Sabitfikir
Künye | Yazarlar | Giriş Yap

Eleştiri

Eleştiri

Kocaman bir Türk filmi oyunu mu?



Toplam oy: 788
Nermin Yıldırım
Hep Kitap
Dokunmadan, bölümleri açan alıntılarla paslaşarak tamamlanıyor. İster istemez insanın aklından geçiyor: Yoksa bu roman, kocaman bir Türk filmi oyunu mu?

Doksanlı yıllar itibariyle yeni Türk sinemasında televizyon konuşur daha ziyade kadının yerine. Kadın karakterler sessizleştikçe, edilgenleştikçe televizyonun sesi daha da yükselir. Bu eğilim, en açık Zeki Demirkubuz filmlerinden okunabilir. Masumiyet’te kocası tarafından tabancayla dilsizleştirilen Yusuf’un ablası veya bizzat doğuştan dilsiz olan Uğur’un kızı Çilem isteseler de konuşamayacaklarından, iç mekanlardaki televizyonların sesi giderek artacaktır. Televizyon, edilgen bir nesne olmasına rağmen karakterlere yanıt verir, etkinleşir; Yeşilçam’dan karakterler veya çizgi film kahramanı, hayalet Casper, otele gelen misafire “Hoş geldin,” der mesela ya da dayak yiyip otele dönen Yusuf’a “Hayrola, neyin var?” yanıtını verir. Televizyon, senaryoda replikleri olan bir karakter gibidir. Nermin Yıldırım’ın yeni romanı Dokunmadan’ın her bölümünü açan alıntılar, Casper’ın filmdeki yanıtlarını hatırlatıyor. Zaten Dokunmadan’ı, her bölümü açan bu nefis alıntılarla takip etmek de mümkün. Karacaoğlan’dan Çehov’a, Morrissey’den Füruzan’a bambaşka bir harita çiziyor Nermin Yıldırım, romanın özüne ilişkin: Hisli okurlar için ışıklı bir ikinci kat. 

 

Yirmi dokuz yaşında, genç bir kadının, Adalet’in romanı, Dokunmadan. Doktorları tarafından çok az ömrünün kaldığını öğrendiği sahneyle başlıyoruz. Sonradan tüm romanı bir virüs gibi saracak olan Adalet’in suçluluk duygularıyla tanışıyoruz. Sözlük ve kelime zengini çocukluğunda suçluluklar ve hata sahibi aramalarla nefessiz kalıyor Adalet. Ki nasıl büyüsün? Hatalar, pişmanlıklar… Suçlunun kim olduğunu bulabilecek miyiz? Asghar Farhadi’nin filmlerinde olduğu gibi, suç-ceza mekanizmaları, karşı karşıya gelişler, “şimdi kim suçlu” sorusunun olayların merkezine oturuşu, Dokunmadan’ın önemli çekirdekleri. Ömür abaküsünü tekrar tekrar elden geçirecek Adalet.

Çarpa çarpa kendisi öğretenler…

 

Nermin Yıldırım’ın çok hoş bir dil aritmetiği var. Eski ve yeni sözcükleri, akıcılığı hiç burkmadan, öyle bir matematikle bir araya getiriyor ki... Kalplerde usulca yer değiştiren kavimler, ruhlarımızdaki şeytanlar, dibinde akreplerin dolandığı eski çuvallar; hatırlamanın, hafızanın giyilmekten yıpranmış eski hırka ipleri ayaklarımıza dolanıyor.


Kör köpekler, tek gözlü oyuncak ayılar, küp küp sebze yemekleri, Dali’nin eğri büğrü saatlerine öykünerek uzayan saniyeler, ölü evinde televizyon yasakları derken enikonu Dokunmadan’ın evreninde kayboluyoruz. Masumiyetler yitmeye devam ederken, kırılan aynalar artık eskisi gibi olamıyor. “Sosyolojik gözlem kisvesi altında” televizyonda pür dikkat izlenen izdivaç programlarından gözler ayrılamıyor. Doktorların beden dillerini, haber veya bulut fallarını takip ederken Adalet ile birlikte çocukluk hatalarını telafi etmenin peşinde koşuyoruz.

 

Peki, bu Freudyen eski mahalleri ziyaretleri işe yarayacak mı? Hafızanın, hatırlamanın bulanık göllerinde, hassas düşünmenin fazladan ağırlıkları ile eski mahallenin komple değişimini ruhen kaldırabilecek miyiz? Çarpa çarpa kendisi öğreten rüzgarlar ve zamanlar, hepimizi savuracak.

Pejmürde oyuncak, kolilerde çocukluk


Yabancılara kök söktürenler, sesini yiyenler, kırık dişli dilenciler eşliğinde suçlulukların peşinde yürüyüşümüz sürüyor Dokunmadan’da. Çocukluğa, hem de trenle yapılan bir seyahat, Adalet’e neler getirir? Ve mütemadi arkadaşı Hülya tabii… Hülya hakkındaki sürpriz, elbette roman okurlarının hediyesi olarak kalacak.

 

Şeker fabrikalarında, taşranın tren istasyonlarında çocukluk uykularına, rüyalarına yapılan yolculuklar sürerken; pejmürde oyuncak kolileriyle çocukluk yaralarımızı eşelemeye devam ediyoruz. Ama elbette sevilmeyen çocuklar, büyüdüklerinde sevmeyi hiç beceremeyecekler. Dokunulmayanlar, dokunmayı. Nermin Yıldırım’ın yeni romanında kul kurdukça, felek gülüyor. Bir Facebook hesabı peşinde internet kafelerde veya ufacık bir adres için cızırtılı telefon sesleri ardında koşuyoruz, koşuyoruz. Thelma ve Louise’in farklı bir versiyonu olarak da okunabilir mi Dokunmadan? Kısmen. Ama tam olarak değil.

 

Dokunmadan, bölümleri açan alıntılarla paslaşarak tamamlanıyor. İster istemez insanın aklından geçiyor: Yoksa bu roman, kocaman bir Türk filmi oyunu mu?

 

 

 


 

 

 

 

Yorumlar

Yorum Gönder

Yeni yorum gönder

Diğer Eleştiri Yazıları

Modern sanat telakkisinin adeta “dinselleştiği” ve bunun da en önemli etkisini mimarlık alanında gösterdiği bir bağlamda yaşadı Turgut Cansever. Türkiye ekseninde bir yanda pozitivist bir dünya görüşünün diğer yanda da seküler mistik ve “yaratıcı insan” düşüncesinin egemen olduğu, “bilim”in dogmatikleştiği bir dönem.

Hayat parantezi 1916’da İstanbul’un Fatih semtinde, Atik Ali Paşa’da açıldı Behçet Necatigil’in. Sonra parantezin içerisine bir başka şehir girdi: Kastamonu. Zeki Ömer Defne’nin zilleri çalarken derslere bir bir girenler arasında o hassas ortaokul öğrencisi de vardı. Evlerden, kırlardan, denizlerden duyulan bu ses zil değil şiirin tınısıydı.

“Sanatçı, gözün göremediğini görendir.”

 

Çağdaş Amerikan edebiyatının en parlak yazarlarından Michael Chabon’un bir söyleşisini hatırlıyorum. Yaratıcı yazma atölyelerinin desteklenmesi gerektiğini söylüyordu: “Tamam, kimse kimseye dâhi olmayı öğretemez kuşkusuz ama yazarken hata yapmamak, yazmak denen şeye ‘okur’ gibi değil de ‘yazar’ gibi bakmak pekâlâ öğrenilebilir.

Nehir söyleşi, ara bir tür. Ne biyografi ne de otobiyografi. Otobiyografi değil çünkü hayatınızı nasıl anlatacağınızı söyleşiyi yapan kişinin soruları belirliyor. O çerçeveyi siz çizemiyorsunuz ve birkaç soruyla hiç istemediğiniz günlere veya olaylara geri dönmeniz mümkün.

Kulis

Bir Rüya Gibi Dağılacak Olan Hokkabazlar Dünyasında Yaşıyoruz

ŞahaneBirKitap

Kaan Burak Şen, yavaştan genç yazar olarak anılmanın sonuna doğru geliyor; Mutlu Kemikler üçüncü kitabı… Kafası bir hayli tuhaf. Şimdilerde bir roman yazdığı da söyleniyor, fakat öncesinde belirtmekte fayda var: Mutlu Kemikler öykü derlemesi henüz çıktı, pek başka bir kitaba benzetilecek bir havası da yok bu kitabın.

Editörden

Tıp ve edebiyat ilişkisi, tıbbın insanla olan ilişkisi gibi tarih boyunca şekil değiştirmiş, her dönem yeni yaklaşımlarla genişlemiştir. Tıbbın tarihi, insan acılarının da tarihidir aslında. Edebiyatın içinde kapladığı yer, diğer bilim dallarından hep daha büyük olmuştur tıbbın.