Romanın otobiyografik izler taşıyan Çin asıllı ana kahramanı Candance Chen’in kendi geçmişi, salgın öncesi/sonrası New York ve sözüm ona Amerika’nın “asıl” sahipleriyle kurduğu ilişkiler dikkate alındığında özünde anlatılanın küresel kapitalizmin “üvey” evlatlarından birinin hayatta kalma hikâyesi olduğunu düşünmemek elde değil.
Hayata dair tüm kabullerimizi altüst eden; bizleri kendimiz, başkaları, eşya, mekan hatta zamanla kurduğumuz ilişkiyi yeniden tanımlamaya iten bir pandemiyle boğuştuğumuz günlerde, sarsıcı deneyimimizle örtüşür şekilde Çin kaynaklı bir salgının tüm dünyayı yerle bir edişini konu edinen bir romana kayıtsız kalmamız mümkün değildi. Hele de Ling Ma imzalı eser dilimize Salgın ismiyle çevrilmişse. Geçtiğimiz ay İthaki Yayınları tarafından Türk okurun beğenisine sunulan roman, henüz koronavirüs salgının ilk aylarında hem Çin asıllı Amerikalı yazarının etnik kökeni hem de provokatif kurgusuyla bir anda “salgını önceden tahmin eden roman” olarak anılmaya başladı. Aslına bakılırsa ilk kez 2018 yılında yayımlanan ve 2018 Kirkus Kurgu ve Locus En İyi İlk Roman ödüllerine layık görülen eser, 2011’de yaşanmış kurgusal bir pandemiyi konu ediniyor. Çin’in önemli ticaret merkezlerinden Shenzen’de patlak vermesiyle Shen Humması adını alan bir hastalık kısa sürede dünyaya yayılır. Ne var ki hummanın semptomları, hastaların gündelik hayata dair alışkanlıklarını bitimsizce tekrar etmelerine neden olmaktadır. Enfekte olanlar, asla kurtulamadıkları bir döngünün içinde saçlarını tarayarak, kıyafetler deneyerek ya da ciltleri parçalanana dek yüz kremleri sürerek yavaş yavaş ölüme teslim olurlarken modern dünyaya dair her şey yavaş yavaş ufalanacaktır.
Pandemi değil kapitalist istifçilik zorluyor
Öyle sanıyorum ki öykülerden kısa filmlere, tüketim toplumunun mensupları ile zombiler arasında bir analoji kuran yorgun benzetmelere rağmen Shen Humması’nın bu sıra dışı semptomları Ling Ma’nın en parlak buluşu. Zira Salgın’ın asıl meselesi Amerikan kültürünün özünü oluşturduğu halde, ayakta kalmak için yabancı kaynaklara ve göçmenlerin işgücüne ihtiyaç duyan, bir bakıma onların omuzları üzerinde yükselen küresel imparatorluğunun, bir çeşit ikiyüzlülükle yabancılara karşı takındığı ötekileştirici tavır. Romanının otobiyografik izler taşıyan Çin asıllı ana kahramanı Candance Chen’in kendi geçmişi, salgın öncesi/sonrası New York ve sözüm ona Amerika’nın “asıl” sahipleriyle kurduğu ilişkiler dikkate alındığında özünde anlatılanın küresel kapitalizmin “üvey” evlatlarından birinin hayatta kalma hikâyesi olduğunu düşünmemek elde değil. Bir yandan da mevcut pandemi koşullarının bizleri asıl zorlayanın tehlikeli bir virüsten öte kapitalist bir istifçiliğe ve onun acımasız tedarik zincirine çaresizce bel bağlayışımız olduğunu göstermesinin, Ma’nın uç noktalarda kurguladığı anlatısının ne derece isabetli olduğunu gözler önüne serdiği söylenebilir. Tıpkı günümüzde çoğu insanın virüs ile “geçim” arasında sıkışması gibi, dolgun bir ikramiye vaadinin ikna ettiği Chen de yaşadığı şehri kasıp kavuran yıkıma karşı garip bir hissizlikle çalışmaya, ucuza İncil basmanın yollarını aradığı iş yerindeki rutinini uygulamaya devam ederek hummalı insanlarla aynılaşıyor. Dahası kendi mazisini ancak kapitalist referanslarla hatırlayabildiğini fark etmesiyle, sadece saplanıp kaldıkları rutinleri hatırlayan hastalarla nasıl benzeştiğini kendisine itiraf etmekten de geri kalmıyor. Belki de Ling Ma, çevresindeki dünya bir kıyametin pençesinde kıvranırken Chen’in maruz kaldığı kuşatılmışlık hissinin hiç değişmediğini gösterirken kapitalizmin tüm kaynaşma illüzyonuna rağmen bireyi kendi içinde bir yerlere mahkum edişini anlatmak istiyor.
Bu tanıdık yabancılaşma ve hissizlik, Chen New York’tan ayrılıp güç delisi, tipik bir orta sınıf Amerikalı olan Bob’ın önderlik ettiği kültvari topluluğa katılmasıyla da değişmiyor. Kuşkusuz kocaman silahı, şiddete duyduğu güçlü tutkusu, kendi doğrularını başkalarına dayatması ve “özel” oluşuna inanmasıyla Amerika’nın vücut bulmuş hali olarak tanımlanabilecek Bob, Ma’nın kurgusundaki önemli ağırlık merkezlerinden bir diğeri. Bob bir yandan romanı didaktik bir yavanlıktan kurtaran ironiye kapı aralarken diğer yandan o güçlü ikiyüzlülüğü açıkça resmetme işlevini gerçekleştiriyor. Öyle ki soğukkanlılıkla katlettiği hummalıları “döngüden kurtardığını” söylemesiyle geride bıraktığımız yıllarda bir takım yetkililerin savaş ve yıkımın milyonlarca insanı ölüme ve insanlık dışı koşullara mahkum edişini “demokrasi götürmek” olarak tanımlaması arasında rahatsız edici benzerlikler bulunabilir. Bu noktada perspektif ve kurgulanmış imajın ne kadar yanıltıcı olduğunun da altını çizmek gerek. Hem yeni hem de konvansiyonel medya unsurları ile gerçeğin dizayn edildiği çağımızla örtüşür şekilde Bob, rolü ve tanımı kolayca değişebilecek bir karakter. Zira hikâyeye nereden baktığınıza ve hangi atmosferi yaşadığınıza göre bir kurtarıcı ya da kötü adama dönüşebilir.
Kuşkusuz Salgın’ın bu derece ses getirmesinde tüm insanlığın sarsıcı bir deneyimi yaşamasının ve elbette bu deneyimi okuyacağımız hatta sadece sahip olacağımız bir kitapla kolayca anlamlandırmaya yönelik kapitalist reflekslerimizin büyük etkisi var. Romanını bu türden bir eleştiri üzerine inşa etmişken Ling Ma, kitabının başarısını sorguluyor mu bilinmez. Ancak geçmiş tecrübelerimizden küresel salgınların kayıplardan öte bilimsel, siyasi ve sosyolojik etkilerinin olduğunu ve temel bazı dönüşümleri tetiklediğini biliyoruz. Sanat ise insanın bu dönüşümleri anlama çabasının bir parçası olarak salgınları odağına alan eserler üretmekten geri durmaz. Her ne kadar koronavirus salgınından çok önce kaleme alınmış olsa da Salgın, son bir yılda tecrübe ettiklerimize farklı bir pencereden bakmanıza yardım edebilecek bir eser.
Kısa kısa
Kült bilimkurgu filmi Alien televizyon ekranlarına taşınıyor. Kısa süre önce Disney Investor Day etkinliği kapsamında duyurularak resmiyet kazanan dizi projesinin yapımcı koltuğunda eserin yaratıcısı Ridley Scott yer alacak. Henüz hikâyenin yakın gelecekte ve dünyada geçeceği dışında bir bilgi paylaşılmazken dizinin, Disney’in dijital platformu Hulu’da yayınlanması bekleniyor.
Disney Investor Day etkinliğinde yeni projelerin müjdelerinin verildiği bir diğer kurgusal evren de Star Wars. Lucasfilm’in 2012 yılında Disney’e satılmasıyla Star Wars yapımlarında bir patlama yaşanmış ancak kanona eklemlenen filmler efsanenin gedikli hayranlarını memnun etmemişti. Buna rağmen The Mandalorian ile şeytanın bacağını kırmış gibi görünen Disney, kendi yayın platformunun da gücüyle çok sayıda Star Wars yapımını duyurdu. Roque One’ın görece beğenilmesinin etkisi var mı bilinmez ancak serinin bir sonraki filminin Roque Squadron olacağı açıklandı. Obi-Wan Kenobi dizisi ise dikkat çeken bir diğer yapım oldu.
Yeni yorum gönder