Son iki yüzyılda sanat tarihi, tüm zamanların çok ötesinde bir anlam kazandı, Batıcı bir anlayış içerisinde kanonlaşma fırsatı bulabildi. Bu batı odaklı yaklaşım, sanat tarihinin alt başlıklarında da kendini fazlasıyla hissettirdi; bu yaklaşım içerisinde, canlandırmacılıkla yükselişe geçen mimarlık tarihi çalışmaları, teorik ve pratik alanlarda hızlıca gelişme yoluna girdi. Modernizmle beraber ket vurulan canlandırmacı yaklaşım kendini yavaşça, bir süreliğine de olsa, geriye çekti. Yirminci yüzyıl itibariyle günün gereksinimleri, sanayileşmeyle beraber yeni mekansal plan arayışlarının başlamasına yol açtı.
Bu arayış sürecinin getirdiği ‘makineleşen’ şehirler, gene Avrupa kaynaklı teorisyenler ve uygulayıcıları doğrultusunda “Az çoktur” mottosu eşliğinde jenerik yapı ve kentsel plan örneklerine ev sahipliği yapmaya başladı. İngiliz mimarlar Alison ve Peter Smithson’ın mimarlığın yeni teknik imkanlar içerisindeki betonun ana ve baskın mimari eleman haline gelişine atfen kullandıkları ‘brütalizm’ tanımıyla, modern mimarlığın bireyi aradan çıkartıp Taylorist fikir içerisinde savrulduğu aşırı uçlarının adı da böylece konmuş oldu. Savaş sonrasında dünyanın hemen her köşesinde bir şekilde kendine yer bulan mimari ‘modernlik’, son yıllardaysa kullanım tarihini aşmışçasına, mimarlık tarihinin parçası haline geldiğini ayan beyan ilan eden bir ilgi odağı haline geldi.
Sadece bir nostalji
‘Yerelde Modernler’, mimarlık tarihinde, görüldüğünde parmakla gösterilen, ancak kendi toprakları dışında bir nostalji içerisine hapsedilen ve detaylı araştırmalara hala muhtaç Sovyet mimarlığını konu alan bir sergi. Esas odaksa, İkinci Dünya Savaşı sonrasında gittikçe sertleşen Stalin’in Sovyet devletleri politikasını tersyüz etme görevini 1953 itibariyle üstüne alan Kruşçev dönemiyle başlayan, yerelin kendi bilincine varmaya başladığı dönem. Devletçi ağır bir otokrasi altında tektipleştirilen halkların, mimari perspektifte nasıl bir dünya kurdukları ve yeri geldiğinde kimliklerini mimariyle vurgulama fırsatı bulmaları, Georg Schöllhammer ve ekibinin ana araştırma konusu olmuş. Bu on yıllık araştırma sürecinde, yüze yakın arşiv taranmış ve yüz yirmi röportaj gerçekleştirilmiş. Bazı kaynakların arşivlerden ilk defa çıkarıldığının, hatta bizzat proje müellifi mimarların çekmecelerinden alınan çizimlerin sergide yer aldığının ayrıca altını çiziyor Schöllhammer. Bu çalışma doğrultusunda, Stalin sonrası dönem reformlarıyla beraber Sovyet devletlerinde yükselen, brütalizme yakınsayan modernin ‘millileştirilmesi’ hareketi de sergi içerisindeki çeşitliliği oluşturmuş.
Açmak gerekirse, mimarlık meclisinden bir süreliğine çekilmiş olan canlandırmacılığın, yerelliğin vurgulanacağı anlarda modern yapıyla birleşerek yeniden ortaya çıkması, Sovyet devletlerindeki jenerik modernitenin kırılmasını, bir bakıma ‘milli modernin’ oluşmasını sağladı; bu doğrultuda sergideki çeşitlilik de bu detayları ispat açısından ayrı bir önem kazanıyor. Schöllhammer ve beraberinde sergide emeği geçen Ruben Arevshatyan’ın ikinci olarak altını çizdikleriyse ’paralel modern’lik. Batı kaynaklı bir akımın yeniden yorumlanması, dönüşmesi ve hatta bambaşka bir mimari çizgi haline gelmesi, dünyanın iki ucunda, başlangıç çizgisi aynı olan, fakat farklı yollardan ilerleyen iki modern mimari anlayış yaratmış oluyor. Bu iki uçtaki sistemlerin ve haliyle toplum yaşantılarının farklılıkları nedeniyle, formal açıdan benzeşse de, mekansal açıdan bu yapıların kullanılışları da ayrı oluyor. İdeolojik bir devlet aracı haline gelen mimarlık, sistemle harmanlayarak yarattığı alternatif mekanlarla da, kutuplaşmış dünya üzerinde distopya ve ütopya arasındaki çizginin yok olmasına da sebep oluyor.
Kağıt mimarlığı ve maket/ illüstrasyon
Oldukça detaylı bir çalışmanın ürünü olan ‘Yerelde Modernler’, SALT bünyesinde, hem yukarıda bahsini ettiğim arşiv çalışmalarıyla, hem de maket ve enstalasyonlarla desteklenen, çok yönlü bir sergi halini alıyor. Üç kata dağılan sergi kurulumu, çoklukla medya destekli arşiv çalışmalarından oluşan 1960’ların yerel modern, teorinin pratiğe uzanırken zorlandığı 1980’lerin kağıt mimarlığı ve maket/illüstrasyon temelli döneme dair öznel kanıt niteliği de taşıyan enstalasyonlar olarak da üçe ayrılıyor. SALT Galata binasının neredeyse tümüne yayılan sergi, neoklasik bir yapı içerisinde, o yapının duruşunu neredeyse reddeden bir dönemin sunumunu yaparak, ek olarak farklı bir mekansal deneyim sunuyor.
Modern mimarinin ‘tarihleşmeye’ başlaması, bir yandan yeni araştırma düzlemleri yaratırken, bir yandan da yeni sorular sorduruyor. Dönemin yapılarının, özellikle Türkiye içerisindeki benzer örnekleri göz önüne alarak, korunması veya kullanımı sürmesi gerektiğinin kriterleri neye göre oluşuyor? Bir dönemi tamamen etkisi altına alan, devletçi bakışla bütünleşmiş modern mimarinin de bir son kullanma tarihi var mı? Bu yapıların mimari miras niteliklerinin, ideolojik ve sosyopolitik tarihten bağımsız ele alınması oldukça zor; bu sebepten ötürüdür ki, SALT’ın önceki sergilerinden “Modernin İcrası: Atatürk Kültür Merkezi” sergisi gibi, “Yerelde Modernler” sergisi de önemli bir emeğin ürünü olması yanı sıra, araştırmacı bakış açısından bakmak ve böylesi sorulara cevap vermek adına yapılacak beyin fırtınalarına ve tartışmalara zemin oluşturması açısından oldukça dikkate değer. ‘Yerelde Modernler’ sergisini 8 Mayıs-11 Ağustos tarihleri arasında SALT Galata’da görmek mümkün. SabitFikir olarak biz ise sergi vesilesiyle "yazınsal alanda mekansal modernizm"i konu alan birkaç kitap getiriyoruz sizlere!
USTA İLE MARGARİTA
Rus art nouveau’süyle yeni yükselen modernizmi karşılaştırarak altını çizen, geleneği terketmenin girizgahını yapan Bulgakov’un Usta ve Margarita’sı.
1984
Distopyanın mimarisini isim vermeden, ama aklımıza demir perdenin arkasını getirerek anlatan Orwell’ın 1984’ü öyküye mekansal kurguyu da ekleyen önemli bir klasik.
BOKSÖR BÖCEK
Son dönemin popüler kitaplarından Boksör Böcek’in yazarı Ned Beauman, aynı kitapta mekan olarak bir demir perde ülkesi seçmemiş olsa da, mimari tasvirleri modern mimarlık dönemine uygun oldukça ince detaylarla anlatan iyi bir gözlemci.
MİLİTAN MODERNİZM
Sosyalist modernizmin yeniden doğuşunun habercisi olarak nam salan Owen Hatherley’in Türkçe’ye yeni çevrilen 2009 çıkışlı kitabı Militan Modernizm de, dönemin şartlarına ve mekan uygulamalarını bugünün bakış açısı üzerinden yorumlayan başarılı bir diğer örnek.
Yeni yorum gönder