Sabitfikir
Künye | Yazarlar | Giriş Yap

Eleştiri

Eleştiri

Kendi kendisini bozup yapan çocuk



Toplam oy: 1035
Anıl Nişancalı
Ayrıntı Yayınları
Evren Bozması, büyüme güzellemesi ya da büyürken kahrolma hikayesinden öte hem görünenler hem aklın içinden geçenlerle büyüme anının adım adım anlatısı.

İnsan hafızası kayıt almaya kaç yaşında başlar? Geçmişten görüntüleri anıya tamamlayan nedir? Anın tanımı ve önemi yaş ilerledikçe nasıl değişir? Benim kendimle ilgili ilk hatırladığım şey ne? Bunları bana tıpkı yaşımız gibi, sıfırla başlayan bir kitap düşündürdü. Başlangıç sıfırmış, üzerine eklenen her şey hikayeye dönüşürmüş. Anıl Nişancalı’nın Evren Bozması sıfırı kendisine başlangıç olarak kabul etmiş ve sonra ergen bir erkek çocuğunun anları, anıları ve büyüme çabasıyla büyümüş. Kendisiyle ve etrafıyla oldukça eğlenen elbette ergenliğin çıkmaz yollarına da saplanan, kendi kendisine büyüyen bir insan; evren bozması...

 

Büyümek dediğimiz şey bir yanıyla yeniden doğmaya benziyor. İnsan ana rahmindeki o korunaklı duvarı zamanı gelince yırtıp nasıl öbür tarafa geçiyorsa çocukluğuna dair o saf duvarı da öylece yıkıp bir basamak atlıyor. Nişancalı’nın kahramanı kendisini kendisinden kurtarmanın bir yolu olarak yazmayı keşfetmiş ama sonra nedense yazıyı amaçtan daha çok araca çeviren bir ergen erkek çocuğu olmuş. Bir “kız tavlama yöntemi olarak” sıklıkla “Ben bir roman yazdım” dedirtmiş kahramanına Nişancalı ve onu eninde sonunda gerçekten yazmak zorunda bırakmış. Sonra evren bozmasına yazma, kız tavlama, ailesini ve arkadaşlarını tanımlama, kendi hikayesine bakma ve bir erkek çocuğu olmaktan insan olmaya geçiş süreçlerini kendi diliyle anlattırmış.  

 

Büyürken herkes gibi âşık olmuş kahramanımız, sevdiği kadını gözünde büyütmüş. Sevdiği tarafından sevilmeyince de başkalarının kalbini kırmış. Bol erkekli sohbet ortamlarında kadınlardan ve gelecekten bahsederken hep başka türlü hikayeler anlatırken bulmuş kendisini. Bir nevi var olduğu yerde ve anda pek ol(a)mayan bir insan çıkmış ortaya. Kendisine evren bozması diyen bir eğreti. Dünyayı ve hayatındakileri yadırgarken kendisini de yadırgar olmuş, kendi hikayesindeki eksikleri tamamlamak istemiş. Mutlu kurulan bir dünyanın içerisinde neden eğreti durduğunu anlamayan hatta bunu görmezden gelen bir çocukken; kendisini, hayatını ve hikayesini kabul etmek zorunda olduğunu kavramış. Büyüme kitaplarından farkı da burada; Evren Bozması, büyüme güzellemesi ya da büyürken kahrolma hikayesinden öte hem görünenler hem aklın içinden geçenlerle büyüme anının adım adım anlatısı. 

 

 

Tek derdi aşk değil evren bozuğunun, bir büyüyen olarak bir yandan dönüp dolaşıp ailesine de bakıyor. Anne, baba yakın aile bireyleri kavramlarına da değmeden büyüyemiyor elbette. Etrafındakilerle, arkadaşlarıyla, kendisini kıyaslıyor. Aşağılamaların ve yüceltmelerin arasında bir sürü göndermeyle kendisini yok edip tekrar buluyor. Kendisini bozup bozup yeniden yapan bir çocuğun büyümesine ve kendisini keşfine tanık olurken, kurduğu o dili hem saçma, hem de bir o kadar cesur buluyorsunuz. Günlük hayat rutinleriyle ilgili takıldığı şeyler ise olası... Birkaç yıl öncesi İstanbul'un sokaklarında büyüyen, büyüme faslını 2013'ün Haziran ayıyla tamamlayan çocuklardan biri kahramanımız.

 

Nişancalı, serbest çağrışım ve bilinç akışı üslubunu kullandığı için ara ara bir hikayeyi değil de sanki sayıklamalarını okur gibi hissettiriyor. Ama bu size olay örgüsünün karışık olduğunu düşündürtmesin. Oradan oraya sıçramaktan ziyade anları birbirine bu biçimle örüp bağlıyor Nişancalı. Yani bir anı yaşarken, kahramanın o an kafasından geçenleri de okuyoruz. Çünkü Nişancalı, yaşarken dile gelmeyen gözlemlerden bahsediyor, hani birisi kafanızın içini okusa düşünmekten rahatsız olacağınız fikirleri aktarıyor. Ördüğü kurgunun içerisine yerleştirdiği fon müzikleri ve edebi göndermeleriyle genç yazarın kişisel donanımına dair de bir fikir veriyor. Kitabın her kısmının bir müziği ve bir edebi göndermesi var. Durumlara göre geliştirdiği bakış açıları, klişelerden korkmaması, anlatım tarzı yazarken büyüdüğünün bir göstergesi olsa gerek.

 

Evren Bozması’nın ne kadar yeraltı edebiyatına dahil olduğu ise sorgulanabilir. Nişancalı kitabında bize bilmediğimiz bir dünyanın bambaşka dilini, jargonunu ya da sırrını paylaşıyor diyemeyiz. Daha çok bugünden bir roman Evren Bozması, üstelik değişen dünyanın artık alışılagelmiş diliyle yazılmış. Ergenliği bir başkaldırı olarak görmek gerekir mi bilmiyorum ama kocaman hayaller ya da bir başkaldırı yok romanın içerisinde. Olağan ve herkesin başından geçebilecek bir durum aslında Evren Bozması'nın hikayesi; anlatma cesareti, dürüstlüğü ve anlatımın yalınlığı farklı kılıyor onu. Bir gençlik romanı demek de yanlış olur; dönüp kendisine şöyle bir bakmak isteyenlerin de okuyacağı kıvamda bir roman bu.

 

Diğer yandan kahramanının roman yazdığına inandırdığı kadınlarla buluşmaya giderken yanında götürdüğü denemelerse üç ayrı kitabın daha kapısını açabilir. Örneğin bu denemelerden birinde başka türlü bir ev işçiliği alanı üretmiş Nişancalı; evdeki yalnızlığı kovan ve evde bir insan yaşıyormuş havası veren bir kadın. Kahramanın rüyalarından yola çıkarak yazdığı başka bir hikaye ve her anını birlikte geçirdiği arkadaşlarıyla birlikte huzurevinde geçirdikleri günleri hayal eden ise başka bir öyküsü var.

 

Ayrıntı Yayınları'ndan kitabı yayımlanan en genç yazar olan Anıl Nişancalı, 1992 İstanbul doğumlu. Kitabını aslında 22 yaşındayken tamamlamış ama kitabı bastırması bilinen sebeplerden ötürü epey zaman almış. Nişancalı, Haliç Üniversitesi Devlet Konservatuarı'nda öğrenciyken İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi'ne geçiş yapmış ama tiyatroyla bağını koparmamış. Şehir Tiyatroları Genç Günler kapsamında oynanan "Gölgeli Sağanak Yağış" ve halen Lab. İşleri ekibi tarafından sahnelenmeye devam eden "Cinayet ile İlgili Tatlı Hayaller" isimli iki tiyatro oyunu da bulunan Anıl Nişancalı halen Ortaoyuncular ve Lab. İşleri bünyesinde tiyatro yapmayı sürdürüyor. 

 

 


 

 

* Manşet görseli: Seda Mit

 

 

 

Yorumlar

Yorum Gönder

Yeni yorum gönder

Diğer Eleştiri Yazıları

Modern sanat telakkisinin adeta “dinselleştiği” ve bunun da en önemli etkisini mimarlık alanında gösterdiği bir bağlamda yaşadı Turgut Cansever. Türkiye ekseninde bir yanda pozitivist bir dünya görüşünün diğer yanda da seküler mistik ve “yaratıcı insan” düşüncesinin egemen olduğu, “bilim”in dogmatikleştiği bir dönem.

Hayat parantezi 1916’da İstanbul’un Fatih semtinde, Atik Ali Paşa’da açıldı Behçet Necatigil’in. Sonra parantezin içerisine bir başka şehir girdi: Kastamonu. Zeki Ömer Defne’nin zilleri çalarken derslere bir bir girenler arasında o hassas ortaokul öğrencisi de vardı. Evlerden, kırlardan, denizlerden duyulan bu ses zil değil şiirin tınısıydı.

“Sanatçı, gözün göremediğini görendir.”

 

Çağdaş Amerikan edebiyatının en parlak yazarlarından Michael Chabon’un bir söyleşisini hatırlıyorum. Yaratıcı yazma atölyelerinin desteklenmesi gerektiğini söylüyordu: “Tamam, kimse kimseye dâhi olmayı öğretemez kuşkusuz ama yazarken hata yapmamak, yazmak denen şeye ‘okur’ gibi değil de ‘yazar’ gibi bakmak pekâlâ öğrenilebilir.

Nehir söyleşi, ara bir tür. Ne biyografi ne de otobiyografi. Otobiyografi değil çünkü hayatınızı nasıl anlatacağınızı söyleşiyi yapan kişinin soruları belirliyor. O çerçeveyi siz çizemiyorsunuz ve birkaç soruyla hiç istemediğiniz günlere veya olaylara geri dönmeniz mümkün.

Kulis

Bir Rüya Gibi Dağılacak Olan Hokkabazlar Dünyasında Yaşıyoruz

ŞahaneBirKitap

Kaan Burak Şen, yavaştan genç yazar olarak anılmanın sonuna doğru geliyor; Mutlu Kemikler üçüncü kitabı… Kafası bir hayli tuhaf. Şimdilerde bir roman yazdığı da söyleniyor, fakat öncesinde belirtmekte fayda var: Mutlu Kemikler öykü derlemesi henüz çıktı, pek başka bir kitaba benzetilecek bir havası da yok bu kitabın.

Editörden

Tıp ve edebiyat ilişkisi, tıbbın insanla olan ilişkisi gibi tarih boyunca şekil değiştirmiş, her dönem yeni yaklaşımlarla genişlemiştir. Tıbbın tarihi, insan acılarının da tarihidir aslında. Edebiyatın içinde kapladığı yer, diğer bilim dallarından hep daha büyük olmuştur tıbbın.