Sabitfikir
Künye | Yazarlar | Giriş Yap

Eleştiri

Eleştiri

Mekanın Evleştirilmesi: Hayal Otel



Toplam oy: 151
B. Nihan Eren’in Hayal Otel’i, bir taşra yamacına kurulan otele çağırıyor okuru. Uzatmalı evliliklerinden kaçıp bu oteli yapmış bir çiftle tanışıyoruz önce. Her biri farklı hikâyelerin içinden çıkıp da gelmiş “konuklar” ise otelin herkes için bir kaçışı işaret ettiğini gösteriyor.

Kuşağım, yazdığı ne tür bir edebiyat eseri olursa olsun mekânın üzerine gitmekten, içine girmekten ve karakterlerini bu tanımlı boşluğun içerisinde bina etmekten hoşlanıyor. Romanda, öyküde ve şiirde onlarca kitapla sağlamasını yapabiliriz bunun. Bir adım daha öteye taşımak gerekirse, o sözünü ettiğim “mekânın” bir biçimde eve indirgendiğini iddia etmek boşa olmayacaktır. Bunu bana ilk anımsatan Adalet Çavdar olmuştu. Bir söyleşide, kuşağımın ev ile olan derdini sormuş, ben de, “ev”i daha üst ölçekte mekanla eşitlemiş, bizi dönüştüren bir şey olarak ele aldığımızdan dem vurmuştum.

 

B. Nihan Eren’in pandemi günlerinin hemen öncesinde Yapı Kredi Yayınları’ndan çıkan kitabı Hayal Otel de, benzer bir mekân anlatısı olarak öne çıkıyor. Numaralar yerine on iki farklı bitki ve ağacın isimleriyle tanımlanmış odalarıyla, bir taşra yamacına kurulan otele çağırıyor okuru. Bir taraftan “bitmiş” bir otel değil bu, kitabın başından sonuna bir tamamlanmaya şahit oluyoruz. Uzatmalı evliliklerinden kaçıp bu oteli yapmış bir çiftle (İsmet ve Feryal) tanışıyoruz önce. Baş kahramanlarımız onlar şüphesiz. Otelin açılışı yapılmasa da birer “konuk” olarak kabul edilen kişilerin sayısı birer ikişer artmaya başlıyor sonra. Ahmet, Meryem, Deniz, Leyla, Doruk, Nilüfer, ötekiler ve her birinin geride bıraktığı hikâyeler otelin içine doluşuyor. Her biri farklı hikâyelerin içinden çıkıp da gelmiş zira, ki yazar bize o detayda bir sunum yapmıyorsa bile bu hikâyelerin epey zorlu olduğuna, Hayal Otel’e gelişin her biri için bir kaçışı işaret ettiğine ikna oluyoruz.

Ahmet, yine hiç aşina olmadığı bir dünyanın ortasında kalmış, kim olduğunun anlaşılmaması için yersiz çabalarda bulunuyordu. Yabancıydı. Yaşamın pratik manevralarından uzakta, yalnızca orada olması gerektiğinin bilinciyle. Duruyordu. Salih bağlantıyı kurdu. Ahmet’e döndü. Bir ürperme geçti Ahmet’in bedeninden. Bilmediği bir yerden geleceğini biliyordu. Biliyordu. (s.60)

Bir kaçış mekânı olarak Hayal Otel
Odalar bir bir dolarken, bir kasırga haberi yayılıyor. Coğrafi olarak oldukça korunaklı görülen bu kaçış kasabasının üzerine kara bir bulut gibi çöküyor böylece endişe. Tıpkı bu küresel salgın günlerinde yaşadığımız gibi insanlar alışverişlere koşuyor, belediyenin anonsuyla “evlerine kapanıyor”. Hayal Otel’in bir eve dönüştürüleceğinin ilk sinyalini de burada alıyoruz belki, henüz resmi açılış yapılmadığından aslında hiçbirinin orada olmaması gereken konukların tümü bu kaçış mekânına saklanıyor. Kasırgadan, kaçtıkları şeylerden ve biricik korkularından Hayal Otel’e sığınıyorlar.
B. Nihan Eren’in Hayal Otel’de bir araya getirip henüz açılışı yapılmamış otel odalarını doldurduğu karakterlerin simgesel olduğuna şüphe yok. Kanundan, evliliklerinden ve çoğunlukla kendilerinden kaçan bu kişilerin bir bir içine girilip kitabın politize edilmesi mümkün müydü? Neden olmasın. Fakat yazar bunu okurun gözüne sokabilecek, hikâye boyunca aralık bırakılan kapıları sırayla kapatabilecekken yapmıyor. Okur, Ahmet’le Meryem’in neden kaçtığını, hangi sebeple kendilerine başka isimler taktığını bütün detayıyla bilsin istemiyor. Neden mi? Çünkü Hayal Otel’i bir öykü olarak kurguluyor.
Anlatıyı, karakterlerin kendi hikayelerindeki eksiklerin izahıyla kalabalıklaştırmak istemeyen yazar, böylelikle metne bir öykü tadı verebilmiş. Gelgelelim, Hayal Otel apaçık bir roman kurgusuna sahip. Bitki ve ağaç isimleriyle tanımlanmış odalardan oluşan bölüm başlıkları, pekala birer öyküden öte derli toplu bir romanın bölümleri. Okaliptüs bölümünden itibaren artan tansiyona kadar, yani kitabın son iki “bölümüne kadar”, oldukça durağan bir akış ve deyim yerindeyse, çizilen genel çerçevenin köşelerinden geçilen bir olay örgüsü okuyoruz. Buraya kadarki bölümlerin hiçbiri bağımsız birer öykü değil, tek başlarına okunduğunda anlamlı değiller, ancak Hayal Otel’in içerisinde işe yarar bir şeye dönüşüyorlar.
Yazarın önceki kitapları Yavaş ve Kör Pencerede Uyuyan ile kendini ispatlamış öykücü biçemi ve yayıncının müdahalesizliği, Hayal Otel’i, mekanın evleştirilmesiyle zenginleşen şahane bir roman olmaktan alıkoymuş bana göre. Nasıl bir şey tarif ettiğimi merak edenler, Sema Kaygusuz’un benzer bir konaklama tesisi imgesiyle örneğine az rastlanır bir toplumsal anlatı sunduğu romanı Barbarın Kahkahası’nı okuyabilirler.

Yorumlar

Yorum Gönder

Yeni yorum gönder

Diğer Eleştiri Yazıları

Modern sanat telakkisinin adeta “dinselleştiği” ve bunun da en önemli etkisini mimarlık alanında gösterdiği bir bağlamda yaşadı Turgut Cansever. Türkiye ekseninde bir yanda pozitivist bir dünya görüşünün diğer yanda da seküler mistik ve “yaratıcı insan” düşüncesinin egemen olduğu, “bilim”in dogmatikleştiği bir dönem.

Hayat parantezi 1916’da İstanbul’un Fatih semtinde, Atik Ali Paşa’da açıldı Behçet Necatigil’in. Sonra parantezin içerisine bir başka şehir girdi: Kastamonu. Zeki Ömer Defne’nin zilleri çalarken derslere bir bir girenler arasında o hassas ortaokul öğrencisi de vardı. Evlerden, kırlardan, denizlerden duyulan bu ses zil değil şiirin tınısıydı.

“Sanatçı, gözün göremediğini görendir.”

 

Çağdaş Amerikan edebiyatının en parlak yazarlarından Michael Chabon’un bir söyleşisini hatırlıyorum. Yaratıcı yazma atölyelerinin desteklenmesi gerektiğini söylüyordu: “Tamam, kimse kimseye dâhi olmayı öğretemez kuşkusuz ama yazarken hata yapmamak, yazmak denen şeye ‘okur’ gibi değil de ‘yazar’ gibi bakmak pekâlâ öğrenilebilir.

Nehir söyleşi, ara bir tür. Ne biyografi ne de otobiyografi. Otobiyografi değil çünkü hayatınızı nasıl anlatacağınızı söyleşiyi yapan kişinin soruları belirliyor. O çerçeveyi siz çizemiyorsunuz ve birkaç soruyla hiç istemediğiniz günlere veya olaylara geri dönmeniz mümkün.

Kulis

Bir Rüya Gibi Dağılacak Olan Hokkabazlar Dünyasında Yaşıyoruz

ŞahaneBirKitap

Kaan Burak Şen, yavaştan genç yazar olarak anılmanın sonuna doğru geliyor; Mutlu Kemikler üçüncü kitabı… Kafası bir hayli tuhaf. Şimdilerde bir roman yazdığı da söyleniyor, fakat öncesinde belirtmekte fayda var: Mutlu Kemikler öykü derlemesi henüz çıktı, pek başka bir kitaba benzetilecek bir havası da yok bu kitabın.

Editörden

Tıp ve edebiyat ilişkisi, tıbbın insanla olan ilişkisi gibi tarih boyunca şekil değiştirmiş, her dönem yeni yaklaşımlarla genişlemiştir. Tıbbın tarihi, insan acılarının da tarihidir aslında. Edebiyatın içinde kapladığı yer, diğer bilim dallarından hep daha büyük olmuştur tıbbın.