Sabitfikir
Künye | Yazarlar | Giriş Yap

Eleştiri

Eleştiri

Leyla Erbil'i anlamak için...



Toplam oy: 1032
Elmas Şahin
Yitik Ülke Yayınları
Leyla Erbil Kitabı, Leyla Erbil'i anlayıp çözümleyebilmek için "anahtar kitap" olarak önümüzde duruyor.

Evdeki anne diktatörlüğünün ardından aşksız bir evlilikle, erkek egemen sokaklarla, ataerkil siyaset ve sosyal yaşamla karşı karşıya kalan kadın, kendisini bulacağı okumalara ihtiyaç duyar çoğu zaman. Onu sarsacak, bakış açısını değiştirecek okumalardır bunlar. "Kadın değil, adam gibi yaşamayı" marifet sayan erkeklerin memleketi Türkiye'de, didik didik okunası bir kitap, Leyla Erbil Kitabı.

 

Akademisyen, araştırmacı yazar ve çevirmen Elmas Şahin'in 2009 yılında hazırladığı doktora tezi, eylül ayında Yitik Ülke Yayınları tarafından yayımlandı. Böylece  Temmuz 2013’te 82 yaşında yaşamını yitiren Erbil'in bir arzusu da yerine getirildi. Çünkü 2009'da Şahin'in tezini incelediğinde Erbil, "Keşke bu büyük eser, bir kitap haline getirilse ve hayata katılabilse" demişti. Şahin’in deyimiyle ise, "Topluma, kadına, siyasete, feminizme bakışıyla Leyla Erbil, sanki bu kitapta nefes alıyor.“ 

 

Kitapta, Erbil'in 1956-2013 yılları arasında yazdığı yedi roman ve üç kitapta topladığı yirmi sekiz öykü masaya yatırılıyor. Ayrıca novellası Üç Başlı Ejderha ile birlikte yazım tekniği giderek şiirleşen Kalan ve Tuhaf Bir Erkek ile henüz yayınlanmamış kış bitmek bilmeyecek ve Trianon Pastanesi adlı öyküleri de tahlil ediliyor. Bu eserler, şimdiye kadar iki doktora, sekiz yüksek lisans tezine konu olmuştu. Zaman, mekan, dil, üslup bağlamında cinsiyet, cinsellik, başkaldırı ve aşk temaları üzerinden çok kereler incelenmişti. Elmas Şahin ise bu kez, feminist bir bakış açısıyla irdelemiş Erbil'in eserlerini. Beş bölümden oluşan kitapta Erbil'in hayatı ve eserleri, feminist edebiyat kuramı ve eleştrisi, eserlere feminist bir yaklaşım, şiir romanları ve kitaplaşmamış öykülere yer veriliyor. Kurgu ve kahramanlara; cinsiyet ve cinsellik, aldatma, anne-kız çatışması, bekaret, ataerkillik, iğdiş etme, özel ve kamusal alan, özgürlük ve eşitlik, Sosyalizm, Marksizm ve varoluş açılarından analizler yapılıyor. Kısacası kitap, hem Leyla Erbil'e hem de feminizme yeni başlayanlar için derli-toplu bir kaynak.   

 

Tuhaf bir kadın

 

 

Kendi deyimiyle "kül yutmaz"dı Erbil, ama hep biraz da "tuhaf"tı. 1971'de Tuhaf bir Kadın'ı, vefat etmeden kısa bir süre önce de Tuhaf Bir Erkek‘i yazdı. 1956'da yayımlanan ilk öyküsü "Uğraşsız"dan itibaren yazdığı tüm eserlerle Türkçe edebiyatın kadına bakışını değiştirdi. Kadını kadın gözüyle "dişi bir varlık" olarak ele aldı, cüretkar bir "kadın dili" kulladı. Başkaldıran, sıradışı, düzene karşı sesini çıkaran "tuhaf bir yazar"dı. Belki de Erbil'in kaptan babasının hep uzakta olmasının ve üç kız kardeşiyle birlikte, baskın bir anne otoritesi altında büyümesinin bunlar üzerinde etkisi vardı.

 

Başkaldırının yazarıydı. Özellikle de geleneğe... Eserlerindeki kahramanlarla ataerkil değerlere ve toplumsal tabulara, feminist yaklaşımıyla meydan okudu. Kurgu dünyasında kadına özgürlüğün kapılarını açtı. Yüzyıllardır tabu olan cinselliği fora etti. Kadının kendisi, ailesi ve toplumla hesaplaşması, kurulu düzen adına ne varsa yerle bir edişi, özgürlüğe koşuşu, dikkat çekti. Çoğu karakterinde "güçlü bir kadın, ezilmemiş, erkeksiz ayakta durabilen, başkalarının amaçları uğruna kendinden ödün vermeyen, kendi hedeflerine koşan bir kadın imgesi" baskındı.

 

Kadın sorunlarından toplumsal ve siyasi meselelere, dini ve ataerkil öğretilere kadar yaşamın her alanından konular yazdı. Yaşadığı sürece hemen hemen bütün 1 Mayıslara katıldı.Türkiye İşçi Partili idi. "Özel olan politikti" ona göre. Başına buyruktu. Edebi ödüllerin hiçbirine başvurmadı. Buna rağmen Türkiye‘den Nobel'e aday gösterilen ilk kadın yazardı.

 

Kitaplarının içeriği kadar, biçimi de dikkat çekiciydi. Küçük harfle başlayan, yanyana üç virgüllü, noktasız cümleleriyle gramer kurallarını altüst etti. "Şiir roman" türünü Türkçe edebiyata kazandırdı. Kalan ve Tuhaf Bir Erkek‘te tüm noktalama işaretlerini attı, her iki romanı da baştan sona küçük harflerle yazdı. Üstelik, "bu metinler, yukarıdan aşağıya ya da aşağıdan yukarıya da okunabiliyor, yani anlam değişmiyordu. Erbil, "Başı sonu aynı anlam kümeleri içinde okuyucuyla oyun oynuyor" sanki.

 

Erbil, bireyin toplumda sakatlandığını, bu nedenle kullanığı dilin de sakat olduğunu savundu. Ona göre; "çıldırmış, delirmiş, kapana kıstırılmış, geçmiş-an-gelecek üçleminde gidip gelen bir beyin/bilinç, toplumun sakatladığı bir birey olarak ayakta durmaya çalışır. Zihinsel bağlamda sakat olan birey normal cümleler kuramaz, bilinç akışından sözcükler gelişigüzel dökülür, yer yer tekrarlı, noktasız virgülsüz, bazen de üç virgül yanyana anlatımlarla bireyin sakatlanmışlığı belirginleşir."

 

Kitabın yazarı Elmas Şahin, kitabın sonunda yaptığı değerlendirmede Erbil'in Freud'dan Kiregard'a, Sartre'dan Joyce'a, Jung'dan Beckett'a kadar bir yığın imgelerle okuyucuyu düşündürdüğünü anlatıyor. Gerçeklik, varoluş, bilinçaltı, toplumsal bilinç, bilinçdışı çözümlemeler ve anlatıcıların bilincinden dökülen imgelemlerin, okuyucuda soru işaretleri yarattığını belirtiyor:

 

"Kavramları yerine oturtmakta, yazarın kapalı imgelerini çözmekte hayli zorlandım. Ama zevkli bir işti, bulmaca çözer gibiydi. Sanırım bulmacaların en zoruydu Erbil'i çözmeye çalışmak. Umberto Eco'nun kahramanı Adso'nunkinden daha zordu işim, adeta bir okyanusun içine düşmüş ve çıkamamıştım. Çıktığım da söylenemez ya, daha keşfedilmeyi bekleyen o kadar çok şey var ki..."

 

Bu durumda yazarın dilini, ancak bilinçli ve birikimli okurlar çözebilir. O nedenle Leyla Erbil Kitabı, Erbil'i anlayıp çözümleyebilmek için "anahtar kitap" olarak önümüzde duruyor.

 

Leyla Erbil Kitabı, ne yapacağını bilmeyen, ne düşüneceğini kestiremeyen, pusup sinmiş günümüz kadınının imdadına yetişiyor. Özne olamayan, katlandığı evlilikle ömrü tükenen, çocuklarının geleceği uğruna "gönüllü kurbanlık" geliştiren ve neredeyse bir asır önce, kendisine hak olarak sunulan kamusal alandan elini ayağını çekip özel yaşama hapsedilmeye çalışılan kadına; umut veren, çıkış yolu gösteren bir kitap.

 

 


 

 

* Görsel: Kaan Bağcı

 

 

Yorumlar

Yorum Gönder

Yeni yorum gönder

Diğer Eleştiri Yazıları

Modern sanat telakkisinin adeta “dinselleştiği” ve bunun da en önemli etkisini mimarlık alanında gösterdiği bir bağlamda yaşadı Turgut Cansever. Türkiye ekseninde bir yanda pozitivist bir dünya görüşünün diğer yanda da seküler mistik ve “yaratıcı insan” düşüncesinin egemen olduğu, “bilim”in dogmatikleştiği bir dönem.

Hayat parantezi 1916’da İstanbul’un Fatih semtinde, Atik Ali Paşa’da açıldı Behçet Necatigil’in. Sonra parantezin içerisine bir başka şehir girdi: Kastamonu. Zeki Ömer Defne’nin zilleri çalarken derslere bir bir girenler arasında o hassas ortaokul öğrencisi de vardı. Evlerden, kırlardan, denizlerden duyulan bu ses zil değil şiirin tınısıydı.

“Sanatçı, gözün göremediğini görendir.”

 

Çağdaş Amerikan edebiyatının en parlak yazarlarından Michael Chabon’un bir söyleşisini hatırlıyorum. Yaratıcı yazma atölyelerinin desteklenmesi gerektiğini söylüyordu: “Tamam, kimse kimseye dâhi olmayı öğretemez kuşkusuz ama yazarken hata yapmamak, yazmak denen şeye ‘okur’ gibi değil de ‘yazar’ gibi bakmak pekâlâ öğrenilebilir.

Nehir söyleşi, ara bir tür. Ne biyografi ne de otobiyografi. Otobiyografi değil çünkü hayatınızı nasıl anlatacağınızı söyleşiyi yapan kişinin soruları belirliyor. O çerçeveyi siz çizemiyorsunuz ve birkaç soruyla hiç istemediğiniz günlere veya olaylara geri dönmeniz mümkün.

Kulis

Bir Rüya Gibi Dağılacak Olan Hokkabazlar Dünyasında Yaşıyoruz

ŞahaneBirKitap

Kaan Burak Şen, yavaştan genç yazar olarak anılmanın sonuna doğru geliyor; Mutlu Kemikler üçüncü kitabı… Kafası bir hayli tuhaf. Şimdilerde bir roman yazdığı da söyleniyor, fakat öncesinde belirtmekte fayda var: Mutlu Kemikler öykü derlemesi henüz çıktı, pek başka bir kitaba benzetilecek bir havası da yok bu kitabın.

Editörden

Tıp ve edebiyat ilişkisi, tıbbın insanla olan ilişkisi gibi tarih boyunca şekil değiştirmiş, her dönem yeni yaklaşımlarla genişlemiştir. Tıbbın tarihi, insan acılarının da tarihidir aslında. Edebiyatın içinde kapladığı yer, diğer bilim dallarından hep daha büyük olmuştur tıbbın.