Avrupa edebiyatının en nihilist romancısı Thomas Bernhard’dır. Yaşamdan sınırsızca tiksinen, bir an bile iyi vakit geçiremeyen, tüm yaşamları boyunca yenilgiye uğrayan, yalıtılan ve sonunda da genellikle intihar eden Bernhard kahramanları Avusturyalı ünlü yazara sayısız ödül ve iki Nobel adaylığı getirmiştir. Dilimize yeni çevrilen Amras-Watten onun ilk çalışmaları arasında yer alan iki anlatı. İki anlatıda da Bernhard’ın tüm poetikasının özellikleri tipik bir şekilde gözlenir: kahramanlar bir intihar olayının ardından sarsılırlar ve kendilerini yalıtırlar.
Bernhard’ın romanları, hem biçem hem de içerik açısından bir başkaldırıdır, geleneksel romanın hiçlenişidir. Avusturyalı bu özgün yazarın romanlarında okuyucu bir şeylerin eksik kaldığı hissine kapılır: Güzel bir öykü yoktur, görkemli bir son yoktur. Romanın geleneksel kuralları olan gelişme örgüsü ile pozitivist bir kurgu Bernhard’da tamamen yok edilir. Paragrafsız yazar ve romanlarını bölümlere ayırmaz. Her türlü sınıflama ve gruplamayı reddeder, usun eşyayı mantıksal kategorilere ayırmasına bilinçli bir karşı çıkışla, yaşamı bir bütün olarak algılar ve bu bütünü okuyucuya sık geri dönüşlerle bir anda verir. Tüm roman aynı anda her yerden başlar ve aslında her yerde de biter. Bu yüzden Bernhard okuru romana istediği yerden başlayabilir ve istediği sayfaları yer değiştirebilir ve öykü yine de aynı kalır. Yapıtları aniden biter, açık kalırlar, açıktırlar. Bernhard’ın anlattığı öyküleri başkasına anlatamayız: Her anlatı, bizim parçaları bir araya getirme girişimimize direnir.
"KÖTÜ GERÇEKLİK" İÇİN ABARTMA SANATI
Biçemi ise hırpalayacıdır zira onun düzyazısı gerçekçi metinler için kullandığımız ölçütlerle ölçülemez. Anlattıklarını öne çıkarmak için, onların biçimlerini bozar, çarpıtır, yani abartır. "Kötü gerçekliğin" yalnızca abartma sanatıyla sergilenebileceğini ve bunun ayrıca estetik bir duruş olduğunu düşünür ve der ki: “Yalnızca abartma somutlaştırır.” Bu yüzden de en çok eleştirirken abartır. Onun kahramanları her kurumu ve kavramı eleştirirken yerden yere vururlar. Eleştirilen şey daima en çürümüş ve en aşağılık olan şeydir. Bir süre sonra okuyucu bu dünyada en çürümüş ve en aşağılık olmayanın ne olduğunu kendisine sormaya başlar.
Bernhard’ın en vurucu biçimsel yeniliklerinden biri, anlatı yöntemi olarak tüm yapıta dağılmış olan tekrarları kullanışıdır. Bernhard’ın metinlerindeki sabır, ifadelerdeki ısrar, tekrarlamalar ve döngüler, anlatılan sürecin ilerletilmesi değil, sürecin kendisine geri dönülmesi üzerine kuruludur. Bu geri dönüşler üç kategoride incelenebilir. Öncelikle Bernhard öz olarak aynı olan öyküyü her bir romanında tekrar tekrar yeniden anlatır. İkinci olarak, bu romanların tümünde her önemli sözcüğü ya da cümleyi bıkıp usanmadan birçok kez tekrar eder. Son olarak öyküleri daima asıl karakterin konuşmalarını aynen aktaran başka şahısların ağzından anlatır. Yani kitabın ana anlatıcısı, asıl karakterin söylediklerini tekrar etmiş olur.
Asıl karakterin sözlerini tekrarlayan kişi, yani kitabın ana anlatıcısı, tüm Bernhard romanlarında, asıl karakterin baskın kişiliğiyle iletişim kurarken kendi özgün kişiliğini kaybetme korkusunu sık sık okuyucuya iletir. Tüm kitap baskın karakterle, ondan etkilenen ve yaşamının belli bir döneminde o karakterin etkisine girmiş olan anlatıcı arasındaki rabıta içinde geçer. Bu yüzden aslında tüm Bernhard romanları her seferinde aynı felsefeyi yansıtan bir monologdur.
KAÇACAK YER YOK!
Bernhard’ın odaklandığı ana karakterler kültürlü, atalarından kalan miras dolayısıyla çalışmak zorunda olmayan ve tüm vaktini kitap okuyarak, yalnız başına yürüyüşlere çıkarak, dünya ve ölüm üzerine düşünerek ve sonra da bu düşüncelerini öykünün anlatıcısı olan kişiye aktaran huzursuz ve insanlardan kaçarak toplum dışı bir yaşam sürdüren kişilerdir. Kendileri için hem hapishane hem de bir sığınak anlamı taşıyan kapalı yerlerde yaşarlar. Bu kişilerin kalabalığı, şehir yaşantısını arkalarında bırakıp buraları terk etmeleri ve tenha, dar vadilere, kıra sığınmaları onların yaşamla olan sorunlarında hemen hiçbir değişiklik yapmaz. Bernhard’ın evreninde insanın kaçacak, sığınacak hiçbir yeri yoktur.
Şehirde yaşayanların doğru zamanda buradan ayrılmayı başaramamaları durumunda, önünde sonunda doğrudan veya dolaylı olarak intihar edeceklerini ya da siyaset ile Katolikliğin ahmakça bir karışımı olan bu ölümcül toprakta yavaş yavaş ve perişan bir şekilde öleceklerini söyler. Ona göre şehri biraz tanıyan herkes bilir ki, yüzeyde o bir hayal ve arzu mezarlığıdır, oysa altı dehşet vericidir.
Bununla birlikte Bernhard’da şehrin tümleyeni olan köy ve kırsal kesim betimlemeleri de aynı derecede serttir. Kırsal alanda her şey çürüktür. Kırsal alan insanlarının daha değerli olduklarını kabul etmek büyük bir yanılgıdır. Onlar günümüzün alt insanlarıdır. Genel olarak kırsal alanın kendisi şehirden daha bozulmuş, çok daha düşkünleşmiştir. Alman ve Avusturya edebiyatında mutlu insanların yaşadığı güzel doğa ve köy imajına saldıran Bernhard, romantik edebiyatın insanın kirletmediği saflık sembolü olarak ele aldığı doğayı, hastalıklı ve çirkin bir dünya olarak resmeder. Böylece insanın kendini kurtarabilmesi için doğaya kaçış da bir çözüm olmaktan çıkar.
KURTULUŞUN TEK YOLU
Bernhard’da dünyanın tüm huzursuzluklarından, acılarından ve ağrılarından yalnızca tek bir kurtuluş yolu vardır: Ölüm… Bu dünyada varolabilmek, akla aşırı derecede yüklenen bir konsantrasyonla düşünmek, bunun sonucu olarak da giderek insanlardan uzaklaşmak, dayanılmaz bir yalnızlık içinde tükenmektir. Böyle bir dünyada insanın düşüncelerini anlatma girişimi aşılmaz güçlüklerle doludur. Derdini anlatamamak, kişinin kullandığı sözcüklerin bile tahrip aracına dönüşmesine yol açar. Artık iç dünyanın, baskı yapan dış dünyaya karşı ümitsiz direnişi vardır. Bu nedenle Bernhard, kahramanlarının ağzından, “Ancak ölüm olabilir, büyük ağrıların sonu. Ölüm her şeyden kurtulmak anlamına geliyor,” cümleleri sık duyulur. Bernhard’ın kazandığı bir ödül töreninde yaptığı konuşmayı anımsamakta yarar var: “Ölüm düşünüldüğünde, geriye kalan her şey saçmalıktır.”
Yeni yorum gönder