Sabitfikir
Künye | Yazarlar | Giriş Yap

Eleştiri

Eleştiri

Kitaplara gaz verme çabası



Toplam oy: 1267
David Toscana
Kırmızı Kedi Yayınevi

“Suçlu tipi, elverişsiz koşullardaki güçlü insan, hasta edilmiş güçlü bir insan tipidir. Her güçlü insanın içgüdüsündeki silah ve korunma olan her şeyin haklı olarak var olduğu yabanıllık, belir bir daha özgür ve daha tehlikeli doğa ve varoluş biçimi eksiktir onda. Erdemleri toplumdan sürgün edilmişlerdir; beraberinde getirdiği en canlı içgüdüleri, çok geçmeden en bunaltıcı duygulanımlarla, kuşkuyla, korkuyla, onursuzluka çarpışıklaşırlar.” *

 

Kuraklıktan telef olmak üzere bir kasaba ve Icamole halkı. Sansürcü kütüphane görevlisi Lucio. Kasabanın su bulunan tek kuyusuna sahip kütüphanecinin oğlu Remigio. Kasaba halkına sırf iyilik olsun diye şehirden su getiren bir garip adam Melquisedec. Su kuyusunda ölü bulunan küçücük bir kız çocuğu Anamari. Buna benzer birçok karaktere sahip -kelimenin tam anlamıyla- garip bir roman Son Okur.

 

Fevkalade bir polisiye olabilirdi ya da insan ilişkilerinin sorgulandığı bir novella, ancak tam da burada Toscana bize şiddetle karşı çıktığı bir şeyden bahsediyor: romancılar (anlatıcılar) her zaman klişeye düşerler ve esas oğlan/kız ya ölür ya kazanır ya da buna benzer bir şeyler olur. Toscana'nın Kırmızı Kedi Yayınevi tarafından Pınar Savaş'ın çevirisi ile Türkçe'ye kazandırılan ilk kitabı Son Okur, okuyucunun beklentisini her an yıkan ve yeniden inşa etmesi için yeni nedenler sunan bir edebi eleştiri olarak betimlenebilir.

 

 

 

 

 

Kitabın arka kapak yazısında New York Times Book Review'dan alınan cümleler yazar hakkındaki görüşü özetliyor: “David Toscana, Gabriel Garcia Marquez ve Jorge Amado gibi Latin Amerikalı yazarların yanında yer almayı hak ediyor.”

 

1961 doğumlu Meksikalı yazarın şimdiye dek yayınlanmış sekiz roman ve bir de öykü kitabı bulunuyor. Son Okur bize gösterdi ki yazarın Türkçe'ye kazandırılacak yeni kitapları okurumuz tarafından sabırsızlıkla beklenecek. Bu sabırsızlığın başlıca nedenini keskin kalemi ve eleştiri oklarının acımasızlığı olarak nitelemek doğru olacaktır. Kendi egosunu sanattan üstün tutan yazarların alışkanlığından kurtulabilmiş bir yazar olan Toscana, Son Okur ile okuyucuya edebiyatın yorumlanması anlamında birçok ders veriyor.


Yazının girişinde bahsettiğim karakterlerden Remigio'nun kuyusunda bir kız çocuğu cesedinin bulmasıyla başlayan öykü, babası Lucio'dan bu konuda ne yapabileceği hakkında fikir almaya niyetlenmesi ile devam ediyor. Kütüphanesinin kendinden başka okuyucusu olmayan Lucio, kitapları sansürlemekle yetinmeyen, bir de üzerine böceklere -bilhassa hamamböceklerine- yediren ve kendi fikirlerinden ayrıksı hiçbir fikre değer vermeyen bir kütüphane görevlisi olarak tanıtılıyor okuyucuya. Lucio'yu okuyucu için çekici kılan özellik ise, her konuşmasında kitaplardan alıntı yaparak cevap vermesi ve karşılaştığı sorunları da aynı şekilde kitap karakterlerinin yaşadıkları ile özdeşleştirip, kitaplardaki kurguya dayanarak çözmeye çalışması.

 

Remigio'nun kuyuda bulduğu kız çocuğu Anamari'yi ne yapacağını Babette’in Ölümü ile ilişkilendirip, kızın sonunu hazırlaması. Katili arayışları kitabın ana öznesi gibi görünse de yazar esas olarak edebi eleştiriyi amaçlıyor. Lucio'nun yardımıyla cesetten kurtulmayı bir şekilde başaran Remigio, o seremoniden sonra artık eski hayatına dönmekte zorluk çekiyor ve bu süreç okuyucuya iliklerinde hissedebileceği bir seri katil soğukkanlılığıyla hissettiriliyor. -Eğer Toscana bu satırları okuyor olsaydı eminim “seri katil soğukkanlılığı” tamlamasını kullandığım için beni de yerden yere vurmaktan çekinmezdi- Öyküyü bir kenara bırakırsak eğer Toscana'nın edebiyatın anlamlandırılması, yorumlanması, sentezi ve “piyasasıyla” ciddi bir meselesi olduğunu Son Okur'da rahatlıkla görebiliyoruz.

 

 


 

 

Kuyuda ölü bulunan kız çocuğunun annesi ile yaşadığı diyaloglar Lucio'nun dolayısıyla da Toscana'nın edebiyatı ne olarak gördüğünü ve okuyucunun da görmesi gerektiğini anlatmak için yazılmış. Zaten romanında da kendine özgü bir kurgu dünyasından çok, gerçeklikten uzaklaşmayan bir distopyayı kaleme almış. Toscana'yı bu noktada eleştirebileceğimiz tek yer ise romanın dinamiğinin çok değişken olması ve bu bir süre sonra olay örgüsünün yazardan bağımsız kalamamasına neden olması. Tam da bu noktada edebi eleştirinin değil, salt sorgulanamaz bir dikte etme eyleminin içine düşüyor. Sansürcü kütüphane görevlisi ile eleştirdiği sistemin içinde az da olsa yazarın payının olduğuna kendisi de kanaat getiriyor.

 

 

“Herkesin alkışladığı ama pek az kişinin anladığı kitaplar” vurgusunu sıkça hissettiğimiz için bu konuda Toscana'yı gereğinden fazla sorgulamayız çünkü sonuç itibariyle kendisi de bu sistemin bir parçası olmaktan gurur duymuyor. Kasabanın “gönüllü” su taşıyıcı Melquisedec'i teşhir etmesi ve sırf kitap okumadıkları için oluşturduğu kişisel nefreti anlatıcı Lucio'yu okuyucunun ben-merkezli bir eleştirel bakış yakalaması yönünde teşvik ediyor. Bu sırada Lucio'nun düşüncelerinden payına düşenleri alanlar eleştirmenler oluyor:



“Cehennem; kitap kapağı sayfalarını, kitap sayfası kıvrıntılarını, kadın ve erkek yazarların resimlerini, erkeklerin entelektüel pozlarını ve kadınların güzelliğe duydukları arzuyu sebatla parçalayıp toz eden sidik ve dışkılar içinde yavaş tüketen bir şey olmalıydı. Böcekler ödülleri, başarıları ve her şeyden çok da etkileyici bir anlatı, bir başyapıt, son derece kaliteli edebiyat, edebiyatta ayrıcalıklı bir yere sahip, en büyük yazarların mabedinde yerini almaya hazır türünden, kendi motoruna sahip olamayan kitaplara gaz verme çabalarını içeren yersiz övgüleri kusuyor olmalıydılar.”



Açıkçası bu noktada romanın yönlendiriciliği ve gerçekçiliği kaçınılmaz bir biçimde gözümüze sokuluyor ki yazarın istediği de tam olarak bu. Toscana edebiyat okurunun kaliteli bir okur olmak adına atacağı her adımın okuyucuya pozitif yansıyacağını düşünüyor ve Lucio üzerine kurduğu maddi-manevi bütün özellikler de bu çabanın ürünüdür. Yazarların kaliteli eserlere imza atması için okurun beklentilerini yükseltmesi gerektiğini dikte etmesi Son Okur için ideal bir üslup olarak karşımızda duruyor. Edebi eleştiriyi romanın içine deyim yerindeyse enjekte etmesi Son Okur'u okunacaklar listesinin üst sıralarına taşımayacağa benziyor çünkü Toscana okurun beklentisini değil, kendi isteklerini karşılıyor ve bunda hiçbir beis görmüyor.

 

 

Toscana'nın davranışlarını ve yazarlığını belki küstah belki köktenci bulabilirsiniz ama asla zarar verici değil aksine tam da olması gerekenleri oldurmaya çalışan bir yazar ve Son Okur da herhangi bir kitabın son okuru olmamak için ne yapmak gerektiğini anlatan bir roman. Kitapların sonu gelmesin diye okuyabilir ve belki de “sansürcü” bir kütüphaneciyi sevebilirsiniz.

 

 

 

 

 

* Putların Batışı

 

 

 

 

 

Yorumlar

Yorum Gönder

Yeni yorum gönder

Diğer Eleştiri Yazıları

Modern sanat telakkisinin adeta “dinselleştiği” ve bunun da en önemli etkisini mimarlık alanında gösterdiği bir bağlamda yaşadı Turgut Cansever. Türkiye ekseninde bir yanda pozitivist bir dünya görüşünün diğer yanda da seküler mistik ve “yaratıcı insan” düşüncesinin egemen olduğu, “bilim”in dogmatikleştiği bir dönem.

Hayat parantezi 1916’da İstanbul’un Fatih semtinde, Atik Ali Paşa’da açıldı Behçet Necatigil’in. Sonra parantezin içerisine bir başka şehir girdi: Kastamonu. Zeki Ömer Defne’nin zilleri çalarken derslere bir bir girenler arasında o hassas ortaokul öğrencisi de vardı. Evlerden, kırlardan, denizlerden duyulan bu ses zil değil şiirin tınısıydı.

“Sanatçı, gözün göremediğini görendir.”

 

Çağdaş Amerikan edebiyatının en parlak yazarlarından Michael Chabon’un bir söyleşisini hatırlıyorum. Yaratıcı yazma atölyelerinin desteklenmesi gerektiğini söylüyordu: “Tamam, kimse kimseye dâhi olmayı öğretemez kuşkusuz ama yazarken hata yapmamak, yazmak denen şeye ‘okur’ gibi değil de ‘yazar’ gibi bakmak pekâlâ öğrenilebilir.

Nehir söyleşi, ara bir tür. Ne biyografi ne de otobiyografi. Otobiyografi değil çünkü hayatınızı nasıl anlatacağınızı söyleşiyi yapan kişinin soruları belirliyor. O çerçeveyi siz çizemiyorsunuz ve birkaç soruyla hiç istemediğiniz günlere veya olaylara geri dönmeniz mümkün.

Kulis

Bir Rüya Gibi Dağılacak Olan Hokkabazlar Dünyasında Yaşıyoruz

ŞahaneBirKitap

Kaan Burak Şen, yavaştan genç yazar olarak anılmanın sonuna doğru geliyor; Mutlu Kemikler üçüncü kitabı… Kafası bir hayli tuhaf. Şimdilerde bir roman yazdığı da söyleniyor, fakat öncesinde belirtmekte fayda var: Mutlu Kemikler öykü derlemesi henüz çıktı, pek başka bir kitaba benzetilecek bir havası da yok bu kitabın.

Editörden

Tıp ve edebiyat ilişkisi, tıbbın insanla olan ilişkisi gibi tarih boyunca şekil değiştirmiş, her dönem yeni yaklaşımlarla genişlemiştir. Tıbbın tarihi, insan acılarının da tarihidir aslında. Edebiyatın içinde kapladığı yer, diğer bilim dallarından hep daha büyük olmuştur tıbbın.