Sabitfikir
Künye | Yazarlar | Giriş Yap

Eleştiri

Eleştiri

Masal ile büyülü gerçekçilik arasında



Toplam oy: 1709
Dino Buzzati
Timaş Yayınları
Gündelik hayatın içindeki olağanüstülüklerin hiçbir şaşkınlığa yol açmadığı, hayvanların konuştuğu, rüzgarların uzun kuyruklarıyla mağaralarda yaşadığı, cinlerin insan ve hayvan kılığına girebildiği bir hikaye.

Çocukluğun büyülü bir bahçe olduğu hep söylenir. Erginleşme ise büyü bozumudur. Masalların gücü buraya dayanır, fantastik bizi bu yüzden cezbeder. Rüyasında uçabilen çocuk, balkonun korkuluklarına yaklaşırken şüpheyle dolar, “ya uçamazsam”: Büyü bozulmuş, yetişkinliğin dümen suyuna girilmiştir artık. Buzzati’nin deyişiyle, “Büyük bir engeldir büyümek, genellikle insanın başına uykusunda gelir.”

 

Dino Buzzati, Yaşlı Ormanın Gizemi'nde bize, çocukluğun o büyülü günlerinin hatrına bir hikaye anlatıyor. Gündelik hayatın içindeki olağanüstülüklerin hiçbir şaşkınlığa yol açmadığı, hayvanların konuştuğu, rüzgarların uzun kuyruklarıyla mağaralarda yaşadığı, cinlerin insan ve hayvan kılığına girebildiği bir hikaye. Özetle, açgözlü bir adamın pişmanlığı, bir çocuğun erginleşmesi ve evlerini korumaya çalışan orman cinlerinin mücadelesinin hikayesi.

 

Yaşlı Ormanın Gizemi  büyülü gerçekçi bir hikaye, bir masal ya da fantastik bir anlatı olarak okunmaya açık. Kıssadan hissesini bile açıktan veriyor. Buzzati dünya edebiyatında Tatar Çölü’yle nam salmış olsa da Büyülü Öyküler ve Tanrıyı Gören Köpek ile hikayede keskin bir görüş ve büyülü gerçekçi temalarla neler başarılabileceğini göstermişti. Yaşlı Ormanın Gizemi ise yazarın erken dönem eserlerinden biri. Kısa bir roman ya da uzun bir öykü diyebiliriz. Karar vermek güç olsa da, masal ile büyülü gerçekçilik arasında gidip geldiği söylenebilir. Hatta modern bir masal olarak okunabilir: Karakterler, olağanüstü bir güce, doğadaki diğer canlılarla konuşabilme yeteneğine sahip. Tekerlemeler olmasa da, saksağan ve rüzgar şiirler söylüyor. Sonunda kıssadan hisse çıkarılıyor. Yine de, olayların belirli bir zaman ve mekanda geçtiğini düşünürsek, tüm anlatı büyülü gerçekçiliğin sınırları içinde de görülebilir. Buzzati’nin Türkçe’ye Ayılar Baskını adıyla çevrilen bir de  -alegorik- çocuk romanı olduğunu göz önüne aldığımızda, türün adını ne koyarsak koyalım, sevgili İtalyanımızın olağanüstü temalara düşkün olduğunu rahatlıkla söyleyebiliriz.

 

Bir tercih olarak dilde sadelik

 

Buzzati’nin dili sadedir. Yıllarca gazetecilik yaptığını hatırlarsak bu sadeliğin kökenlerini de fark edebiliriz. Fakat yazarın verdiği bir röportajdan, bunun bilinçli bir tavır olduğunu anlıyoruz: “Bana göre fantastik, gazeteciliğe olabildiğince yakın olmalıdır. İşin içinde birazcık olsa da, uygun kelime ‘bayağılaştırmak’ değil. Onun yerine, fantastik bir öykünün etkileyiciliği, pratik anlamda en basit şekilde anlatılmasına bağlıdır” diyor. “K Balığı” ya da “Paskalya” gibi öykülerinde, bu yöntemin işe yaradığı, okurda müthiş bir tesir bıraktığı tartışılmaz. Ancak Yaşlı Ormanın Gizemi gibi uzun ve masalsı bir hikayede dildeki bu basitlik ve sadelik, kitabın yetişkinlerden ziyade çocuklara hitap ettiğini düşündürtüyor. Yine de, çocuk ya da yetişkin fark etmez, edebiyatın plastik çiçekler bahçesine dönüştüğü şu günlerde, Yaşlı Ormanın kalbine yapılacak bir seyahat, herkese iyi gelecektir.

 

 

 


 

 

* Görsel: Yavuz Girgin

 

 

Yorumlar

Yorum Gönder

Yeni yorum gönder

Diğer Eleştiri Yazıları

Modern sanat telakkisinin adeta “dinselleştiği” ve bunun da en önemli etkisini mimarlık alanında gösterdiği bir bağlamda yaşadı Turgut Cansever. Türkiye ekseninde bir yanda pozitivist bir dünya görüşünün diğer yanda da seküler mistik ve “yaratıcı insan” düşüncesinin egemen olduğu, “bilim”in dogmatikleştiği bir dönem.

Hayat parantezi 1916’da İstanbul’un Fatih semtinde, Atik Ali Paşa’da açıldı Behçet Necatigil’in. Sonra parantezin içerisine bir başka şehir girdi: Kastamonu. Zeki Ömer Defne’nin zilleri çalarken derslere bir bir girenler arasında o hassas ortaokul öğrencisi de vardı. Evlerden, kırlardan, denizlerden duyulan bu ses zil değil şiirin tınısıydı.

“Sanatçı, gözün göremediğini görendir.”

 

Çağdaş Amerikan edebiyatının en parlak yazarlarından Michael Chabon’un bir söyleşisini hatırlıyorum. Yaratıcı yazma atölyelerinin desteklenmesi gerektiğini söylüyordu: “Tamam, kimse kimseye dâhi olmayı öğretemez kuşkusuz ama yazarken hata yapmamak, yazmak denen şeye ‘okur’ gibi değil de ‘yazar’ gibi bakmak pekâlâ öğrenilebilir.

Nehir söyleşi, ara bir tür. Ne biyografi ne de otobiyografi. Otobiyografi değil çünkü hayatınızı nasıl anlatacağınızı söyleşiyi yapan kişinin soruları belirliyor. O çerçeveyi siz çizemiyorsunuz ve birkaç soruyla hiç istemediğiniz günlere veya olaylara geri dönmeniz mümkün.

Kulis

Bir Rüya Gibi Dağılacak Olan Hokkabazlar Dünyasında Yaşıyoruz

ŞahaneBirKitap

Kaan Burak Şen, yavaştan genç yazar olarak anılmanın sonuna doğru geliyor; Mutlu Kemikler üçüncü kitabı… Kafası bir hayli tuhaf. Şimdilerde bir roman yazdığı da söyleniyor, fakat öncesinde belirtmekte fayda var: Mutlu Kemikler öykü derlemesi henüz çıktı, pek başka bir kitaba benzetilecek bir havası da yok bu kitabın.

Editörden

Tıp ve edebiyat ilişkisi, tıbbın insanla olan ilişkisi gibi tarih boyunca şekil değiştirmiş, her dönem yeni yaklaşımlarla genişlemiştir. Tıbbın tarihi, insan acılarının da tarihidir aslında. Edebiyatın içinde kapladığı yer, diğer bilim dallarından hep daha büyük olmuştur tıbbın.