İlk romanı Git Kendini Çok Sevdirmeden’i yayınlamasından on yıl, roman yazmayı bıraktığını ilan etmesinden bu yanaysa üç yıl geçmişti ki, Tuna Kiremitçi yeni romanı Gönül Meselesi’yle tekrar karşımızda. Yeni romanında ilk yapıtının karakterleriyle tekrar buluşan ve onların hikayesine kaldığı yerden devam eden Kiremitçi, ‘romanlarında başörtülü karakter olmadığı’na dair ‘okur’ protestolarını da dikkate aldığını itiraf ederek kitabına İslami bir karakter olan Gönül’ü de eklemiş.
Hikaye, Git Kendini Çok Sevdirmeden’de oğlu ebediyete intikal eden Arda’nın, girmiş olduğu bunalımdan kurtulmak adına gittiği Eskişehir’deki annesinin yanından İstanbul’a dönmesiyle başlıyor. Oğlunun acısı üzerine terk ettiği kocasının yanına, eski sevgilisi ve unutamadığı aşkı Ertuğrul’un kendisine emanet ettiği kızı Dünya ile birlikte dönüyor Arda. Lakin başta kocası Ali olmak üzere geride bıraktığı her şey zamanın devinimiyle değişmiş, yabancılaşmıştır. Arda, yabancılaştığı bu yeni zeminde tökezleyerek Dünya’ya tutunur ve onu babaannesinin yanına götürme işini sürekli olarak erteler. Zira Arda, Dünya’yı, kaybettiği oğlunun yerine koyarak, kocası Ali ile tekrar mutlu bir aile olmalarına imkan sağlayacak bir araç olarak görmektedir. Ali’nin kendini namaza niyaza verdiğini ve artık bu taraklarda bezi olmadığını fark eden Arda, onu takip eder ve kocasının başörtülü genç bir kadın olan Gönül ile görüştüğünü öğrenir. Bu noktadan sonra roman, Arda’nın Gönül hakkında bilgi almaya çalışmak için hafiyeliğe soyunmasıyla iki kadının yakınlaşmaları ve benzerlikleri üzerinden yol almaktadır.
(Görsel çalışma: Şeyda Ünal)
Biçimsellik ve okunulabilirlik açısından elimizde yoğun betimlemelerden arınmış, süssüz, temiz ve akıcı bir metin var. ‘Yasak aşk’ ve ‘unutulamayan eski aşk’ temalarıyla yüzeysel soru ve sorunların ötesine ulaşabilecek derinlikli ve orijinal bir konu sunamadığı için Gönül Meselesi’nin yalın bir dille yazılmış olması isabet olmuş. Zira metnin edebi olanaklarının, okunulabilirliği ile doğru orantıda tezahür ettiği kesin. 190 sayfa -yani neredeyse roman değil novella- olduğunu da göz önüne alırsak Gönül Meselesi romanı için, birkaç saatte tüketebileceğiniz, zihninizi ve ruhunuzu fazla yormadan kolaylıkla hazmedebileceğiniz bir yapıt diyebiliriz. Gelin metnin karakterleri ve toplumsal mesajına bir göz atalım.
Beyaz Türk’ün kirli rüyası
Kiremitçi’nin, romanında karakterlerini Taoizm’in kurucusu Leo Tzu’nun, “Hayatta mutlu hissetmek için yaşanan anın içinde saygı ve sadelikle kalmak gerektiği,” sözünden esinle şekillendirdiğini görüyoruz. Bir düşünelim; kocanız eski aşığınızın çocuğunu bir senelik ayrılıktan sonra evinize getirmenize izin veriyor; kocanızın genç ve güzel sevgilisi ile hafiyelik icabı arkadaş olmaya çalışırken, bu kızla neredeyse bir aşk da siz yaşıyorsunuz; size emanet edilen küçük kıza araba çarpması ve annenizin ölümüyle soğukkanlılıkla kocanızın sevgilisine, kocanızla mutluluklar dileyip hayatınızı bir mutsuzluk hikayesine çevirmiş eski aşkınıza dönüyorsunuz... Elbette, kimse bir yazardan Alman ya da Rus romantikleri gibi bireyin üzüntülerini, hayalkırıklıklarını, öfkesini, psikozlarını ve altbenliğini dışavurduğu kanlı canlı ‘Sturm und Drag’ karakterleri yaratmasını bekleyemez. Yabancılaşma temasından bir Meursault, bütün karakterlerin boğazına kadar batmış olduğu acı ve tragedyadan da bir Werther çıkaramamış olabilirsiniz. Fakat karakterleriniz kurgunun gerektirdiği eylem ve dramlara tekabül edecek bir psikoloji ve ruha erişemeyip bunun yerine sizin dikte ettiğiniz düşünsel çerçeveye (saygı, sadelik) mahkum edilirlerse; nihayetinde elde ettiğiniz sonuç, bireysel felsefenizi sırtlarında taşımaya çalışan karton kölelerden ibaret olacak; romanınızın belkemiği olan karakterler de sakat kalacaktır.
Bir de Türk postmodernizminin edebi arayışlarının yansımasında kendini bulan, başörtülü ‘Gönül’ meselesi var. Elbette sanat bir yaratma ve yansıtma aracı olduğundan, başörtülü bir karakterin herhangi bir romanda vuku bulmasından daha doğal bir durum olamaz. Doğal olmayansa, kibar bir ifade ile söyleyecek olursak, Gönül’ün bütünüyle Kiremitçi’nin günah çıkarma ve ‘herkesi kucaklayan yazar’ imajı çizme çabalarının başarısız, adölesan ve didaktik bir ifadesi olmuş olmasıdır. Gönül, Türkiye’de yaşayan başörtülü bir kız değil, Türkiye’de başörtülü insanların da yaşadığını 2012 yılında keşfetmek ‘zorunda bırakılmış’ bir yazarın olmasını istediği, Beyaz ve Batılılaşmış Türkler ile her şeyi aynı, bir tek başörtüsü ve cinsellik anlayışı farklı bir birey. (Kan kaybeden Beyaz Türk’ün kirli rüyası...)
Kiremitçi ‘siyasetle uğraşmadığını’ söylese de, Maurice Duverger’in ifadesiyle siyasetin kendiyle uğraşmış olduğu kesin. Theophile Gautier’nin ‘ars gratia artis’inden keskin bir dönüş yaşayan Kiremitçi, ‘her devrin adamı’ olmaktan ziyade ‘toplumu birleştirmek’ gibi kutsal bir görevi omuzlanacaksa, malesef Ferdinand Tönnies gibi isimlerin toplumdaki cemaat sosyolojisine daha fazla kafa yorup, bunları karakterleri ve kurgusal merkezi bağlamında daha edebi bir biçimde gerçekleştirmek zorunda. (Belki de son iki senesini yurt dışında değil de, Senai Demirci gibi isimlerle geçirmeliydi.) Aksi takdirde Kiremitçi, Gönül Meselesi gibi kitaplarla eseri ve kutsal görevinden ziyade ismini satmaktan kurtulamayacaktır.
Yazarın Peygamberimizin de çok önem verdiği ve bizzat desteklediği evlat edinme konusuna yaklaşımını çok yanlış buldum.Kimsesiz çocukları kaderlerine terk etmek onları suça itmektir.İslamiyet insancıl ve makul bir dindir.Yanlış tanıtılması haksızlıktır.bahsedilen ayetler yanlış yorumlanarak dini otoritelerin, müftülüğümüzün ve ilahiyat bilimcilerin gerçekleri yansıtan yorumları hiçe sayılmıştır.Reklamı bırakıp daha duyarlı davranılması gerekir.
sayın selçuk uygur, tuna kiremitçi'nin son kitabı da önceki kitapları gibi nitelikli edebiyatın değil, ticari edebiyatın bir aygıtıdır. ilknur özdemir, ömer türkeş, semih gümüş, gürsel aytaç, selim ileri gibi aydınlar, tuna kiremitçi'yi beğenerek bu vasatlığı ve ticari zekayı meşrulaştırmaktadırlar. tanığı olduğumuz şey, kültür endüstrisidir. yukarıda saydığım kişiler, tam da kitsch olanı meşrulaştırıyorlar ve bundan para kazanıyorlar. keşke şu yazdığımı sansürlemeseler de tartışsak.. ama burası türkiye, yok öyle. milyonlarca liralık para dönüyor bu piyasada. çarka çomak sokmamak lazım, değil mi? herkes mutlu. okur mutlu, yazar mutlu, yayıncı mutlu, eleştirmen mutlu. asıl sorun bende. bir türlü kitsch olanı estetize edemiyorum, yukarıda saydığım burjuva aydınlarına imreniyorum.. gemi batıyor, herkes göbek atıyor. sürüye dahil olmak için ne yapmalıyım? size bunu soruyorum. ben tuna kiremitçi gibi kitsch yazarları sevmek istiyorum.
Sayın ziyaretçi(18.43),
Bu yazının çerçevesi maalesef "Tuna Kiremitçi'nin Romanları" değil, yalnızca "Gönül Meselesi"dir. Söz konusu roman ile ilgili yetkin bir ismin olumlu bir eleştirisine henüz denk gelmemiş olmakla beraber, herkesin her şeyi beğendiği bir eleştiri ve sanat ortamını da şahsım adına sağlıklı bulmuyorum. Ülkemizde sağlıklı bir edebi estetiğe giden yol zannımca konsensustan değil, fikir ayrılıklarına dayalı sanatsal bir dilayektikten geçmektedir. Saygılarla.
ilknur özdemir, ömer türkeş, semih gümüş, gürsel aytaç gibi kişiler tuna kiremitçi'nin romanlarını beğendiklerini söylüyorlar. kaç tane övgü dolu yazı yazdılar hakkında. onlar hakkında ne düşünüyorsunuz?
Güzel bir yazı olmuş... Şişirilmiş balonları patlatma zamanı
Yeni yorum gönder