Tatillerin en çok yol kısımlarını severim. Çocukken de böyleydi. Nereye gittiğimiz, ne kadar kaldığımız, gittiğimiz yerde yaptıklarımızdan çok gitmek ve doğaldır ki dönmek fikri beni hep daha çok ilgilendirmiştir.
Koltuk, bir yol kitabı aslında. Thom, Erik ve Tree’nin Koltuk’la yaptıkları yolculukta yaşadıkları maceralar. Kitabın kapağında yazdığı gibi Murakami, Tom Robbins ve Don Kişot’tan izler taşıyorsa da bence Yüzüklerin Efendisi ve Yolda’yı da es geçmemek gerek.
Thom, Erik ve Tree aslında birbirlerini çok iyi tanımayan, zorunluluktan ve tesadüfen bir araya gelmiş ev arkadaşlarıdır. Thom, geçmişte bilişim suçu işlemiş, bu suçtan ötürü kendine has bir hayran kitlesiyle şöhret edinmişse de bu şöhret işine yaramamıştır, işsizdir. İş başvuruları geri çevrilmektedir. Erik, küçük düzenbazlık ve sahtekarlıklarla günü kurtarmaya çalışmaktadır. Tree’nin de işi yoktur, gün boyu evde oturmakta, diğer ikisi için yemek pişirmekte, kargaburnuyla tel bükerek küçük heykeller yapmakta, gördüğü rüyalar birebir çıkmaktadır. Diğer ikisi eve Tree’nin verdiği gazete ilanıyla gelmiştir. Üçü de tutunamayan, kaybeden, seçilmemiştir. Hayatta doğru dürüst bir amaçları, yarının onlara vaat ettiği bir şey yoktur.
Bir gün zırva bir sebepten bu üçlünün evini su basar. Evden çıkmak zorunda kalırlar. Üçünün de eşya anlamında pek bir şeyi yoktur, birer çanta alırlar yanlarına ama ev sahibi evdeki koltuğu da alıp götürmelerini ister. Üç kafadarın aklına ikinci el eşya satan yerler gelir. Böyle iki yer denerlerse de koltuğu buralara bırakma konusunda başarılı olamazlar. Taşıma sırasında arada durup dinlendiklerinde, yol kenarında koltuğun üstünde otururlarken daha önceden yanlarından geçip gitseler ilgilenmeyecek insanlar üçlüye olağandışı ilgi gösterir. Şehrin içinde oradan oraya koltuğu taşırken koltuğun bir yöne giderken ağırlaştığını, bir başka yöne giderken hafiflediğini fark ederler. Zaten yapacak başka bir işleri de yoktur, koltuğun istediği yöne gitmeye karar verirler.
Kafalarında bir sebepleri yoktur ancak yolda tanıştıkları bir gazeteci kız, Jean, yaptıkları taşıma işine ‘dünyayı kurtarmak’ gibi bir yüklemede bulunup şöhret ve belki de şöhretin sonunda para elde edebilecekleri fikrini verir. Bu fikir üçlünün hoşlarına gitse de kendilerinin beter kaybedenler olduklarına öyle inanmışlardır ki yine de yaptıkları işi tanımlamak istemezler ve yolculuk “öylesine” başlar. Portland’dan demiryolunu takiben nehirler okyanuslar aşarak Ekvador’a, insanlığın başlangıcına kadar uzanan bir yoldur bu. Kahramanlarımız bize bir kez daha ‘kaybedenin’ aslında ‘kaybetmeyen’ olduğunu anlatır.
Kitabın yazarı Benjamin Parzybok, uçuk kaçık bir sürü internet projesini yaratmış ve hayata geçirmiş. Kitabın sonunda ‘Teşekkürler’ kısmından öğrendiğimize göre Thom, Erik ve Tree’nin Ekvador yolculuğu Benjamin Parzybok’un Ekvador günlerinden izler taşıyor. Hafta içinde yazarın bir e-ropörtajından okuduğuma göre hikayeye ilham veren, Parzybok’un eşiyle aldıkları bir koltuğu taşıyıcı parası vermemek için kendileri taşırken Portland’ın varsıl kesimlerinden geçişleri esnasında gördükleri ilgi olmuş.
Beslendiği kaynakları söylemekten çekinmeyen bir yazarın ilk kitabı için oldukça başarılı bir yazılı proje olmuş. Büyüklere masallar kıvamında, hoş vakit geçirirken eski dostları (Murakami, Tom Robbins, Cervantes, Tolkien ve Kerouac) yeniden okumak isteğini kabartan, yazarın bundan sonra gelecek eserleri için şimdiden varsayımlar ürettiren bir kitap.
Domingo Kitap’a bize Benjamin Parzybok’la tanışma imkanı sunduğu, Algan Sezgintüredi’ye güzel çevirisi ve Türkçesi, Kadriye Gümüş ve Hakan Tacal’a çekici kapak tasarımı, Emre Ülgen Dal’a da titiz editörlüğü için teşekkürler. (Bu son kısmı her kitap için yapmam, genelde iyiyse çevirmeni zikreder geçerim, kıymeti biline!)
Neredeyse unutuyordum, öngörüm doğru çıkarsa birkaç yıla kalmaz kitabın filmini seyrederiz. Ben yönetmen için Tim Burton dedim, Domingo Paul Giamatti dedi. Fark etmez. İyi bir yönetmenin elinde sıkı gişe yapabilecek güçte bir hikaye var ortada.
Selgin Biber
Yeni yorum gönder