Sabitfikir
Künye | Yazarlar | Giriş Yap

Eleştiri

Eleştiri

Kibrit-i Ahmerin Peşinde Bir Marifet Yolculuğu: Mıchel (Ali) Chodkiewicz



Toplam oy: 117
Hilimle öne çıkan ve iddialardan uzak bir entelektüel hayat tarzını benimseyen Michel (Ali) Chodkiewicz henüz 17 yaşındayken tasavvuf yolunu keşfeder. Ömrünü İbnü’l-Arabî ve temsil ettiği düşüncenin yansımaları yanında velâyet gibi hususların anlaşılması ve aktarılmasına adayan Chodkiewicz’in çalışmaları W. James Morris ve William Chittick gibi benzer konular üzerine çalışan ilim adamları için bir örneklik teşkil eder.

Hidâyet, büyük hediye


Hidâyet, zaman ya da mekân bakımından sınır tanımayan ve havsala zorlayan büyük bir hediye. Modern dünyanın neden olduğu buhran ve bunalımlar örülen muhitlerde tezahür edişi ise bu hediyenin kıymetini gözler önüne seriyor. Uzun yıllar yapılan araştırma ve içe dönük sorgulamaların sonucunda hidâyete erişenler olduğu gibi genç yaşta böylesi bir lütfa mazhar olan cânlar gönlümüze ferahlık veriyor. Michel Chodkiewicz de böylesi bir nimete genç yaşta erişenlerden. Dünyanın dört bir yandan kaosla sarmalandığı bir dönemde, 1929 yılında Paris’te dünyaya gelen Chodkiewicz’in babası bir sulh hâkimidir. İlk, orta ve yüksek tahsilini yine Paris’te tamamlayan Chodkiewicz, henüz on yedi yaşındayken tasavvuf yolunu keşfedip İslam’la müşerref olur.

 

 

İbnü’l-Arabî ile kesişen yollar ve Michel (Mustafa) Valsan

 

Ardından çeşitli yolculuklarda bulunan Chodkiewicz 1951’de evlenir. Bir yandan maişetini temin etmeyle meşgul olurken diğer yandan da kendi çabalarıyla Arapça çalışır. İspanyol müsteşrik Asín Palacios’un tercümeleri yoluyla Mürsiyeli ârif İbnü’l-Arabî’nin eserleriyle tanışır. Ancak İbnü’l-Arabî ve Ekberî çizginin inceliklerini öğrenmesi, “Ekberiyye’ye vâris olanların bir numunesi” olarak tarif ettiği Michel (Mustafa Abdülazîz) Valsan eliyle olur. Vaktiyle üstadı René Guénon’un (Abdülvâhid Yahya) fikirlerinden oldukça etkilenmiş bir Şâzelî olan Valsan, teorinin yanı sıra pratiğe ilişkin yanıyla da İbnü’l-Arabî’nin eserlerine Chodkiewicz’in gerektiği gibi yaklaşmasının önünü açmıştır.



İsmi hilimle anılan iddiasız bir ilim adamı

Ömrünün bundan sonraki kısmı, İbnü’l-Arabî ve temsil ettiği düşüncenin yansımaları yanında velâyet gibi hususların anlaşılması ve aktarılmasına adanmıştır diyebiliriz. Bu anlayışı kelimenin asli anlamında tercümeye koyulan Chodkiewicz, 1977’den 1989’a kadar Seuil Yayınevinde yayın yönetmenliği ve ardından yöneticilik yapar. Paris’te Ecole des Hautes Etudes en Sciences Sociales’de İbnü’l-Arabî üzerine seminerler düzenler. Bu süre zarfında, W. James Morris ve William Chittick gibi benzer konular üzerine çalışan ilim adamları için bir örneklik teşkil eder. Zira Chodkiewicz, hilimle öne çıkan ve iddialardan uzak bir entelektüel hayat tarzını benimsemiştir. Dünyanın herhangi bir yerinde İbnü’l-Arabî ya da onunla ilişkili bir şahsiyetin kaleme aldığı birkaç varaklık bir yazının var olduğu haberini alsa, bu alanlarda çalışan mütehassıs dostlarının -sözgelimi Türkiye’den Mustafa Tahralı Hoca’nınyardımıyla o yazılara ulaşmak için çaba gösterdiği aktarılır.
Sefer der vatan-hem dışta hem içte yolculuk

Aralarında Türkiye, Mısır ve Endonezya’nın bulunduğu birçok ülkeye yolculuklarda bulunan Chodkiewicz’in hayatında “sefer” kavramı kilit bir rol üstlenmiştir. Kısa bir semantik analizin bile İslam’ın dinî dağarcığının insana sefer içre ya da “misafir”likle özdeş konumunu hatırlatmaya yeterli olacağını dile getiren Chodkiewicz, doğru yolu (sırât-ı müstakîm) izlemek için yola düşmekle alakalı sırât, sebîl, şiat, tarîk gibi kelimelerin aynı semantik alana ait olduğunu ve seferde olan sâlikin Kemâl’e doğru yolculuk eden kişiye (itinerarium in Deum) bir gönderme olduğunu aktarır. Bu noktada, gündelik hayatımızda zahiri yöne karşılık gelenlerin yanında ilim için çıkılan seferlere de işaret etmektedir. Dolayısıyla Chodkiewicz’in peşinde olduğu şey, kibrit-i ahmere erişme muradında bir marifet yolculuğu denebilir. Bu arada kızı Claude Addas’ın da babasının izinden giderek nazarî tasavvufa ilişkin girift birtakım meseleleri Kibrit-i Ahmer’in Peşinde gibi eserlerinde okura aktarmaya çalıştığı ilavesinde bulunalım.
Fransızlara karşı Cezayir’i savunmak için çarpışan emîr ve sûfî Emîr Abdülkâdir-i Cezâirî’nin Mevâkıfından bölümler aktardığı Emir Abd el-kader, Ecrits spirituels (Kitab al Mawaqif) (1982), Ehadiyyet Risâlesi ile tanınan Evhâdüddin Belyânî’nin hayatıyla alakalı Awhad al-Din Balyani, Epître sur l’Unicité absolue (1982), hatmi’l-evliyâ’nın ele alındığı Le Sceau des Saints, prophétie et sainteté dans la doctrine d’Ibn ‘Arabi (1986), Fütûhât’tan bazı bölümlerin tercümesi olan Les Illuminations de la Mecque, textes choisis des Futuhat Makkiya (1988) ve Türkçeye Sahilsiz bir Umman ismiyle tercüme edilen Un océan sans rivage, Ibn ‘Arabi, le Livre et la Loi (1992) gibi kitap ve makaleleri ile fikir dünyamıza katkıda bulunur. Kendisine tasavvuf yolunun anlaşılmasında hizmet etmiş onca şahsiyet arasından İbnü’l-Arabî’nin dil ve düşünce itibarıyla olanca giriftliğine karşın nasıl daha fazla bir etki alanı oluşturduğu sorusunu sorar. Chodkiewicz’e göre Osmanlı genelinde bu hürmet ve itibarın kökenleri arasında ibnü’l-Arabî’ye atfedilen ve Osmanlının zuhuru ile Suriye’yi fethini haber veren Eş-Şeceretü’l-Numaniyye fi’d- Devlet-i Osmaniyye eseri olabilir.
Ülkemizde İbnü’l-Arabî’yi hakikat ve şeriat bağlamında değerlendirdiği ve Fütûhât’ta Kur’an için kullandığı bir tanımlamadan mülhem Sahilsiz bir Umman ismini verdiği eserinden tanıdığımız Michel (Ali) Chodkiewicz, 91 yaşındayken 31 Mart 2020 tarihinde Rahmet-i Rahmân’a kavuşur. Niyazımız, böylesi velûd münevverlerin artması ve zulmetin ağır bastığı dönemlerde bize yolu hatırlatmalarıdır.

Yorumlar

Yorum Gönder

Yeni yorum gönder

Diğer Eleştiri Yazıları

Modern sanat telakkisinin adeta “dinselleştiği” ve bunun da en önemli etkisini mimarlık alanında gösterdiği bir bağlamda yaşadı Turgut Cansever. Türkiye ekseninde bir yanda pozitivist bir dünya görüşünün diğer yanda da seküler mistik ve “yaratıcı insan” düşüncesinin egemen olduğu, “bilim”in dogmatikleştiği bir dönem.

Hayat parantezi 1916’da İstanbul’un Fatih semtinde, Atik Ali Paşa’da açıldı Behçet Necatigil’in. Sonra parantezin içerisine bir başka şehir girdi: Kastamonu. Zeki Ömer Defne’nin zilleri çalarken derslere bir bir girenler arasında o hassas ortaokul öğrencisi de vardı. Evlerden, kırlardan, denizlerden duyulan bu ses zil değil şiirin tınısıydı.

“Sanatçı, gözün göremediğini görendir.”

 

Çağdaş Amerikan edebiyatının en parlak yazarlarından Michael Chabon’un bir söyleşisini hatırlıyorum. Yaratıcı yazma atölyelerinin desteklenmesi gerektiğini söylüyordu: “Tamam, kimse kimseye dâhi olmayı öğretemez kuşkusuz ama yazarken hata yapmamak, yazmak denen şeye ‘okur’ gibi değil de ‘yazar’ gibi bakmak pekâlâ öğrenilebilir.

Nehir söyleşi, ara bir tür. Ne biyografi ne de otobiyografi. Otobiyografi değil çünkü hayatınızı nasıl anlatacağınızı söyleşiyi yapan kişinin soruları belirliyor. O çerçeveyi siz çizemiyorsunuz ve birkaç soruyla hiç istemediğiniz günlere veya olaylara geri dönmeniz mümkün.

Kulis

Bir Rüya Gibi Dağılacak Olan Hokkabazlar Dünyasında Yaşıyoruz

ŞahaneBirKitap

Kaan Burak Şen, yavaştan genç yazar olarak anılmanın sonuna doğru geliyor; Mutlu Kemikler üçüncü kitabı… Kafası bir hayli tuhaf. Şimdilerde bir roman yazdığı da söyleniyor, fakat öncesinde belirtmekte fayda var: Mutlu Kemikler öykü derlemesi henüz çıktı, pek başka bir kitaba benzetilecek bir havası da yok bu kitabın.

Editörden

Tıp ve edebiyat ilişkisi, tıbbın insanla olan ilişkisi gibi tarih boyunca şekil değiştirmiş, her dönem yeni yaklaşımlarla genişlemiştir. Tıbbın tarihi, insan acılarının da tarihidir aslında. Edebiyatın içinde kapladığı yer, diğer bilim dallarından hep daha büyük olmuştur tıbbın.