Doğuyoruz, ailemizin bizim için hayal ettiklerini öğrenerek ve kabullenerek büyüyoruz. Sonrasında, onların hayalleri bizim hayallerimize dönüşüyor, ulaşmamız gereken hedefler ediniyoruz. Okulda başarı, ilişkilerde başarı, kariyerde başarı, aşkta başarı; başardığımızı düşündüğümüz her şey için listeye bir tik atıyoruz. Hedeflerimiz, isteklerimiz ve sahip olmak istediklerimizle ilgili bitmeyen listelerimizle hayat bir karnaval gibi görünüyor. Peki, sahiden öyle mi? Tik attıklarımızın bize neler kazandırdığını düşünürken sevinen kim? Aileniz? Patronunuz? Ölüler Nasıl Düşler aracılığıyla Lydia Millet şunu soruyor: Siz bu karnavalın neresindesiniz?
T.’nin hayatını şöyle özetleyebiliriz: Her gün işe gidiyor, başarılı olmak için gerekli hamleleri yapıyor, hep daha fazlasını istiyor, varması gerektiği yerden emin, genellikle sonucu çıkarlarına yönelik olanlar dışında hiçbir şeyi sorgulamıyor ve daha çok para kazanmak için kaybettiklerini ya da hiç ulaşamadıklarını umursamıyor. T.’nin hayatının özeti, kapitalist sistemin değer yargılarına göre yetiştirilen, başarıya odaklanan, doğadan kopan ve güce bağımlı hale getirilen bizlerin hayatının da özeti gibi okunabilir aslında. Lydia Millet, belki de bu yüzden karakterinin ismini vurgulamaktan geri duruyor çünkü ne yazık ki T.’nin yerine herhangi birinin ismi yazılabilir. Mevcut sisteme entegre olmuş yaşamlarıyla çoğu insan, aynı bu romanın baş kahramanı T. gibi sahip olmak, fethetmek ve bunun keyfini çıkarmak üzerine inşa ettiği hayatlar sürdürüyor.
T., her kariyerist ve güç peşinde koşan birey gibi, yola ve ilerlemeye inanıyor. Doğduğun yerden uzaklara gitmek, doğduğun kişi olarak kalmamak, sürekli ilerlemek ve birilerini arkada bırakmak güce doğru yapılan yolculuğunun olmazsa olmazları. Onun için durmak, felaket anlamına geliyor. Durmak, güce giden yolun tıkanması, başkaları güce adım adım yaklaşıyorken onun yerinde sayması anlamına geliyor. "Yolların olmadığı bir dünya neye benzerdi acaba? Düşününce bile ürkütücüydü. Yolların olmadığı bir dünya! O zaman hiçbir yere gidemezdi ki. Olduğu yerden ayrılamaz, bütün ömrünü doğduğu yerde geçirirdi."
Kahramanımızın hayatında dört eşik var; paraya, güce olan inancını derinden sarsan ve hem kendi doğasına hem de evrene doğru yolculuğa çıktığı dört durak: Arabasıyla çarparak öldürdüğü kır kurdu, Beth’in ölümü, Casey’le yollarının kesişmesi ve hayvanat bahçelerini ziyaretleri. T.’nin hayatındaki bu eşikler, onun kendi içine dönmesini ve doğayla kopan bağını yeniden örmesini tetikliyor. Beklemediği zamanlarda yitirmekle tanışan T., bu kayıplarla birlikte yıllardır yola devam ettiği kimliğini de yitiriyor. Kendini bulma yolculuğuna başlayan T., yüzünü doğaya dönüyor: "On dokuzuncu yüzyılda İngiltere’nin vahşi doğasına olan da buydu: şehirlere, çiftliklere, kirliliğe kurban gitmeden önce horlanıp göz ardı edilen doğa, ondan geriye hemen hiçbir şey kalmadığında, şiirlere resimlere konu olmuş, maneviyata çıkan en kestirme yol haline gelmişti."
Ölüler Nasıl Düşler, insanın hayatındaki anlam arayışının, öğrenilmiş anlamlara tutunmasının ve kendisine öğretilen bu anlamları yitirmesinin sınırlarında geziniyor. Yavaş ve derinden ilerleyen monologlar, okuru, uzun süren ve iz bırakan sorgulamalara vardırabilir. Kimim? Ne istiyorum? Olmak istediğim yerde miyim yoksa bana olmamı söyledikleri yerde mi?
Kitabın akışı, T.’nin evrimi olarak da yorumlanabilir. Aslında son zamanlarda sıkça duyduğumuz doğaya dönüş hikayelerini bile anımsayabilirsiniz. Kahramanımız T.’nin, aslında mevcut sistemde yaşayan herkesin, hayatındaki akış benzer: Doğuyoruz, yürüyoruz, okumayı öğreniyoruz, üniversiteyi bitiriyoruz, işe başlıyoruz, orta sınıf imkanlarına kavuşuyoruz, daha fazlasını istiyoruz, stres nedeniyle hasta oluyoruz, istifa etme cesareti gösteriyoruz ve doğaya dönüp büyük şehirleri terk ediyoruz. Ölüler Nasıl Düşler, T.’nin kapitalizmin çarkına dahil oluşuna tanıklık ettiğimiz ve sonrasında, kendisini kır kurduyla özdeşleştirdiği bambaşka bir kimlik kurma çabasına şaştığımız, okurun da bu yolculuğa kendi kimliği ve hayatla ilişkisi üzerine düşüncelere dalarak eşlik ettiği zengin bir anlatı. Ancak bu anlatıda süslü cümleler, büyüt öğütler yok: kitabı bitirdiğimiz de anlıyoruz ki olan, olduğu şekliyle anlatıldığında da hayli öğretici ve sarsıcı.
Görsel: Alpay Aksayar
Yeni yorum gönder