Hiç tanımadığımız insanlarla yan yana geldik. Bunun üzerine inşa edildi uygarlık ve onun en büyük göstergesi sayılabilecek kentler. Önce küçük nüfusun verdiği “herkesin herkesi biliyor olması” güvencesi, yerleşim yeri kalabalıklaştıkça “kimsenin kimseye inanmaması gereği” paranoyasına dönüştü. Kentleşme ve paranın dolaşımı hepimizin kuşkularından beslendiği için hayatta kalabilenlere terfi ettirirken doğa peşimizi bırakmadı ve emrindeki en güçlü duygulardan ikisini: özgürlük aşkı ile vahşetin şehvetini üstümüze saldı. Artık özgür ve vahşi bir tarafımız, ayrıca yüzümüzü gelecek vaadiyle çevirdiğimiz şehirler ve kapitalizm vardı. Özgürlüğümüzü kurumsal kaidelerle, vahşetimizi ahlakın/dinin törpüsüyle eğittikçe modernleştiğimizi sanmamız keyif vericiydi elbette. Kimileri özgürlük arayışlarını bilimle, sanatla uğraşarak bastırırken “vahşetin çağrısı”na kısmen boyun eğenlerin bir kısmı da spora yöneldi. Kentlerin alınyazılarını ise savaşlar, göçler, talanlar ve yoksulluk yazdı. Metropoller bu yağmalara maruz kalıp ölenlerin mezarlıkları üzerinde yükseldi. Bütün gökdelenlerin, rezidansların temellerinde masumların ölülerine uzanan geniş damarlar, hiç kimseyi es geçmeyen kılcal uzantılar bulmak mümkündür. Dünyanın her yerine çakılı duran bu binalar sahte birer Babil Kulesi olarak amacından çoktan sapmış ve kendini yarı-tanrı diye tanımlayanların kontrolüne bırakılmış. Uygarlıklar inanç yüzünden yıkılacak, modernizm ise taklitçiliğe yenilecektir; metropollerde, o binaların gölgesinde kalan her arka mahallede böyle konuşulur – çünkü oraya yabancılar giremez – çünkü orada tanrı da yabancıdır.
İnsan bu tür kompleks yerleşim alanlarında ve gezegende ya uyum sağlamak için benzerlik kuracak ya da farklılığı farkına varılana kadar tat almaya çalışacaktır. Acele etmesi şarttır: Bizdeki, “hızlı yaşa, genç öl, cesedin yakışıklı olsun,” sözü tam da burada devreye girmeli. Başı beladan kurtulmayanların bir kısmı aslında günahsızdır; onlar sadece merakla her şeyi yaşama gönüllüleridir. Kendilerini tüketircesine, öldürürcesine bir tempoda olaydan olaya koşmaları garip karşılansa da onlar “uzun ömrün” neye yaradığı hakkında ciddi tereddüt taşırlar ve pek de umurlarında değildir. Metropollerin tüm alternatif nimetlerinden yararlanır, paraya/alkole/eğlenceye/uyuşturucuya/sekse ve pornografiye/atıştırmalıklara – fastfood’a adadıkları bedenlerini top gibi çevirirler. Evet, bu çığırından çıkmış gruplar devletin statüsüne, toplumun düzenine tehlike oluştursalar da kimseye zarar vermedikleri anlaşılana kadar zaten ölürler. İntihar mektuplarını yazmamış, tersine ezberlemişlerdir.
Bir anti-kahraman
“İntihar mektuplarını okuyarak intiharın gerçekleşip gerçekleşmediğini anlamak pek mümkün değildir, değil mi? Hayatın, gezegenimizdeki birikiminden yola çıkarsak intihar mektuplarının sayısının intihar vakalarından daha fazla olduğunu söyleyebiliriz. Bu açıdan intihar mektupları şiire benzer; yeteneği olsun olmasın hemen herkes şiire ucundan kıyısından bulaşmıştır. Her ikisini de kafamızda yazıyoruz çünkü... Genelde mektup amaçlıdır; tamamlayıp zaman yolculuğumuza kaldığımız yerden devam ederiz. İşi biten mektuptur, hayatın kendisi değildir. Elbette tam aksi de düşünülebilir. Ölümü de bunun içine katabiliriz. Ancak yine de intihar mektuplarına bakarak bir karara varamayız, değil mi?”
Para: Bir İntihar Mektubu adlı kitabının girişinde böyle sesleniyor Martin Amis. Babası da yazar olan Amis, üniversitede yaratıcı yazarlık profesörü olarak çalışmakta; hatta aldığı yüksek ücretler yüzünden sosyal medyada epey tepki çekmiş biri. Çoğu onu “okurlarıyla dalga geçmekle” tanımlıyor. Rahat, akışkan dili/ayrıntılara boğmadan inebilmesi, hepimizin içinde çırpındığı felaketlere temkinli, esprili yaklaşması sonucu kitapları “ençoksatanlar” listesinde her zaman yer buluyor. Bir anti-kahraman olan John Self, “O sıralar uzak duruyordum. Şimdi ise başıma bir iş gelmesini bekliyorum,” derken hayatın keskin tarafıyla yüzleşmesinin vakti geldiğini ima ediyor.
Çevremiz kötülükle çevrili. Biz de kötülük olarak başkalarının çevresindeyiz. Bu gerçeği kabullenenler için Para: Bir İntihar Mektubu iyi bir ayna kitap.
Görsel: Dilem Serbest
Yeni yorum gönder