“Artık tek umudumuz buzağının hala yaşıyor olması. İnşallah annesinin peşinden nehri geçmeye kalkışmamıştır. Çünkü eğer böyle olduysa, kız kardeşim Tacha’nın fahişe olmasına ramak kaldı demektir.” Juan Rulfo’nun öykülerinden oluşan kitabı Ova Alev Alev’in ilk öykülerinden birinde geçen bu cümlelerin altını çizerken sadece sahnenin ne kadar etkileyici olduğunu düşünmüştüm. Son sayfayı da okuyup, kitabın zamana yaydığım o buruk tadını hızlıca yeniden alabileyim diye altını çizdiğim yerlere göz atarken bu üç cümlede duraklamak zorunda kaldım. Öyküdeki bağlamından koparılmış cümleler, ne fazla ne eksik, olduğu haliyle bir öykü gibi durmuyor mu sizce de? Evet, üç cümleden oluşan bir öykü. Daha kısalarının da yazıldığını biliyoruz değil mi?
Orhan Pamuk’un Saf ve Düşünceli Romancı’sında romanın gizli merkezi derken kastettiklerinin, pekala öykü için de söylenebileceğini düşünebiliriz. Peki, şu pervasız iddiamızı biraz daha genelleştirip bir yazarın yazın hayatı için de kullanabilir miyiz? Durun bir dakika, yaptık bir iş tam yapalım, daireyi biraz daha büyütüp bir ülke edebiyatı için; en azından o ülkenin bir dönemi için kullansak ha? Genelde genellemelerden hazzetmem ama bu bana hiç de fena bir fikir gibi gelmedi. Çünkü yukarıdaki cümleleri veri olarak kabul edip pekala, “Juan Rulfo’nun öyküsü hatta şu dillere destan romanı Pedro Paramo işte tam olarak bu merkezden, bu merkezde anlatılan noktadan çıkmıştır.” diyebiliriz. Bu cümle kendisinde tüm Juan Rulfo öykülerini, Rulfo üslubunu ve son yüz yıllık Latin Amerika edebiyatını ihtiva ediyor desek çok da abartmış sayılmayız.
(Görsel çalışma: Martin Sati)
Nedir bu merkez, bu kadar tantana yapacak ne görüyoruz? “Şair burada bayrağa seslenmiştir.” tarzı bir yorum yapmamak için kısaca bu üç cümlede kullanılan imgelerden bahsedelim: Ölüm, kadın, yoksulluk, zillet, tutku ve bir yöntem olarak sadece Güney Amerika’da görebileceğimiz cinsten garip zıtlıklarla örülü doğal bir ironi. İroninin esere sinme şekli ilgiye değer doğrusu. Mesela romanın dünya edebiyatındaki diğer ağır topu, İrlanda’da da ironi yoğunlukla kullanılır. Ama orada metin odaklı bir ironi söz konusudur; yazarın zekasının daha görünür olduğu, sivri bir dilin hakim olduğu, biçimsel oyunların, edebi hinliklerin kelime cambazlıklarının vs. Bunları yazarken aklımda her birinin dehası önünde şapka çıkardığım Joyce, Sterne, Beckett, Flann O’Brien gibi yazarlar var.
Oysa Latin Amerika kurmacasında bu cambazlıklara pek rastlanmaz. Çünkü burada coğrafya, toprak, hava, hayat şartları, idare biçimi, yaşamın kendisi bizzat zıtlıklarla kaimdir. Márquez’den tutun, Borges’e, Fuentes’e, Bolano’ya bu böyledir. Nihayet kitaba dönebilmek için örnekleri Rulfo’dan ve Ova Alev Alev’den verelim.
Ova Alev Alev’in neredeyse bütün öykülerinde okurun başını döndürecek bir zıtlıklar dansı var; sükunetle hiddet, merhametle intikam, yaşam ile ölüm, süt ve kan her an iç içe, koyun koyuna Rulfo öykülerinde. Meksika’da insanların haletiruhiyesi sürekli devrilip yenisi kurulan darbe hükümetleri kadar hızla değişebiliyor. Öyle ki artık biriyle ötekinin farkı kalmıyor, birinden ötekine ne zaman nasıl geçildiğinin ayırdına varılamıyor.
Şurada olduğu gibi: “Sözde onu ben öldürmüşüm, herkes böyle söylüyordu. Belki de öyledir, ama ne olup bittiğini hiç hatırlamıyorum. Sizce birini öldürmek insanda hiçbir iz bırakmaz mı?”
Ya da şurada olduğu gibi:
“‘Bu ne böyle’ diye sordu bana.
‘Neyi soruyorsun’ dedim.
‘Şunu, şu gürültüyü.’
‘O sessizlik. Uyu şimdi…’”
(Görsel çalışma: Tomer/ Asaf Hanuka)
Rulfo öykülerindeki tüm bu değişimler ve hareketlilik hali –aslında siz buna görmüş geçirmişlik ya da kaosun kıyısındaki bilgelik bile diyebilirsiniz– suçlu ve suçsuzu da ortadan kaldırıyor sanki; benim favori öykülerimden olan “Şafakta”da, böğürüp duran buzağıya acıyıp son kez anasının memesinden süt içmesine izin veren ihtiyar çoban Esteban’ın, buzağının, anasının dört memesine birden saldırmasına kızıp onu öldüresiye dövmesinde olduğu gibi. Bunu gören zalim toprak sahibinin buzağıya acıyıp Esteban’ı vahşilikle suçlaması ve ona aynı şekilde saldırması gibi. Esteban’ın can havliyle toprak ağasını öldürmesi gibi. Bu sadece bir örnek, aşağı yukarı her öyküde durum bu: Ova Alev Alev’de ortada büyük bir kötülük var ama o bile büyükmüş gibi değil, sıradanmış gibi. Kimse suçlu değil burada, kimse suçsuz da değil; sadece toprak suçlu, sadece toprak suçsuz. Sadece iç savaş suçlu, sadece iç savaş suçsuz. Sadece yoksulluk suçlu, sadece yoksulluk suçsuz. İnsan suçlu, insan suçsuz.
Márquez’in deyimiyle, “yazdıkları 300 sayfayı bulmamasına rağmen Sofokles kadar kalıcı” olan Juan Rulfo, pek çok otoriteye göre de büyülü gerçekçiliğin bir nevi edebi atası sayılıyor. 1917-1986 yılları arasında yaşayan Rulfo’nun öykülerini okurken, bir yandan o büyülü atmosferde tedirginlik ve hazla dolaşırken bir yandan da bugün bu keskinlik ve gözlem gücüyle kolay kolay rastlayacağımız tasvir gücü karşısında hayrete düşüyoruz. Evet, yeri gelmişken, Rulfo öykülerinde tabiatın önemli bir rolü olduğunu da söyleyebiliriz. Öyle önemli ki, Rulfo, öyküsünün mekanlarına teknik olarak da başkişisini oluşturur gibi çalışıyor. Neredeyse bir ova karakteri oluşturuyor ya da bir kasaba, dağ, rüzgar yani. Bu şiirsel bir tat da kazandırıyor öykülere. Ben şiirsel tat dediğimde genellikle olumlu bir şey demiş sayılmam ama bu defa öyle değil; bu sert, çarpıcı ve okuru öyküden uzaklaştırmak yerine iyice atmosfere sokan cinsten bir şiirsellik. Yabancı bir yazarın eserinden bahsedip, dilin etkileyiciliğinden dem vuruyorsanız bilin ki işin içinde harika işler yapan, emek veren bir de çevirmen vardır. Süleyman Doğru, Pedro Paramo’da olduğu kadar iyi bir iş çıkarmış Ova Alev Alev’de.
Son olarak söylemeden edemeyeceğim. Doğan Kitap’ın bu serideki kapaklarının iyi olduğundan emin miyiz? Kapak tasarımları iyi hoş, bu serinin tüm kitaplarına bir hava katıyor ama kullanılan o kağıt bir kitap için fazla hassas değil mi? Elimizde paralanıyor desek yeridir. Çabuk yırtılan giydirme kapağın altındaysa bembeyaz bir kartonda sadece kitabın ve yazarın adı yazıyor. Ne yayınevi logosu ne başka bir şey. Biraz ucuza getirilmiş bir iş mi acaba diye düşünmeden edemiyor insan?
(Manşette kullanılan görsel buradan alınmıştır.)
Juon Rulfo, son dönem benim için en önemli keşif. Okuması, hazmetmesi, anlatması zor olsa da atmosferini ustalıkla çeken, sahici okuma hazzı veren bir kalem. Kendisiyle tanışma noktam Pedro Paramo'yu okuduktan sonra yazdığım incelemeyi paylaşmak isterim. http://www.timeoutistanbul.com/kitap/makale/2616/Juon-Rulfo-Pedro-P%C3%A...
Yeni yorum gönder