Engin Geçtan dendiğinde aklınıza ilk gelen nedir? Psikoterapist? Yazar? Doktor? Ya da meraklı bir kedi? Engin Geçtan bugüne dek yazdığı romanlar ve edebiyat dışı kitaplarla bunların hepsi kuşkusuz; fakat elbette bunlardan ibaret de değil. Çünkü Rastgele Ben'de karşılaştığımız Engin Geçtan hayatının başında, merakının peşinde gencecik bir adam.
Engin Geçtan'la ilk yazar-okur ilişkim Hayat adlı kitabıyla olmuştu, onu İnsan Olmak ve diğerleri takip etti. Ve diyebilirim ki bütün kitapları boyunca sanki Engin Geçtan'la bir psikoterapi seansındaymışım gibi hissettim, o derece doğrudan bir bağ kurdum yazdıklarıyla. Daha doğrusu yazdıkları benimle bağ kurdu, bir şekilde her biri kişisel yaşantımda boğuştuğum bir soruya cevap oldu, rahatlamamı sağladı. Engin Geçtan bütün o kitapları bize hitaben mi yazmıştı, yoksa amacı boşluğa bir anlayış balonu salmak mıydı bilmiyorum. Ama kitaplarını her elime aldığımda sadece kitaplarının değil, Engin Geçtan'ın da bana iyi geldiği çok açık. Fakat ruhumuzun şifacısı Engin Geçtan bu defa kendi divanına uzanmış; bize değil kendisine anlatmış.
Kitap, "Bir Zamanlar Amerika'da", "Dipsiz Kuyuda Yolculuk", "La Turchia piu bella" ve "Matriks ya da Apocalypse Now" adlarında dört bölümden oluşuyor. "Bir Zamanlar Amerika"da adlı bölümde Engin Geçtan ile beraber 50'li yılların ABD'sine şöyle bir uzanıyoruz. Bu yolculuk aslında Engin Geçtan'ı Engin Geçtan yapan yolculuklardan biri. Üstelik bugün siyahi bir başkan tarafından yönetilen ABD 50'lerde bizim bildiğimiz ABD değil. Irk ayrımının ve ırkçı söylemlerin en yoğun olduğu o dönemde çatışmayı Harlem'i yürüyerek gezen, meraklı ve cesur bir kedinin gözlerinden izlemek olaya başka bir açıyla bakmamızı sağlıyor. Anlayacağınız üzere, bu bölüm yalnızca ABD'de psikiyatri eğitimi almaya giden genç bir hekimin hatıratından ibaret değil, aynı zamanda toplumsal ve kitlesel analizler de barındırıyor içinde.
Psikoloji bilimi çamurlu bir dipsiz kuyu
"Dipsiz Kuyuda Yolculuk" ise "Bir Zamanlar Amerika"da ile beraber kitabın en uzun iki bölümünden biri. Yazarın bu başlıkla kastettiğinin psikiyatri olduğunu düşünmeden edemedim. Gerçekten de tıbbın diğer dallarına göre daha genç, daha karanlık olan psikiyatri sadece yeni sözler söylemeye değil, spekülasyonlara da çok müsait. Bu yüzden dipsiz olduğu kadar çamurlu bir kuyu da olabilir kimi zaman. Fakat Engin Geçtan'ın bir hekim olarak yetiştiği dönem düşünüldüğünde bu başlığın daha ziyade modern psikiyatriyi emekleme çağından yürüme çağına geçirme, yeni yeni sözler söyleme çabalarını ifade ettiğini düşünmek yanlış olmaz.
"La Turchia piu bella" yani "En Güzel Türkiye" bölümünüyse Türk toplumu üzerine geniş açılı bir değerlendirme olarak düşünmek mümkün. Jung'un ortaya attığı kollektif bilinçaltı ve arketip kavramlarına da değinen bu bölümü Türk olmanın beraberinde getirdiği gizli alışkanlıklar ve ön kabuller bağlamında da okunabilir, hatta okunmalı.
Kitabın son bölümü olan "Matriks ya da Apocalypse Now" ise tam manasıyla bir kapanış konuşması niteliğinde. Yazar burada filmi iyice geriye sarıyor ve bizi İkinci Dünya Savaşı'nın ortasında etrafında olan biteni anlamlandırmaya çalışan küçük bir adamla tanıştırıyor: Kendi çocukluğuyla. Buna bir çemberin tamamlanması olarak bakmak da mümkün. Yazar kendisini kendisine anlattığı bu kitabın sonunda en bilge çağına, çocukluğuna dönüyor ve adeta "Haydi bana müsaade!" diyor. Fakat inanıyorum ki, kendisiyle yeniden karşılaşacağız, belki Bağdat Cafe'de. Neden olmasın?
* Görsel: Freud'un divanı
Yeni yorum gönder