Sabitfikir
Künye | Yazarlar | Giriş Yap

Eleştiri

Eleştiri

Kendini her gün yeniden "sevdirmek"



Toplam oy: 627
Laurent Quintreau // Çev. Aslı Anar
Dedalus
Yaptığınız iş hakkındaki düşüncelerinizi tekrar gözden geçirmenizi sağlayacak, kendince küçük bir isyana teşvik eden bir eser Cennet Cehennem Araf.

Yaşamak için mi çalışıyoruz, çalışmak için mi yaşıyoruz? Daha aklımızla benliğimizi tam manasıyla tanımlayamazken, tercih ettiğimiz okullardan mezun olup bir iş yerinde 9-6 mesaisi için insan kaynaklarına "sevdirmeye" çalışırken buluyoruz kendimizi. Ay başında yatan maaş, ev kirası, faturalar derken bir bakmışız zaman geçiyor. Şirket politikaları, ayak oyunları, gündelik hayatta yan yana gelmeyeceğimiz insanlarla ahbaplık etme mecburiyetleri… Sonuçta bizim hâlâ hayatta olduğumuz çağda artık gündelik hayatı idame ettirmek bir şans ve direnme biçimi olarak kayda geçiyor. Resmi rakamlara göre ülkedeki işsizlik oranı %10,2. (15 yaş üzeri Mayıs 2017 TUİK açıklaması.) Artık üniversitelerden mezun olan gençlerin bile okudukları bölümlerde iş bulmaları çok zor. Burada kocaman bir kararsızlık ve umutsuzluk var ama onu bir köşeye bırakalım.

 

Publicis Ajansı’nın yaratıcısı, Perpediculaire adlı edebiyat dergisinin kurucularından biri ve aynı zamanda reklamcılık gurubunda Betor-Pub CFDT’nin sendika koordinatörü olan Fransız yazar Laurent Quintreau iş dünyasındaki deneyimlerinden esinlenerek kitaplar yazıyor. Quintreau’nun 2006 yılında yazdığı bir şirketin iç yüzünü anlatan ve orijinal adı Marge Brute olan kitabı ilk kez Dedalus tarafından Cennet Cehennem Araf adıyla yayınlandı.


Dante’nin İlahi Komedya'sı misali "cehennem", "araf" ve "cennet" başlıklı üç bölümden oluşan bu eser, uluslararası bir şirketin on bir kişilik yönetici toplantısının ortasına bırakıyor okuyucusunu. Saat 11.00 ile 13.00 arasında yapılan bir toplantıda on bir kişinin aklının içerisine tek tek misafir ediyor bizi Quintreau. Bunu yaparken bilinç akışı tekniğini kullanıyor, anlatımına noktayla değil virgülle devam ediyor. Yine İlahi Komedya’da olduğu gibi birinci tekil kişi anlatımlarla, her defasında o masanın etrafında oturan on bir kişiden biri olmanızı sağlıyor. Herhangi bir toplantı masasında otururken sizin de aklınızdan geçenleri kitabın içerisinde bulmanız oldukça mümkün. İnsan ister istemez kendini teşhir edilmiş gibi hissediyor. 

 

 

 

Kapitalizm çarkının bir şekilde dahil olmuş ve orada kendince bir yer edindiğini düşünen herkesin artık bu devirde oturdukları koltukların her daim nasıl bir sallantıda olduğunu ve hayatlarından nasıl endişe ettiklerini anlatıyor kitap. Aklımızın içerisinde sürekli bizi yoran o bitmeyen hayat gailesinin ve endişenin yanı sıra yaşamın içerisinde kadın ya da erkek ama bir şekilde kendince bir insan olarak devam etmenin, görünürlüğünün ve görünmezliğin derdini de sorguluyor. Kişilerin özel hayatlarından tutun da masanın etrafında otururken birbirleri hakkında düşündüklerinin en ince ayrıntısına kadar okuyucusuna sunuyor.

 

Büyük bir şirketin içerisinde çalışmak, kendini her gün yeniden "sevdirmek" manasına gelebilir. Her gün elimizde olan sosyal medyayı kullanma biçiminizden tutun da giydiğiniz kıyafetin markasına kadar her şeyiniz göz önünde tutulur hakkınızda konuşulurken. Üstelik bu en yakın çalışma arkadaşlarınız tarafından yapılır genelde ve siz de kendinizi aynısını yaparken bulursunuz zamanla. İşte Quintreau da romanında paranın ve kariyerin mutluluk demek olmadığını fısıldamaya çalışıyor. Ailemizden daha çok zaman geçirdiğimiz insanların aslında hakkımızda pek de iyi şeyler düşünmediğini, düşünmemize yol açıyor.

 

Okurken kahkahalar atacağınız, insanlar ve yaptığınız iş hakkındaki düşüncelerinizi tekrar gözden geçirmenizi sağlayacak, kendince küçük bir isyana teşvik eden bir eser Cennet Cehennem Araf.

 


Yorumlar

Yorum Gönder

Yeni yorum gönder

Diğer Eleştiri Yazıları

Modern sanat telakkisinin adeta “dinselleştiği” ve bunun da en önemli etkisini mimarlık alanında gösterdiği bir bağlamda yaşadı Turgut Cansever. Türkiye ekseninde bir yanda pozitivist bir dünya görüşünün diğer yanda da seküler mistik ve “yaratıcı insan” düşüncesinin egemen olduğu, “bilim”in dogmatikleştiği bir dönem.

Hayat parantezi 1916’da İstanbul’un Fatih semtinde, Atik Ali Paşa’da açıldı Behçet Necatigil’in. Sonra parantezin içerisine bir başka şehir girdi: Kastamonu. Zeki Ömer Defne’nin zilleri çalarken derslere bir bir girenler arasında o hassas ortaokul öğrencisi de vardı. Evlerden, kırlardan, denizlerden duyulan bu ses zil değil şiirin tınısıydı.

“Sanatçı, gözün göremediğini görendir.”

 

Çağdaş Amerikan edebiyatının en parlak yazarlarından Michael Chabon’un bir söyleşisini hatırlıyorum. Yaratıcı yazma atölyelerinin desteklenmesi gerektiğini söylüyordu: “Tamam, kimse kimseye dâhi olmayı öğretemez kuşkusuz ama yazarken hata yapmamak, yazmak denen şeye ‘okur’ gibi değil de ‘yazar’ gibi bakmak pekâlâ öğrenilebilir.

Nehir söyleşi, ara bir tür. Ne biyografi ne de otobiyografi. Otobiyografi değil çünkü hayatınızı nasıl anlatacağınızı söyleşiyi yapan kişinin soruları belirliyor. O çerçeveyi siz çizemiyorsunuz ve birkaç soruyla hiç istemediğiniz günlere veya olaylara geri dönmeniz mümkün.

Kulis

Bir Rüya Gibi Dağılacak Olan Hokkabazlar Dünyasında Yaşıyoruz

ŞahaneBirKitap

Kaan Burak Şen, yavaştan genç yazar olarak anılmanın sonuna doğru geliyor; Mutlu Kemikler üçüncü kitabı… Kafası bir hayli tuhaf. Şimdilerde bir roman yazdığı da söyleniyor, fakat öncesinde belirtmekte fayda var: Mutlu Kemikler öykü derlemesi henüz çıktı, pek başka bir kitaba benzetilecek bir havası da yok bu kitabın.

Editörden

Tıp ve edebiyat ilişkisi, tıbbın insanla olan ilişkisi gibi tarih boyunca şekil değiştirmiş, her dönem yeni yaklaşımlarla genişlemiştir. Tıbbın tarihi, insan acılarının da tarihidir aslında. Edebiyatın içinde kapladığı yer, diğer bilim dallarından hep daha büyük olmuştur tıbbın.