Sabitfikir
Künye | Yazarlar | Giriş Yap

Eleştiri

Eleştiri

Marias'ın "ciddiyetsiz" metinleri



Toplam oy: 1148
Javier Marias
Can Yayınları

Yapılmamış şey değil; yazarların gizli odasına girmek veya onları bir kurguda yeniden yaratmak daha önce de denendi. Javier Marias, rastgele seçtiği ve hepsi pılını pırtını toplayıp aramızdan ayrılmış kimi isimlere benzer şekilde yaklaşmış.
Hayat parçacıklarından oluşan Yazınsal Yaşamlar'da Marias, zaman zaman antipatik bazen de sempatik özellikleriyle kalemşorları karşımıza çıkarıyor. Bunu, yeri geliyor mizahla yeri geliyor sevgi ve şefkatle yapıyor. Kitaptakiler çoğunlukla, kendisinin de dediği gibi “ciddiyetsiz” metinler.

 

 

Deniz hakkında bir ordu kitap yazan Joseph Conrad'ı karaya mıhlamak, bu “ciddiyetsizliğin” bir göstergesi. Tüm saygınlığına rağmen Joyce'un bütün kıllıklarının bir çırpıda özetlenişi ama yine de merhameti önünde saygıyla eğilinmesi, bahsedilen matraklığa güzel bir örnek. Marias'ın, Joyce'un eşinden aktardığı “kaçığın biridir” sözü de her şeyin üstüne tuz biber eken cinsten.

 

 

 

(Javier Marias)

 

 

 

Duraklayarak ve “bol ayraçlı” konuşan, “obez ve kel” Henry James'in hayattan keyif almadaki kısırlığı Marias'ın dikkatini çekmiş. Yoğun öfke patlamalarına rağmen gaf yapmayan ve dedikodulara bulaşmaktan kaçınan biri oluşu da.
Marias'ın boks yapan Arthur Conan Doyle'u kervana katmasına şaşmamalı; kadınları savunmak için pek çok adamı patakladığını da bir kenara not etmeli. Hatta dövdüklerinden birinin ertesi gün Doyle'un muayenehanesine hasta olarak gelmesi de ilginç bir raslantı.

 

 

 

 

Bir deney uğruna koca ormanı ateşe veren Stevenson'ın “şövalyeliğine” gölge düşüren bir eylemde bulunduğunu herhalde kimse reddetmez. Kendisine yakıştırılan “şövalyeliği” alt üst eden şey ise evlilik yüzüğü takıldıktan sonra “intihar hakkının bile elinden alınacağına” dair ödlekçe yaklaşımıdır.

 

 

 

 

Marias'ın Turgenyev için söylediklerinden şu parça ilginç: “Turgenyev ikiye bölünmüş bir adamdır, belki de bu bölünmenin her iki taraftaki dostlarından da bağışlanma dilemeye ihtiyacı vardı: Slav arkadaşlarına yazdığı mektuplarda Batı dünyasını kötülüyor, özellikle de Fransızların alışkanlıkları ve inançlarından hoşnutsuzluğunu dile getiriyordu; Flaubert, Maupassant, Merimée ve Henry James gibi dostlarına yazdıklarındaysa acı acı tüm Rusların şikâyet ettiği şeylerden, yani Rus olan ne varsa ne yoksa topundan yakınıyordu.

 

 

 

Paris'te bir Fransız yazar gibi karşılansa da, aristokrat havası nedeniyle bir yabancı olmaktan kurtulamıyor, St. Petersburg'a ya da Spanskoye'deki malikânesine gittiği zaman da, hem serfler hem de diğer Rus yazarlar tarafından yine bir yabancı gibi algılanıyordu.”

 

 

 

 

 

 

 

Kitaptaki matrak ve ironik anlatıma ters düşen üç çıkıntı var; onların neresinden tutarsanız elinizde kalıyor: Ciddiye alınmadığı takıntısıyla yaşamaya uğraşan Thomas Mann, az önce bahsedilen Joyce ile zehirlenme korkusuyla kafaya sıyıran ve işkence görmüş bedenlere ilgi duyan Mişima.

 

 

Marias'ın Nabokov'u görüşü de bir acayip: İnsan sevmez birinin “zevk”, “mutluluk” ve “kendinden  geçme” sözcüklerinin dilinden düşmemesine gülümsüyoruz. Eh, bir an önce yazıp kaleme aldığı kitaptan kurtulmak istemesi boşuna değil.

 

 

Esin perisini beklerken o süreyi farklı kadınlarla geçirmeyi tercih eden Rilke'nin, söz konusu kadınları konfora boğması beklediğini çabucak getirir miydi bilinmez ama Marias'ın, muzipliğini burada fazlasıyla konuşturduğu açık.

 

 

 

 

Kipling'in şaka kaldırmayan şaka gibi bir adam oluşu, onu çekici kılan özelliklerin başında. Üstüne üstlük Marias'ın kaleminden aktarırsak “kendisini ilgilendirmeyen konularda konuşmayan” ve “çağdaşlarının yapıtları hakkında fikir belirtmeyen” ketum bir adam var karşımızda.

 

 

 

 

 

Ölü zannedilen ama yaşayan efsane, kendinden iki üç yılda bir sıkılan Rimbaud'nun sanatla hiç ilgisi yokmuş gibi görünmesine kafayı takmış Marias. Onun hasta yatağında, bir tanıdığının şiir ve edebiyattan söz açması karşısında “Tüm bunların artık ne önemi var? Siktir et şiiri!” deyişini de not etmiş. En az onun kadar ilginç bir söz de Oscar Wilde'dan: “Bu sabah bir virgülü sildim, akşamüzeri yeniden koydum.” Alın size bir yazarın zor bir gününün resmedilişi!

 

 

 

 

 

Kadınlar, ah kadınlar...

 

 

 

 

 

Marias'ın kitabının “Gelip Geçen Kadınlar” bölümü, sıra dışı yaşamlarıyla merak uyandırmış veya önemli yazarlara esin vermiş kadınları ele alıyor.

 

 

 

Örneğin Lady Hester Stanhope, alaycılığı ve eleştirelliğiyle ün yapmış biri. On sekizinci yüzyılın sonlarında politik yemeklerde önemli isimleri ağırlayan bu kadının zengin ama yalnız ölüşüne, “ata bindiği için tanrıça olduğuna inanıldığını” söyleyişine ve cemiyette şanssız aşklarıyla tanınışına atıf yapıyor Marias.

 

 

 

 

 

 

Bir başka isim, konuşma yeteneğiyle nam salan Vernon Lee. Oscar Wilde ve Henry James'le dirsek teması olan Lee, dostluk konusundaki takıntılarıyla da adından söz ettirir. Son günlerindeki sağırlığı, onu sohbetler ve müzikten tamamen uzaklaştırır.

 

 

 

Marias'ın dediğine göre “karmaşaya bağımlı” ve “Babil Fahişesi” olarak bilinen Violet Hunt, özellikle aşklarındaki gerilimlerden beslenir. Elbette sadece aşkla anılmaz bu isim: “Violet Hunt onca aşk serüveninin arasında başka bir sürü şeye de zaman bulmuş; kadınların oy hakkı için mücadele etmiş, döneminin kötü huylu lezbiyenlerinin elinden yakasını kurtarmış, makaleler ve kitaplar yazmış; roman, öykü, şiir, tiyatro oyunu ve çevirilerinin sayısı otuz biri bulmuştur.” Marias bir de dipnot düşer: “Her zaman kendisini sahiplenecek bir baba figürü arar ve aradığını -bu konuda epey çekinceli davranan - James, Conrad, Wells ve Hudson'da bulur.”

 

 

 

Julie de Lespinasse'ın karmaşık ve acı dolu yaşamından geriye kalan en büyük iz D'Alembert, Diderot, Condorcet ve Marmontel gibi ünlülerin başını çektiği sohbet toplantılarıdır. Onun farklı kesimden pek çok insan arasında uyumu oluşturduğunu söyler Marias. Öldüğü dakikalarda en sevdiği dostlarının yanı başında nöbet tutuyor oluşu buna bağlanabilir herhalde.

 

 

(Julie de Lespinasse)

 

 

 

Marias'ın, Yazınsal Yaşamlar'da anlattığı isimleri olduğundan çok farklı bir yere koymadığı açık. Sadece onları biraz muzipçe ya da trajikliğini hafifleterek bize sunuyor.

 

 

Marias, kitaptaki kişilerle ilgili matrak anekdotlar verir, bunları da kurguya yedirirken aynı zamanda küçük küçük hikâyeler de yaratmış. Bir veya birkaç gerçekten yola çıkıp sonrasında sanatını konuşturmuş kısacası.      

 

 

 

 

 

Yorumlar

Yorum Gönder

Yeni yorum gönder

Diğer Eleştiri Yazıları

Modern sanat telakkisinin adeta “dinselleştiği” ve bunun da en önemli etkisini mimarlık alanında gösterdiği bir bağlamda yaşadı Turgut Cansever. Türkiye ekseninde bir yanda pozitivist bir dünya görüşünün diğer yanda da seküler mistik ve “yaratıcı insan” düşüncesinin egemen olduğu, “bilim”in dogmatikleştiği bir dönem.

Hayat parantezi 1916’da İstanbul’un Fatih semtinde, Atik Ali Paşa’da açıldı Behçet Necatigil’in. Sonra parantezin içerisine bir başka şehir girdi: Kastamonu. Zeki Ömer Defne’nin zilleri çalarken derslere bir bir girenler arasında o hassas ortaokul öğrencisi de vardı. Evlerden, kırlardan, denizlerden duyulan bu ses zil değil şiirin tınısıydı.

“Sanatçı, gözün göremediğini görendir.”

 

Çağdaş Amerikan edebiyatının en parlak yazarlarından Michael Chabon’un bir söyleşisini hatırlıyorum. Yaratıcı yazma atölyelerinin desteklenmesi gerektiğini söylüyordu: “Tamam, kimse kimseye dâhi olmayı öğretemez kuşkusuz ama yazarken hata yapmamak, yazmak denen şeye ‘okur’ gibi değil de ‘yazar’ gibi bakmak pekâlâ öğrenilebilir.

Nehir söyleşi, ara bir tür. Ne biyografi ne de otobiyografi. Otobiyografi değil çünkü hayatınızı nasıl anlatacağınızı söyleşiyi yapan kişinin soruları belirliyor. O çerçeveyi siz çizemiyorsunuz ve birkaç soruyla hiç istemediğiniz günlere veya olaylara geri dönmeniz mümkün.

Kulis

Bir Rüya Gibi Dağılacak Olan Hokkabazlar Dünyasında Yaşıyoruz

ŞahaneBirKitap

Kaan Burak Şen, yavaştan genç yazar olarak anılmanın sonuna doğru geliyor; Mutlu Kemikler üçüncü kitabı… Kafası bir hayli tuhaf. Şimdilerde bir roman yazdığı da söyleniyor, fakat öncesinde belirtmekte fayda var: Mutlu Kemikler öykü derlemesi henüz çıktı, pek başka bir kitaba benzetilecek bir havası da yok bu kitabın.

Editörden

Tıp ve edebiyat ilişkisi, tıbbın insanla olan ilişkisi gibi tarih boyunca şekil değiştirmiş, her dönem yeni yaklaşımlarla genişlemiştir. Tıbbın tarihi, insan acılarının da tarihidir aslında. Edebiyatın içinde kapladığı yer, diğer bilim dallarından hep daha büyük olmuştur tıbbın.