
Kitabın kapağındaki “şiir-roman” ifadesi, İstanbul’da Kedi için eksik bir tanım. En kediciyim diyenin bile, belki de bilmediği tarihi bir harita çıkarmış Gündüz Vassaf. İnsanın, kitabı okurken yediği tokatları sindirebilmesi için üzerine bir bardak soda içmesi gerekiyor. Aynı zamanda kapitalizmin, sistemin, iktidarın, kedilerin, insanların ve en nihayetinde aslında hepsini özetleyen İstanbul’un hikayesi bu.
* Görseş: Mert Tugen
Yeni yorum gönder