Kurmacayı felsefi soruşturmalarda bir araç olarak kullanabilir miyiz? Şüphesiz evet. Peki, dil kurallarını mantık kurallarına göre açıklayarak kusursuz bir dil kuramı geliştirmeye çalışan 20. yüzyılın en önemli filozoflarından Ludwig Wittgenstein’ı felsefi soruşturmamıza araç olan kurmacada bir karakter olarak kullanabilir miyiz? Cevabı, Lars Iyer’in yakın zamanda Kolektif Kitap tarafından Türkçede yayımlanan kitabı Wittgenstein Jr.’da.
Lars Iyer’i edebiyat tarihinin en absürd çiftlerinden olan W. ve Lars adında, düşünememekten yakınan iki akademisyenin maceralarını anlattığı Kuşku, Dogma ve Göç kitaplarından oluşan üçlemesiyle tanımıştık. Yazar bu kitaplarla oluşturduğu kendisine özgü kurmaca tarzını; edebi metnin felsefe parçalarıyla, sorularla, alıntılarla, analojilerle bezendiği anlatı üslubunu bu kitapta da devam ettiriyor.
Görüntüsü ünlü filozofa hiç benzemese de, yeni hocanın hal ve tavırlarını pek Wittgensteinvari bulan öğrenciler ona Wittgenstein demeye karar veriyorlar.
Roman, Cambridge Üniversitesi’nde son sınıfta okumakta olan bir grup öğrencinin mantık hocalarıyla ilişkileri etrafında kurulmuş. Görüntüsü ünlü filozofa hiç benzemese de, Cambridge’e “felsefi mantık alanında temel çalışmalar” yapmak için gelmiş olan bu tuhaf görünümlü yeni hocanın hal ve tavırlarını pek Wittgensteinvari bulan öğrenciler ona Wittgenstein demeye karar veriyorlar. Derslere hazırlanmayan, notlarına başvurmayan, tek isteği “belli sorunlar üzerine yüksek sesle düşünmek” olan, öğrencileri akıllı ama kibirli (Cambridge aklı ve Cambridge kibiri) bulan, akademinin çöküşünden ve diğer akademisyenlerin pespayeliğinden şikayetçi olan ve çaresizliği yüzünden okunan bu melankolik hocanın kırk beş kişiyle başlayan derslerine katılım hızla düşüyor. Geriye kalan on iki öğrencinin üniversite hayatlarını, aşk maceralarını, uyuşturucu partilerini, kendi aralarında sahneledikleri antik piyeslerin uyarlamalarını, mezuniyet tarihi yaklaştıkça artan gelecek kaygılarını düz bir kurguyla anlatan roman, bir yandan da Wittgenstein’la kurdukları ilişki çerçevesinde gelişen mantık sorularını okura yöneltiyor.
Sonunda Wittgenstein’a âşık olan ve onunla bir ilişki yaşamaya başlayan Peters’ın bize aktardığı hikaye mantığın, felsefenin sonuna, hiçliğe yolculuk hikayesi. Iyer’in önceki romanlarından alışkın olduğumuz tekrar eden motifler dizisi bu romanda da anlatıyı güçlendiriyor. Ancak önceki romanların aksine ironinin dozunun çok düşük tutulması, karakterlerin gerçekliğini biraz zedelemiş. Wittgensteinvari hoca hakkında bildiklerimiz mantık alanında çalışması, çayını açık içmesi, yirmi yaşında intihar eden matematik dehası abisinin defterlerinde kaybolmasından ibaret. Böyle olunca okuduğumuz bir roman kahramanından ziyade, bir aforizmalar silsilesini okura aktarabilmek için uydurulmuş bir roman kahramanı tiplemesine dönüşmüş. Olumsuz diğer bir nokta ise, Cambridge’de geçen öğrencilik hayatı detaylarının dozunun bazen aşırıya kaçması. Bu detaylar romana bir katkı sağlamadığı gibi, kurgunun aksamasına ve okurun dikkatinin dağılmasına da yol açabiliyor çoğunlukla.
Gelgelelim, romanın bittiği noktada Iyer’in dehası devreye giriyor. Bazen aksayarak ilerleyen bölümlerin aslında harikulade bir fikirle, Tractatus Logico-Philosophicus’un yedi ana önermesini takip eden bir sırayla kurgulandığını görüyoruz. İlk dersine “Düşünce zordur,” diye başlayıp ikinci hafta, “Her şey neyse odur ve başka bir şey değildir,” diye devam ediyor Wittgenstein. Böylece kurgu, Tractatus Logico-Philosophicus’un ilk önermesi olan “Dünya olduğu gibi olan her şeydir,” ile açılıyor. Öğrencilerine ders verirken, yazmaya çalıştığı ve felsefenin sonunu getirecek olan “Die Logik” kitabı üzerine düşüncelerini paylaşırken, diğer akademisyenlerle ilgili fikirlerini açıklarken, abisinden miras kalan defterden bahsederken kurduğu cümleler sıklıkla Wittgenstein’a atıfta bulunan aforizmalar şeklinde yazılmış. Öğrencilerine sırasıyla mantığı, düşünceyi, düşünceleri hakkında düşünmeyi karamsar bir tavırla öğreten Wittgenstein’ın hikayesi felsefenin sonuna ve hiçliğe yolculukla noktalanıyor. Söyleyecek sözü kalmadığında, sahneyi terk ediyor Wittgenstein; tıpkı Tractatus Logico-Philosophicus’un son önermesindeki gibi: “Üzerinde konuşulamayan konusunda susmalı.”
* Görsel: Onur Aşkın
Yeni yorum gönder