Sabitfikir
Künye | Yazarlar | Giriş Yap

Eleştiri

Eleştiri

Milton’un Hür İnsanı Ve Kayıp Cennet



Toplam oy: 171
Kayıp Cennet ne salt estetik kaygıyla yazılmış bir şiirdir, ne de John Milton’ın ideolojisini şerh ettiği bir söylevdir. O bunların çok üstünde, otoriteye başkaldırışı, isyan etmenin insaniliğini vurgulayan epik bir başyapıttır.

John Milton kendisine ölümünden sonra haklı bir şöhret kazandıracak Kayıp Cennet’i (Paradise Lost) yazmaya başladığında, artık tamamen kör olmuştu. Bu demek oluyordu ki, otoriteye başkaldırışın vücut bulmuş hali olarak addettiği Oliver Cromwell’in mezarından çıkarılıp yargılanışını, vücudunun paramparça edilip kafasının kazığa oturtuluşunu asla görmedi. Belki Westminster Abbey’nin bahçesinde ibret olsun diye sergilenen bu başın çürüyüşünü, sukutuhayalini gizlemeye çalışarak mağrur bir vaziyette dinledi. İdam edilen Charles’ın yerine geçen bir başka Charles’ın taç giyme töreninde yakılan tütsüleri kokladı, kralın idamına imza atan parlamentocuların boyunlarının vurulduğunu büyük bir kederle işitti...

Kayıp Cennet, İngiltere’de monarşinin gücünü ve daha önemlisi itibarını yitirdiği bir devrin ürünü. I. Charles’ın parlamentoyu toplamaksızın “donanma vergisi” adı altında olağandışı bir vergi toplamak istemesi ile patlak veren iç savaş, mezhep çatışmaları ile iyice kızışmış, kralın tahttan indirilmesine sebebiyet vermiş, parlamentocuların karizmatik süvarisi Oliver Cromwell, çalkantılı bir sürecin sonunda idam edilen kralın yerine Lord Protector unvanı ile İngiliz ulusunun başına geçmişti. John Milton, neredeyse 11.000 satırlık bu destansı şiirini yazmaya başlamadan önce I. Charles’ın keyfi yönetimini, birbirinden güç alarak ayakta duran kilisearistokrasi- kral yapısını ve tabii devrim atmosferini pekâlâ görmüştü. Bu sebeple Kayıp Cennet, Eski Ahit'te geçen bir meselin yeniden yorumundan ibaret değildir. İç savaşın; otoriteye ve hatta Latince’ye başkaldırışın şiiridir.

Milton’un Şeytan’ı

Batı kanonunda geleneksel manasıyla “kahraman”, insanüstü bir beden ve dirayetle iyilik için çalışan kişidir. Milton’un şiirinde ise bu özellikleri kendinde toplayan varlık Şeytan’dır. Fakat o kendinden öncekiler gibi erdemli değildir. İnsanüstüdür fakat kusurları ile herkesten çok insandır. “Cennet’te hizmet edeceğime cehennemde hüküm sürerim” diye isyan edip Tanrı’ya savaş açar. Bir zamanlar en güzel ve zarif melek olan Şeytan, bu mücadeleyi trajik bir şekilde kaybeder ve sonsuza kadar hüküm süreceği cehenneme düşer. Havva ve ardından Âdem de Aden Bahçesi’nden sürülür. İnsan ile Şeytan’ın macerası bu anlamda birbirine benzer. Her ikisi de düşmüştür. Fakat bu trajik sonun kaçınılmaz olduğunu asla hissettirmez Milton. “Şunu bil ki Düşüş, biz daha yaratılmadan yaratılmıştır” diyen çağdaşı İngiliz vaiz Theaurau John Tany’in tam karşısında yer alır. Kilisenin; eşyanın kendisine kötülüğün kaynağı olarak bakan görüşünü reddeder. Ona göre kötülüğün sebebi insandır. Tam manasıyla hür olarak gördüğü insan... Kayıp Cennet’in üçüncü kitabında Tanrı şöyle seslenecektir kullarına: “İnsanı âdil ve doğru yarattım, Dik durmaya muktedir, fakat düşmekte hür.”*
Sadece eşyanın kötülüğüne değil, erken modern çağa ait birçok görüşe de katılmaz Milton. Teslis’e bir türlü inanamaz, Katolik kilisesini sürekli eleştirir, boşanmanın erdemleri hakkında risaleler yazar durur. İnsanın aldanmasının faturasını Şeytan’a değil yine insana keser. Eski Ahit’te anlatılan kıssaları kendince yeniden yorumlar. Örneğin Havva’ya kanan ve bu yüzden Tanrı tarafından hakir görülen Âdem imajını reddeder.
“RAB Tanrı Âdem’e, ‘Karının sözünü dinlediğin ve sana, meyvesini yeme dediğim ağaçtan yediğin için, Toprak senin yüzünden lanetlendi’ dedi.” (Yaratılış 3:17)
Kayıp Cennet’teki Âdem ise, Havva’yı yalnız bırakmak istemediği için günaha giren, suçu bilerek işlemesi hasebiyle eşinden büyük bir günahkârdır. Ama isyan edebildiği için yine bir kahramandır. Milton, Âdem’in aynı anda hem doğru hem de yanlış yolda olduğunu ima eder gibidir. Çünkü onun nezdinde iyilik ve kötülük aslen iç içedir. Areopagitica’da şöyle diyecektir Milton: “Bizim adına iyilik ve kötülük dediğimiz kavramlar neredeyse birbirinden ayrılamayacak kadar beraber filizlenir. İyiliği bilmek için kötülüğü de bilmemiz gerek...”

Düzen yıkmanın çekiciliği

Milton’ın yayıncısı, kitabı ilk eline aldığı vakit 10.000 dizeyi geçen bu eserin kafiyesiz olmasına şaşırır. Milton bu tepkiyi birçok dostundan da almıştır. Hal böyle olunca kitabın önsözünde, şiirlerin kafiyeli olmak zorunda olmadığını, bu alışkanlığın barbar bir dönemden kaldığını yazmak zorunda kalır. Böylece aslında döneminin meşhur birtakım şairlerini de eleştirir. Bilhassa kralcı şairler kafiye ile çoğu zaman da Latince ile yazmaktadırlar. “Yaşasın anadil” diyerek aristokrasinin patronajındaki bu sanatçıları da yerer. Fakat kiliseye, aristokrasiye, krala muhalif tavrı ile Milton’u salt Protestan bir figür olarak görmemek gerek. Sanatında yenilikçi olduğu kadar geleneksel bir taraf da vardır. Homeros ve Virgil’den büyük oranda etkilenmiştir ve hatta eserini onların çalışmalarını örnek alarak planlamıştır.
Northrop Frye, yaratıcı insanları temelde ikiye ayırır: Muhafazakârlar ve radikal reformistler. Ona göre iki tip sanatçı da büyük eserler verebilirler. Fakat ilk gruptakiler, kullandığı formun –roman, şiir, arya, şarkı, peşrev vb.- imkânlarını sonuna kadar kullanırken; ikinci tip sanatçıların ifade gücü, formun hududunu aşar. Onları yenilikçi yapan da budur. Dehaları çağdaş formlara sığmadığı için, istemeden yahut bilmeden reform yaparlar. Tanburî Osman Bey’in hüzzam peşrevini dinlediğimizde bir peşrevin ne kadar güzel olabileceğini görürüz. Fakat Refik Fersan’ın şeddiaraban peşrevini dinlediğimiz vakit, peşrev denen şeyin hislerimize ne denli tercüman olabildiğine şaşarız. Diğer bir ifadeyle, peşrev ile anlatılabilecek olana hayret ederiz... Milton’u bu minvalde hem muhafazakâr hem de radikal reformist olarak görür Christopher Ricks. Çünkü Kayıp Cennet’i okuduğumuzda hem İngilizcenin gücünü hem de İngilizce ile anlatılabilecek olanı görürüz.
Kayıp Cennet ne salt estetik kaygıyla yazılmış bir şiirdir, ne de Milton’ın ideolojisini şerh ettiği bir söylevdir. O bunların çok üstünde; Tanrı’nın adaletini sorgulayan, isyan etmenin insaniliğini vurgulayan epik bir başyapıttır. Milton’un Şeytan’ı, devrimler çağının kahramanının bir prototipini andırır. Dr. Samuel Johnson, bu isyankâr kahramanın yaratıcısını şöyle tanımlayacaktır: “John Milton hükümdarlardan ve piskoposlardan nefret ederdi. Zira itaat etmesi gereken kimseyi sevmezdi. Milton’ın amacı düzen kurmaktan ziyade yıkmaktı. Otoriteden nefret ettiği kadar özgürlüğü sevmiyordu.”

Yorumlar

Yorum Gönder

Yeni yorum gönder

Diğer Eleştiri Yazıları

Modern sanat telakkisinin adeta “dinselleştiği” ve bunun da en önemli etkisini mimarlık alanında gösterdiği bir bağlamda yaşadı Turgut Cansever. Türkiye ekseninde bir yanda pozitivist bir dünya görüşünün diğer yanda da seküler mistik ve “yaratıcı insan” düşüncesinin egemen olduğu, “bilim”in dogmatikleştiği bir dönem.

Hayat parantezi 1916’da İstanbul’un Fatih semtinde, Atik Ali Paşa’da açıldı Behçet Necatigil’in. Sonra parantezin içerisine bir başka şehir girdi: Kastamonu. Zeki Ömer Defne’nin zilleri çalarken derslere bir bir girenler arasında o hassas ortaokul öğrencisi de vardı. Evlerden, kırlardan, denizlerden duyulan bu ses zil değil şiirin tınısıydı.

“Sanatçı, gözün göremediğini görendir.”

 

Çağdaş Amerikan edebiyatının en parlak yazarlarından Michael Chabon’un bir söyleşisini hatırlıyorum. Yaratıcı yazma atölyelerinin desteklenmesi gerektiğini söylüyordu: “Tamam, kimse kimseye dâhi olmayı öğretemez kuşkusuz ama yazarken hata yapmamak, yazmak denen şeye ‘okur’ gibi değil de ‘yazar’ gibi bakmak pekâlâ öğrenilebilir.

Nehir söyleşi, ara bir tür. Ne biyografi ne de otobiyografi. Otobiyografi değil çünkü hayatınızı nasıl anlatacağınızı söyleşiyi yapan kişinin soruları belirliyor. O çerçeveyi siz çizemiyorsunuz ve birkaç soruyla hiç istemediğiniz günlere veya olaylara geri dönmeniz mümkün.

Kulis

Bir Rüya Gibi Dağılacak Olan Hokkabazlar Dünyasında Yaşıyoruz

ŞahaneBirKitap

Kaan Burak Şen, yavaştan genç yazar olarak anılmanın sonuna doğru geliyor; Mutlu Kemikler üçüncü kitabı… Kafası bir hayli tuhaf. Şimdilerde bir roman yazdığı da söyleniyor, fakat öncesinde belirtmekte fayda var: Mutlu Kemikler öykü derlemesi henüz çıktı, pek başka bir kitaba benzetilecek bir havası da yok bu kitabın.

Editörden

Tıp ve edebiyat ilişkisi, tıbbın insanla olan ilişkisi gibi tarih boyunca şekil değiştirmiş, her dönem yeni yaklaşımlarla genişlemiştir. Tıbbın tarihi, insan acılarının da tarihidir aslında. Edebiyatın içinde kapladığı yer, diğer bilim dallarından hep daha büyük olmuştur tıbbın.