Sabitfikir
Künye | Yazarlar | Giriş Yap

Eleştiri

Eleştiri

Maniac'lardan Uzak Durmak İçin Birkaç Neden



Toplam oy: 168
Kadrosundaki yıldızlar ile Maniac birkaç sezon uzasa bile makul bir izleyici sayısına ulaşacak, birkaç haftalığına da olsa adından söz ettirecektir ancak bu haliyle izleyicide derin izler bırakacak bir yapım olmaktan çok uzak görünüyor.

Netflix gibi stream servislerinin izleme alışkanlıklarımızı doğrudan etkilediği bir gerçek. Deyim yerindeyse üzerimize sezon sezon boca ettiği yapımlarla, sezonlar arası olmasa da bölümler arası bekleme derdini ortadan kaldıran Netflix yavaş yavaş hepimizin evlerine sızıyor. Bir sonraki bölümü görmek için kılımızı bile kıpırdatmak zorunda olmamak güzel elbette fakat alıştığımız bu konforun bir noktadan sonra bizleri, Netflix ne verirse onu izlemek gibi bir çıkmaza sürüklediğini de unutmamalı. Öte yandan son birkaç yılda üretilen Netflix Original içerikleri ile en azından bilimkurgu türünde iyimser bakılabilecek bir hareketlilik yaşandığını söyleyebiliriz.

 

Geçtiğimiz yıl yaşanan Stranger Things çılgınlığı Netflix’in bilimkurgu arşivini genişletecek yapımlara yahut alımlara yöneleceğinin bir göstergesi. Eylül ayının sonuna yetişen Maniac bu zincirin son halkası ancak gelip geçici bir rüzgâr mı olacak yoksa ortalığı kasıp kavuracak bir fırtına yaratacak mı bunu zaman gösterecek. Yönetmenliğini True Detective’den tanıdığımız C.J. Fukunaga’nın üstlendiği dizinin kadrosunda Emma Stone ve Jonah Hill gibi yıldızlar yer alıyor fakat yüksek bütçe ve parıltılı yıldızlar bu defa bekleneni veremeyecek gibi.

 

Maniac’ı izlemek büyük bir potansiyelin heba oluşunu izlemeye benziyor. Üstelik bu his sadece dizinin güçlü dinamiklerinden değil, yarattığı ve insanda 80’lerde yapılmış sıra dışı bir gelecek projeksiyonunu anımsatan muazzam atmosferinden kaynaklanıyor. Evinde bile kravatla oturan, güvensiz, depresif ve pişman hep pişman (!) Owen karakteri, gırtlağına kadar klişe batağına gömülmüşken Hill’in başlarda makul görünen ancak bir noktadan sonra karakteri daha da derinlere gömen küçük, bir başka deyişle oynamadan oynamayı tercih eden oyunculuğu ile iyice sığ bir hal alıyor. Emma Stone’u izlemek biraz daha keyifli olsa da asla üstesinden gelemediği bir hesaplaşma halinde olan “bağımlı” ve dağınık Annie karakteri için de durum aynı.

 

Edebiyattan sinemaya Amerikan eserlerinde kronik hale gelen ve son yıllarda pek çok yerli esere de sızdığını gördüğümüz; aile müessesesine savaş açma hali Maniac’ın asıl ajandası gibi. Owen ve Annie’nin başını çektiği, aileden yana dertliler kervanına neredeyse her karakter dâhil, bir bakıma süper gelişmiş bir yapay zekâ bile. Yapay zekâ demişken depresyona giren -çerçeveyi biraz daha genişletelim- duygusal deneyimler yaşayan yapay zekâ fikri de dizinin hemen her köşesine sinen “yeni bir şey söyleyememe” hastalığının bir diğer sonucu. Her şeyden biraz olsun isteyen nasibince alsın mantığıyla yapılmışa benzeyen, buna rağmen özgün, zihin açıcı ve izleyeni sarsacak bir şeyler ortaya koyamayan Maniac, Owen ve Annie’nin paylaştığı fantazyalar ile derinde akan hikâyeyi iyice yavaşlatıp izleyicisini kaçırır mı? Yoksa zincirin bu kopmuş halkaları, sunduğu alternatif perspektiflerle diziye renk mi katar? Bilinmez. Kadrosundaki yıldızlar ile Maniac birkaç sezon uzasa bile makul bir izleyici sayısına ulaşacak, birkaç haftalığına da olsa adından söz ettirecektir ancak bu haliyle izleyicide derin izler bırakacak bir yapım olmaktan çok uzak görünüyor.

 

 

Kendi Mitine Sahip Çıkmak 

 

Neredeyse yüz yıl önce ortaya koyduğu görelilik kuramları ile zamana ve evrene bakışımızı derinden sarsan Albert Einstein geçmiş, günümüz ve gelecek arasındaki farkın yalnızca ısrarlı bir yanılsamadan ibaret olduğunu söylüyordu. Çoğu zaman içten gelen bir sezgiyle kavradığımızı düşünsek de aslında “zaman”, yaşadığımız evrenin en kafa karıştırıcı fenomenlerinden biri. İster hafta sonlarının ne kadar çabuk geçtiğinden yakınanlardan olalım, ister karadeliklerin olay ufkunun ötesinde neler olduğuna kafayı takmış bir fizikçi, zamanın bazen başka türlü aktığına yemin edebiliriz. Onun doğasını, sebep sonuç ilişkilerinin gizemini, nedenselliği sorgulayan eserler her zaman dikkat çekici olmuştur. İthaki Yayınları’nın birkaç ay önce okuyucu ile buluşturduğu Hiçbir Şey Göründüğü Gibi Değil’de zamanın doğasına ilişkin sorularının yanında fantastik edebiyatın istisnai yerli örneklerden biri olarak güçlü kurgusu ve özgün dili ile özel bir ilgiyi hak ediyor.

 

Bülent Ayyıldız’a 2017 Nisan’ında İz Yayınları’ndan çıkan Durun Yanlış Anladınız isimli öykü kitabının yanı sıra çeşitli dergilerde yayımlanan post-modern teknikleri ustaca kullandığı öykülerinden aşinayız. Bilimkurgu ve fantazyanın sıklıkla hafife alınmasının okurunu uzun yıllar Batı’dan gelen eserler ve onların plastik hissi veren kopyalarına mahkûm ettiğini söyleyebiliriz. Öte yandan İhsan Oktay Anar gibi isimlerin estirdiği bereketli rüzgârların kendi mirasından beslenen çalışmaların çoğalmasına katkı sağladığı da bir gerçek. Kurduğu sahici ve sapasağlam ayakta durmayı başarabilen dünyası ile romanı bu yeni ancak kökleri derine inen geleneğe dâhil edebiliriz. Atmosferin inşasına katkı sağlayan ritmi yüksek dilinin yanı sıra bu toprakların mitlerinin kurguyla ustaca harmanlandığı Hiçbir Şey Göründüğü Gibi Değil, sık rastlamadığımız türden bir roman.

 

 

Kısa Kısa: 

 

  • Amerikan Tanrıları ve Sandman Serisi gibi eserleri ile şimdiden fantastik kurgunun efsaneleri arasında anılan Neil Gaiman bu defa kuzeyin güvenilmez tanrılarının hikâyelerini anlattığı İskandinav Mitolojisi ile karşımızda. Çağımızın en iyi hikâye anlatıcılarından biri sayılan Gaiman’ın dokuz âlemin kadim masallarını yeniden yorumladığı kitap eylül ayında raflardaki yerini aldı.

 

 

 

  • Yeni sezonunu dört gözle bekleyen Rick and Morty meraklıları için iyi haberler var. Üçüncü sezonu ile izlenme rekoru kıran serinin Zac Gorman imzalı çizgi romanı Marmara Çizgi etiketi ile piyasaya çıktı. Tulgan Köksal’ın başarılı çevirisi ile okuyacağımız çizgi romana CJ Cannon’un çizgileri hayat veriyor.

 

 

 

  • İngiliz Fantezi Topluluğu tarafından 2004 yılından bu yana verilen İngiliz Fantezi Ödülleri (British Fantasy Awards) sahiplerini buldu. Geçtiğimiz üç yıl boyunca The Broken Earth serisi ile ambargo koyduğu Hugo ödülüne bu yıl Locus ve Nebula’yı da dahil eden N.K. Jemisin, The Karl Edward Wagner Özel Ödülü’nü de alarak geceyi boş geçmedi.

 

 

 

  • Fantezi okurunun Game of Thrones serisinden tanıdığı George R.R. Martin’in novellası Nightflyers’in Netflix ve Syfy ortak yapımıyla ekrana taşınacağı haberi bilimkurgu severler arasında büyük heyecan yaratmıştı. Yok olmanın eşiğindeki dünyadan insanlığın kurtuluşunu bulma umuduyla ayrılan bilim insanlarını konu edinen hikaye güçlü bir uzay draması arayanları tatmin edecek gibi. Aralık ayında yayımlanması planlanan dizinin uyarlandığı Nightflyers dışında 5 öykü daha içeren derleme Gece Kuşları ismiyle Dex Kitap tarafından Türk okurun beğenisine sunuldu.

 

Yorumlar

Yorum Gönder

Yeni yorum gönder

Diğer Eleştiri Yazıları

Modern sanat telakkisinin adeta “dinselleştiği” ve bunun da en önemli etkisini mimarlık alanında gösterdiği bir bağlamda yaşadı Turgut Cansever. Türkiye ekseninde bir yanda pozitivist bir dünya görüşünün diğer yanda da seküler mistik ve “yaratıcı insan” düşüncesinin egemen olduğu, “bilim”in dogmatikleştiği bir dönem.

Hayat parantezi 1916’da İstanbul’un Fatih semtinde, Atik Ali Paşa’da açıldı Behçet Necatigil’in. Sonra parantezin içerisine bir başka şehir girdi: Kastamonu. Zeki Ömer Defne’nin zilleri çalarken derslere bir bir girenler arasında o hassas ortaokul öğrencisi de vardı. Evlerden, kırlardan, denizlerden duyulan bu ses zil değil şiirin tınısıydı.

“Sanatçı, gözün göremediğini görendir.”

 

Çağdaş Amerikan edebiyatının en parlak yazarlarından Michael Chabon’un bir söyleşisini hatırlıyorum. Yaratıcı yazma atölyelerinin desteklenmesi gerektiğini söylüyordu: “Tamam, kimse kimseye dâhi olmayı öğretemez kuşkusuz ama yazarken hata yapmamak, yazmak denen şeye ‘okur’ gibi değil de ‘yazar’ gibi bakmak pekâlâ öğrenilebilir.

Nehir söyleşi, ara bir tür. Ne biyografi ne de otobiyografi. Otobiyografi değil çünkü hayatınızı nasıl anlatacağınızı söyleşiyi yapan kişinin soruları belirliyor. O çerçeveyi siz çizemiyorsunuz ve birkaç soruyla hiç istemediğiniz günlere veya olaylara geri dönmeniz mümkün.

Kulis

Bir Rüya Gibi Dağılacak Olan Hokkabazlar Dünyasında Yaşıyoruz

ŞahaneBirKitap

Kaan Burak Şen, yavaştan genç yazar olarak anılmanın sonuna doğru geliyor; Mutlu Kemikler üçüncü kitabı… Kafası bir hayli tuhaf. Şimdilerde bir roman yazdığı da söyleniyor, fakat öncesinde belirtmekte fayda var: Mutlu Kemikler öykü derlemesi henüz çıktı, pek başka bir kitaba benzetilecek bir havası da yok bu kitabın.

Editörden

Tıp ve edebiyat ilişkisi, tıbbın insanla olan ilişkisi gibi tarih boyunca şekil değiştirmiş, her dönem yeni yaklaşımlarla genişlemiştir. Tıbbın tarihi, insan acılarının da tarihidir aslında. Edebiyatın içinde kapladığı yer, diğer bilim dallarından hep daha büyük olmuştur tıbbın.