Sabitfikir
Künye | Yazarlar | Giriş Yap

Eleştiri

Eleştiri

Korkut Ata’nın söylediğidir



Toplam oy: 699
Kolektif
İz Yayıncılık
Dede Korkut’un yeniden yazım denemeleri, kültürün aktarımı ve dönüşümü bakımından olduğu kadar, günümüz öyküsünün ivme ve eğilimlerini göstermesi nedeniyle de dikkat çekici.

Dede Korkut Oğuznameleri uzun süredir halkbilimcilerin gündeminde. Türk kültürü ve folkloruna dair çıkarımlar yapmak için önemli veriler sunan Oğuznameler’in 15. yüzyılda yazıya geçirildiği düşünülüyor. Hikayelerin tarihi ise daha da eskiye dayanıyor. Yazmalardaki bilgilerin ışığında tarihsel sağlama yapıldığında 7. yüzyıla kadar geri götürülebiliyor bu hikayeler. Bizim için ilginç olansa, bu hikayelerin canlılıklarını halen koruması. Deli Dumrul, Boğaç Han, Basat, Uruz Bey ve diğerleri yazmaların sararmış yapraklarından bize bakıp, “Her dem yeniden doğarız, bizden kim usanası,” diyor gibiler.


Kültürün aktarımı, devamlılığı ve dönüşümünü anlamak için bu tarz klasik metinler büyük önem taşıyor. O kültürün zihin kodlarını, hayat tarzını, değerlerini ve zevkini ifade etmesi bakımından inşa edici ve taşıyıcı rol oynayan klasik metinler, çağları aşarak o kültürü doğuran milletin ruhunu temsil ediyor. Bu bakımdan, bu metinlerin yeniden üretimi, dönüştürülmesi ve yeni adaptasyonları, biçim değişse de sabit kalan özü görmemizi sağlıyor. Dede Korkut açısından bu tarz bir yeniden yazma tecrübesi, Korkut Ata Ne Söyledi başlığıyla kitaplaştırıldı. Editörlüğünü Aykut Ertuğrul ve Güray Süngü’nün yaptığı çalışmada, günümüz öykücülerinden 12 isim, Dresden nüshasındaki 12 destansı Oğuz hikayesini yorumlayarak yeniden yazdılar. Çalışmada yer alan isimler şöyle: Güven Adıgüzel, Arda Arel, Naime Erkovan, Akif Hasan Kaya, İsmail Özen, Mukadder Gemici, Güray Süngü, Aykut Ertuğrul, Osman Cihangir, Emre Ergin, Güzide Ertürk ve Mustafa Çiftçi.


Bu yeniden yazım denemeleri, kültürün aktarımı ve dönüşümü bakımından olduğu kadar, günümüz öyküsünün ivme ve eğilimlerini göstermesi nedeniyle de dikkat çekici. Geleneksel edebiyatta aynı mesnevi ve masallar tekrar be tekrar anlatılarak mükemmelleştirilir. Her yazar kendinden bir şey katar. Örneğin elimizdeki öykülerin bazılarında da otantik hikayeye tamamen sadık kalınarak söyleyişte, dil ve üslupta ince işçilik gösteren yazarlarla karşılaşıyoruz. Orhan Şaik Gökyay’ın Dede Korkut’undaki özgün haliyle kıyaslandığında bu işçiliğin, dil lezzetinin günümüz öykücüleri tarafından nasıl başka bir zirveye yükseltildiğine şahit oluyoruz. Yazarların bazılarıysa, otantik hikayenin ruhunu ya da olay akışını alarak onu bambaşka bir veçheye büründürmüş. Örneğin, Arda Arel, “Salur Kazan’ın Evinin Yağmalanması” hikayesini yeniden söylerken fantastik ve bilimkurgu öğelerini kullanarak büyülü gerçekçi bir atmosfer yaratmış. Birbirine öylesine yakın ama bir yandan da çok farklı üç kavram kullandığımızın farkındayız. Fakat Arel, tahkiyenin gücüyle bu öğeleri harmanlayarak tuhaf olduğu kadar inandırıcı bir hikaye evreni yaratmış. Akif Hasan Kaya’nın yeniden yazım denemesi ise başlı başına bir halk hikayesi olarak dikkate değer. Güray Süngü de, Yegenek’in hikayesini günümüzde geçen bir şehit hikayesiyle birleştirerek zamanlar üstülüğü ve devamlılığı vurgulamayı başarmış. Güven Adıgüzel’in dilinden Boğaç Han’ın öyküsü ise uzun bir şiire dönüşmüş.

Yorumlar

Yorum Gönder

Yeni yorum gönder

Diğer Eleştiri Yazıları

Modern sanat telakkisinin adeta “dinselleştiği” ve bunun da en önemli etkisini mimarlık alanında gösterdiği bir bağlamda yaşadı Turgut Cansever. Türkiye ekseninde bir yanda pozitivist bir dünya görüşünün diğer yanda da seküler mistik ve “yaratıcı insan” düşüncesinin egemen olduğu, “bilim”in dogmatikleştiği bir dönem.

Hayat parantezi 1916’da İstanbul’un Fatih semtinde, Atik Ali Paşa’da açıldı Behçet Necatigil’in. Sonra parantezin içerisine bir başka şehir girdi: Kastamonu. Zeki Ömer Defne’nin zilleri çalarken derslere bir bir girenler arasında o hassas ortaokul öğrencisi de vardı. Evlerden, kırlardan, denizlerden duyulan bu ses zil değil şiirin tınısıydı.

“Sanatçı, gözün göremediğini görendir.”

 

Çağdaş Amerikan edebiyatının en parlak yazarlarından Michael Chabon’un bir söyleşisini hatırlıyorum. Yaratıcı yazma atölyelerinin desteklenmesi gerektiğini söylüyordu: “Tamam, kimse kimseye dâhi olmayı öğretemez kuşkusuz ama yazarken hata yapmamak, yazmak denen şeye ‘okur’ gibi değil de ‘yazar’ gibi bakmak pekâlâ öğrenilebilir.

Nehir söyleşi, ara bir tür. Ne biyografi ne de otobiyografi. Otobiyografi değil çünkü hayatınızı nasıl anlatacağınızı söyleşiyi yapan kişinin soruları belirliyor. O çerçeveyi siz çizemiyorsunuz ve birkaç soruyla hiç istemediğiniz günlere veya olaylara geri dönmeniz mümkün.

Kulis

Bir Rüya Gibi Dağılacak Olan Hokkabazlar Dünyasında Yaşıyoruz

ŞahaneBirKitap

Kaan Burak Şen, yavaştan genç yazar olarak anılmanın sonuna doğru geliyor; Mutlu Kemikler üçüncü kitabı… Kafası bir hayli tuhaf. Şimdilerde bir roman yazdığı da söyleniyor, fakat öncesinde belirtmekte fayda var: Mutlu Kemikler öykü derlemesi henüz çıktı, pek başka bir kitaba benzetilecek bir havası da yok bu kitabın.

Editörden

Tıp ve edebiyat ilişkisi, tıbbın insanla olan ilişkisi gibi tarih boyunca şekil değiştirmiş, her dönem yeni yaklaşımlarla genişlemiştir. Tıbbın tarihi, insan acılarının da tarihidir aslında. Edebiyatın içinde kapladığı yer, diğer bilim dallarından hep daha büyük olmuştur tıbbın.