Sabitfikir
Künye | Yazarlar | Giriş Yap

Eleştiri

Eleştiri

Kuzeyin Eskimeyen Hikayesi



Toplam oy: 146
Özellikle İskandinav mitolojisine ilgi duyan herkesin keyif alacağı Odd ve Ayaz Devleri, epik bir maceranın ihtiyaç duyduğu hemen her şeye sahip. Neil Gaiman’ın deyim yerindeyse hikâye anlatıcılığının kodlarına hakim oluşu ve zengin hayal gücü, sade, tanıdık ancak kesinlikle zekice kurgulanmış güçlü bir hikâye ortaya çıkarmış. Odd ve Ayaz Devleri, çoğumuzun evlere kapandığı şu günlerde ne okuyacağına karar veremeyenler için günümüzün en önemli hikâye anlatıcılarının birinin kaleminden iyi bir seçenek olarak öne çıkıyor.

Neil Gaiman’ın çağımızın hikâye anlatıcıları için bir tür süperstar olduğunu söylemek sanıyorum yanlış olmaz. En azından konu fantastik kurgu olduğunda türün pek çok gediklisi bu tanıma itiraz etmeyecektir. Elbette sözünü ettiğimiz süperstarlık meselesi kavramının bilhassa son 20-30 yıl içinde ifade ettikleri, yani popüler kültürün bütün yırtıcılığıyla kurmacayı salınmaya ittiği sanat ile “gösteri” arasındaki alanın tamamını kapsıyor. Her ne kadar ismi bir dönem Nobel ile anılmış olsa da, Gaiman’ın spekülatif kurmacanın ötesinde varlık gösterip gösteremeyeceği ya da -sözgelimi- Tolkien, Douglas Adams, Le Guin vb. gibi ustalarla birlikte anılıp anılamayacağını zaman gösterecek. Nihayetinde -zaman zaman anlattığı hikâyelerin özgünlüğü üzerinden kimi eleştirilere maruz kalsa da- Neil Gaiman, başta Amerikan Tanrıları olmak üzere altına imzasını attığı Kıyamet Gösterisi, Yokyer, Yıldıztozu, Mezarlık Kitabı ve elbette Sandman Serisi ile kumaşının kalitesini ispat etmiş bir yazar. Dahası eserlerinin uyarlamaları ve yer aldığı film ve dizi projeleriyle - biraz da süperstar tanımının içini dolduracak şekilde- geniş kitlelere hikâyelerini ulaştırmayı başarmış bir isim.

İthaki Yayınları geçtiğimiz aylarda Gaiman’ın eserlerini bir kez daha Türk okur ile buluşturmaya devam etti. Emine Ayhan çevirisi ile okuduğumuz Odd ve Ayaz Devleri de bunlardan biri. Özellikle -son yıllarda yeni kitap konusunda bir parçacık ağırkanlı davranan- Neil Gaiman’ın dilimize kazandırılan son kitabı İskandinav Mitolojisi‘nin zihinlerimizde bıraktığı etki devam ederken geçtiğimiz ay okura sunulan Dünya Fantezi Ödülü adayı Odd ve Ayaz Devleri Asgard’ı bir kez daha ziyaret etmek isteyenler için iyi bir fırsat. Gaiman’ın kimi eserlerinde olduğu gibi ilk etapta görece genç bir okur kitlesini hedeflediği hissini uyandırsa da özellikle İskandinav mitolojisine ilgi duyan herkesin keyif alacağı novella, epik bir maceranın ihtiyaç duyduğu hemen her şeye sahip. Yazarın çoğu eserinde karşılaştığımız türden bir kahramanın, ilk gençlik yıllarının başlarındaki Odd’un, onu aşina olduğu dünyasının ötesine götürecek daveti kabul etmesiyle çıktığı erginleşme yolculuğuna tanıklık ettiğimiz kitapta Asgard’ın tanıdık figürleriyle bir kez daha karşılaşıyoruz.
Gaiman’ın deyim yerindeyse hikâye anlatıcılığının kodlarına hakim oluşu ve zengin hayal gücü, sade, tanıdık ancak kesinlikle zekice kurgulanmış, kahramanın adım adım büyüdüğü ve savaşmadan kazandığı zaferinin ganimetleri ile yuvaya döndüğü güçlü bir hikâye ortaya çıkarmış. Odd ve Ayaz Devleri, çoğumuzun evlere kapandığı şu günlerde ne okuyacağına karar veremeyenler için günümüzün en önemli hikâye anlatıcılarının birinin kaleminden iyi bir seçenek olarak öne çıkıyor.
Kısa kısa
Tüm dünyada 100 milyonu aşan okura, film uyarlamaları ile milyarlarca kişiye ulaşan Açlık Oyunları serisi, 10 yıl gibi uzun bir aranın ardından yeni bir kitap ile devam ediyor. Dex Kitap etiketiyle dünyanın geri kalanı ile aynı anda 19 Mayıs tarihinde raflardaki yerini alan Kuşların ve Yılanların Şarkısı’nda, mıntıkalar arası iç savaşın hemen sonrasına ilk hikâyenin en önemli kahramanlarından biri olan Başkan Snow’un gençliğine dönüyoruz. Film hakları henüz kitap yayımlanmadan satılan romanın film uyarlaması için ise hayranlarının fazla beklemesi gerekmeyecek.
Star Wars hayranları için son birkaç yıl pek de iyi geçmedi. Her ne kadar Rogue One ya da The Mandalorian gibi yan yapımlar beğeni toplasa da ana hikâyenin devamı olarak çekilen filmler başta büyük bir hayal kırıklığıydı. Özellikle 40 yıllık kanonun bütün dinamiklerini paramparça eden Rise of Skywalker fiyaskosunun ardından seriyi deyim yerindeyse düştüğü çukurdan kurtaracak bir isim aranıyordu. Dünya Star Wars günü olarak kutlanan 4 Mayıs’ta (May the forth) yapılan açıklama ile Star Wars evrenindeki yeni filmin yönetmenlik koltuğuna oturacak ismin Taika Waititi olacağı açıklandı. The Mandalorian’a yaptığı katkılar ile Star Wars hayranlarının sempatisini kazanan Waititi, Marvel Sinematik Evreni için çektiği Thor:Ragnarok ile de özgün üslubunu ortaya koyarak rüştünü ispat etmiş bir isim. Taika Waititi’nin filmin senaryosunu birlikte yazacağı isim ise 1917 ile Oscar’a aday gösterilen Krysty Wilson-Cairns. Son birkaç yıl Star Wars hayranlarına fazla beklentiye girmemeleri gerektiğini zor yoldan öğretmiş olsa da ardı ardına gelen umut verici haberler büyük bir heyecan dalgası yaratmaya yetti.
Kariyeri pek çok kült eserle dolu olan James Cameron için Avatar büyük beklentilerle giriştiği bir işti. Cameron’un beklentileri karşılandı mı bilinmez ama aradan geçen 10 yılın ardından Avatar yavaş yavaş türün meraklıların zihninden silinmeye başlamıştı bile. Tam da bu aşamada geçtiğimiz yılın sonbaharında Avatar 2’nin çekimlerine başlanması çoğumuz için yarım kalmış bir hikâye olan filmin devamını nihayet görebilecek olmamız açısından sevindirici bir haber oldu. Ne var ki tüm dünyayı allak bullak eden Covid-19 salgınının ardından geçtiğimiz Mart ayında Yeni Zelanda’da yapılan çekimlere ara verilmişti. Kısa süre önce yapılan açıklama ile filmin çekimlerine 25 Mayıs’ta yeniden başlanacağı duyuruldu. Şimdilik Avatar 2’nin vizyon tarihinde bir değişiklik olmasa da salgının filmin önümüzdeki Aralık ayında izleyici ile buluşmasına izin verip vermeyeceğini bekleyip 2019 BSFA Ödülleri Sahiplerini Buldu göreceğiz.

Yorumlar

Yorum Gönder

Yeni yorum gönder

Diğer Eleştiri Yazıları

Modern sanat telakkisinin adeta “dinselleştiği” ve bunun da en önemli etkisini mimarlık alanında gösterdiği bir bağlamda yaşadı Turgut Cansever. Türkiye ekseninde bir yanda pozitivist bir dünya görüşünün diğer yanda da seküler mistik ve “yaratıcı insan” düşüncesinin egemen olduğu, “bilim”in dogmatikleştiği bir dönem.

Hayat parantezi 1916’da İstanbul’un Fatih semtinde, Atik Ali Paşa’da açıldı Behçet Necatigil’in. Sonra parantezin içerisine bir başka şehir girdi: Kastamonu. Zeki Ömer Defne’nin zilleri çalarken derslere bir bir girenler arasında o hassas ortaokul öğrencisi de vardı. Evlerden, kırlardan, denizlerden duyulan bu ses zil değil şiirin tınısıydı.

“Sanatçı, gözün göremediğini görendir.”

 

Çağdaş Amerikan edebiyatının en parlak yazarlarından Michael Chabon’un bir söyleşisini hatırlıyorum. Yaratıcı yazma atölyelerinin desteklenmesi gerektiğini söylüyordu: “Tamam, kimse kimseye dâhi olmayı öğretemez kuşkusuz ama yazarken hata yapmamak, yazmak denen şeye ‘okur’ gibi değil de ‘yazar’ gibi bakmak pekâlâ öğrenilebilir.

Nehir söyleşi, ara bir tür. Ne biyografi ne de otobiyografi. Otobiyografi değil çünkü hayatınızı nasıl anlatacağınızı söyleşiyi yapan kişinin soruları belirliyor. O çerçeveyi siz çizemiyorsunuz ve birkaç soruyla hiç istemediğiniz günlere veya olaylara geri dönmeniz mümkün.

Kulis

Bir Rüya Gibi Dağılacak Olan Hokkabazlar Dünyasında Yaşıyoruz

ŞahaneBirKitap

Kaan Burak Şen, yavaştan genç yazar olarak anılmanın sonuna doğru geliyor; Mutlu Kemikler üçüncü kitabı… Kafası bir hayli tuhaf. Şimdilerde bir roman yazdığı da söyleniyor, fakat öncesinde belirtmekte fayda var: Mutlu Kemikler öykü derlemesi henüz çıktı, pek başka bir kitaba benzetilecek bir havası da yok bu kitabın.

Editörden

Tıp ve edebiyat ilişkisi, tıbbın insanla olan ilişkisi gibi tarih boyunca şekil değiştirmiş, her dönem yeni yaklaşımlarla genişlemiştir. Tıbbın tarihi, insan acılarının da tarihidir aslında. Edebiyatın içinde kapladığı yer, diğer bilim dallarından hep daha büyük olmuştur tıbbın.