Sabitfikir
Künye | Yazarlar | Giriş Yap

Eleştiri

Eleştiri

Mark Twain'in kehaneti



Toplam oy: 752
Mark Twain // Çev. Cihat Taşçıoğlu
Nora
Bu kitap feodaliteyi, soyluluğu anlamak için onlarca ders kitabı metninden daha faydalı; Ortaçağ tarihi derslerinde rahatlıkla yardımcı okuma kitabı olarak kullanılabilir.

Edebiyat meraklıları arasında, 1835 Missouri doğumlu Samuel Langhorne Clemens’i sanırım pek az kişi bilir; oysa, Mark Twain’in adını duymamış kimse yoktur. Modernliğin ve teknolojinin çılgın bir hızla gelişmeye başladığı bir zamanda dünyaya gelen küçük Samuel’in ideali, Mississippi nehrinde istimbot (buharlı tekne) pilotu, yani kılavuz kaptan olmaktı. O zamanlar en yüksek ücret ödenen mesleklerden birisiydi bu ve Samuel de arzusunu gerçekleştirdi. Sonrasında ise -bir denizcilik terimi olan ve “derinlik iki kulaç” anlamına gelen bir takma adı benimseyerek- yazı hayatına başlayacaktı.

 

Yaşamı romanlarından daha renkli ve curcunalı bir yazar varsa, o da Mark Twain olmalı. Matbaacılıktan nehir pilotluğuna, madencilikten gazeteciliğe, modern zamanların ilk stand-up gösterisinin icrasından türlü girişimciliklere varan çalkantılı ve yazın alanı dışında maddi olarak hep başarısızlıkla sonuçlanan bir maceradır onun yaşamı. 

 

Halley kuyrukluyıldızının dünyaya uğradığı sıralarda doğacak, ölmeden bir yıl önce Halley’in yine geleceğini, muhtemelen onu da alıp gideceğini söyleyecek ve bunda da haklı çıkacaktır. Halley’in dünyamıza bıraktığı sonra da alıp götürdüğü muazzam bir kişilikti o.

 

Tesla gibi zamanın mucitleri, iş insanları, siyasetçileri ile yakın ilişkiler kuran, hatta mucitlerle birlikte çalışan, kendi adına patentleri bulunan Twain tam bir teknoloji delisiydi. Gençliğinde matbaacılık yaptığı için dizgi işinin zorluklarını biliyordu, daktilo ile yazılmış ilk roman onundu, çöküşünün nedeni de bu dizgi işini modernize etme tutkusu olacaktı. James W. Paige’in geliştirmekte olduğu dizgi makinesine edebiyattan kazandığı tüm serveti, ilaveten karısının parasını (bugünkü ederi 8 milyon dolar) yatıracak, ancak makine Paige’in mükemmeliyetçiliği yüzünden bir süre pazara çıkamayacak, bu esnada geliştirilen Linotype da pazarı yavaş yavaş ele geçirip bir tekel haline gelecekti. Twain doğru yatırım alanını tahmin etmiş ama yanlış ata oynamıştı.

 

Mübarek bir iş

 

Yaşamı romanlarından daha renkli ve curcunalı bir yazar varsa, o da Mark Twain olmalı... Halley kuyrukluyıldızının dünyamıza bıraktığı, sonra da alıp götürdüğü muazzam bir kişilikti o.

 

 

 

Dostoyevski’nin Rus edebiyatı için Gogol’e yüklediği “palto” misyonuna benzer biçimde, Faulkner’in Amerikan edebiyatının kurucusu rolünü layık gördüğü Mark Twain, o kadar üretken bir yazardı ki, külliyatının keşfi halen devam etmekte ve sağda solda Twain’in olduğu anlaşılan yeni metinler bulunmakta...

 

Yeni yayınevlerinden Kırmızı Tazı Yayıncılık, Nora Kitap markasıyla mübarek bir işe girişerek eksikliğini duyduğumuz Mark Twain klasiklerine el atmış. Böylelikle -yazar ve eleştirmen William Dean Howells’a göre Twain’in en iyi romanı ve bir demokrasi dersi olan- Kral Arthur’un Sarayında Connecticutlı Bir Yankee (1889), yüzyılı aşkın bir gecikmeyle nihayet Türkçede de okunabilir durumda. Yayınevinin, Mark Twain’in bir diğer şahane kitabı Âdem ile Havva’nın Güncesi’ni de yayımlandığını belirtelim; Not Defterleri’nin de eli kulağındaymış.

 

Kral Arthur’un Sarayında Connecticutlı Bir Yankee’nin ortaya çıkış hikayesi de ilginç: Twain bir gece rüyasında kendisini şövalye olarak görür, zırhların içinde fena halde bunalmıştır, uyandığında da hatırladığı bu sıkıntı ona ilham verir. Sonuçta ortaya Connecticutlı Hank Morgan’ın bir sabah uyandığında, kendisini tam 1300 yıl öncesinde, Kral Arthur’un sarayında bulduğu bir macera çıkar. Herkes bu garip giyimli tuhaf insana egzotik bir varlık gibi bakmaktadır, Morgan da başına gelene bir türlü inanamaz; feodalite ve soyluluğun altın çağında, üstelik garip bir yabancı olarak hayatta kalabilme şansı pek yoktur. Ölümden son anda kurtulur, aradaki zaman farkının sağladığı avantajla bir numara çekerek hayatta kalmayı ve Arthur’un bakanları arasına girmeyi başarır. Artık gizli bir gündemi vardır: Kraldan aldığı yetki ve sahip olduğu modern düşüncelerle boş inançların, büyücülüğün, kilisenin ve soyluluğun cenderesindeki bu saçma düzeni modernize ederek değiştirmek. Bu doğrultuda önündeki en büyük engellerden birisi Arthur’un kahini ve büyücüsü Merlin’dir. Önce Merlin’i pasifize etmesi gerekmektedir. Genç ve uyanık bir delikanlı olan Clarence’ı yardımcısı olarak atar; onun ve dikkatle seçip özel olarak eğittiği ekibinin yadımıyla modern bir eğitim sisteminin uygulandığı gizli okullar, fabrikalar kurar. Adeta illegal bir örgüt gibi yapılandırdığı bu sistem vasıtasıyla çeşitli modern araçlar, silahlar üretir.

 

Bu arada bir şövalyelik görevini yerine getirirken birlikte uzun bir yolculuk yapmak zorunda kaldığı Sandy ile evlenir. Uykusunda sayıkladığı “Alo-Santral” sözcüğünün Sandy tarafından kutsal bir sözcük gibi algılanması nedeniye doğan kızlarının adı Alo-Santral olur.

 

Mark Twain’in metni, İngiltere’deki soyluluk kurumunun tüm saçmalıklarını, kilisenin gericiliğini ve efsanelere batmışlığını, Walter Scott tarzı şövalye anlatılarının boş romantizmini müthiş zekice sarakaya alan bir başyapıt. Tabii arada Hank’in anavatanına yönelik eleştiriler de yok değil. En eğlenceli buluşlarından birisi devler, ejderhalar, maceralar peşinde koşan gezgin şövalyeleri gezici pazarlama elemanları haline getirmesi: Hepsi Hank’in fabrikalarınca üretilen değişik ürünleri pazarlayan, zırhlarının üzerinde bu ürünlerin reklamları ile dolaşan pazarlama elemanlarına dönüşürler. Bugünün araçlı pazarlama elemanları da dünün gezici şövalyeleri gibi değil midir?

 

Fakat beri yandan, başka bir bakışla okuduğunuzda bu kitap feodaliteyi, soyluluğu anlamak için onlarca ders kitabı metninden daha faydalı. Ortaçağ tarihi derslerinde rahatlıkla yardımcı okuma kitabı olarak kullanılabilir. Peki Hank ne derece başarılı olabildi insanları karanlıktan çekip çıkarmakta dersiniz?

 

Kitabın son bölümü adeta bir Birinci Dünya Savaşı kehaneti gibidir. Hank’in elinde onbinlerce şövalyeye karşı kullanabileceği son derece gelişmiş silahlar vardır; peki sonuç? Mutlak ve kontrolsüz güç, sonunda kendisini de yok etmez mi?

 

 

 


 

 

* Görsel: Aslı Yazan

 

 

Yorumlar

Yorum Gönder

Yeni yorum gönder

Diğer Eleştiri Yazıları

Modern sanat telakkisinin adeta “dinselleştiği” ve bunun da en önemli etkisini mimarlık alanında gösterdiği bir bağlamda yaşadı Turgut Cansever. Türkiye ekseninde bir yanda pozitivist bir dünya görüşünün diğer yanda da seküler mistik ve “yaratıcı insan” düşüncesinin egemen olduğu, “bilim”in dogmatikleştiği bir dönem.

Hayat parantezi 1916’da İstanbul’un Fatih semtinde, Atik Ali Paşa’da açıldı Behçet Necatigil’in. Sonra parantezin içerisine bir başka şehir girdi: Kastamonu. Zeki Ömer Defne’nin zilleri çalarken derslere bir bir girenler arasında o hassas ortaokul öğrencisi de vardı. Evlerden, kırlardan, denizlerden duyulan bu ses zil değil şiirin tınısıydı.

“Sanatçı, gözün göremediğini görendir.”

 

Çağdaş Amerikan edebiyatının en parlak yazarlarından Michael Chabon’un bir söyleşisini hatırlıyorum. Yaratıcı yazma atölyelerinin desteklenmesi gerektiğini söylüyordu: “Tamam, kimse kimseye dâhi olmayı öğretemez kuşkusuz ama yazarken hata yapmamak, yazmak denen şeye ‘okur’ gibi değil de ‘yazar’ gibi bakmak pekâlâ öğrenilebilir.

Nehir söyleşi, ara bir tür. Ne biyografi ne de otobiyografi. Otobiyografi değil çünkü hayatınızı nasıl anlatacağınızı söyleşiyi yapan kişinin soruları belirliyor. O çerçeveyi siz çizemiyorsunuz ve birkaç soruyla hiç istemediğiniz günlere veya olaylara geri dönmeniz mümkün.

Kulis

Bir Rüya Gibi Dağılacak Olan Hokkabazlar Dünyasında Yaşıyoruz

ŞahaneBirKitap

Kaan Burak Şen, yavaştan genç yazar olarak anılmanın sonuna doğru geliyor; Mutlu Kemikler üçüncü kitabı… Kafası bir hayli tuhaf. Şimdilerde bir roman yazdığı da söyleniyor, fakat öncesinde belirtmekte fayda var: Mutlu Kemikler öykü derlemesi henüz çıktı, pek başka bir kitaba benzetilecek bir havası da yok bu kitabın.

Editörden

Tıp ve edebiyat ilişkisi, tıbbın insanla olan ilişkisi gibi tarih boyunca şekil değiştirmiş, her dönem yeni yaklaşımlarla genişlemiştir. Tıbbın tarihi, insan acılarının da tarihidir aslında. Edebiyatın içinde kapladığı yer, diğer bilim dallarından hep daha büyük olmuştur tıbbın.