Sabitfikir
Künye | Yazarlar | Giriş Yap

Eleştiri

Eleştiri

Modern insanın vahşi tarafı



Toplam oy: 858
Deborah Levy // Çev. Elvan Kıvılcım
Everest Yayınları
Eve Yüzerken, içimizdeki vahşi şeylere bir saygı duruşu. Bize "uslu" durmayı öğütleyenlere inat okunmalı.

Bazen her şey gün gibi ortadadır, alman gereken kararlar, atman gereken adımlar, orada dimdik karşında duruyordur, kaleciyle aranda bir tek top vardır, vursan kesin goldür ama sen durursun. Bazen aylarca, bazen yıllarca, bazen bir ömür. Topa basmak resmen varoluş biçimin olur. Beklersin. Bir şeyi. Gökten yere bir şeyin düşmesini. Seni omuzlarından tutup sarsmasını. Sana kaçacak yer bırakmamasını. Sana öyle bir pas vermesini istersin ki o şeyin, o topa vurmak son çaren olur. Sular sakin, düzen tıkırında, her şey nasılsa uzun zamandır öyle. Ama bazen o şey gökten düşer. Suyu bulandırır. Yüzeyin altında ne var yok yukarı taşır. Bastırdığın, sakladığın, sakındığın ne varsa alır yüzüne çarpar. Taşları kaldırıp altlarındaki serinliğe sığınmış böcekleri uykusundan uyandırır. O şey her şey olabilir. Yazlık bir villanın havuzunda bir sabah aniden beliren çıplak bir genç kadın da buna dahildir.

 

Kitty Finch, narin bedeniyle Nice’te yazlık bir villanın havuzundan çıkar ve sıradan bir yaz tatilinin ortasına bomba gibi düşer. Bu genç kadın, sahneye öyle bir zamanda girer ki, varlığı sürpriz olsa da büyük resimdeki zamanlaması kusursuzdur. Adım attığı yerde ataleti dürter. Ezberleri bozar. Cüretiyle insanın içindeki vahşileri ava çağırır. Onun hikayeye dahil olmasıyla bir şeyler artık asla eskisi gibi olmayacaktır. 

 

Savaş muhabiri Isabel ve ünlü şair kocası Joe ve on dört yaşındaki kızları Nina, aile dostları iki egzotik eşya taciri Mitchell ve Laura ile Nice’te kiraladıkları bir yazlık villada tatildedirler. Fransa’da bir villanın izole dünyasında bir araya gelen beş İngiliz, bir sabah havuzda buldukları Kitty’nin “tuhaflıklarıyla” planda olmayan bir yaz tatiliyle karşı karşıya kalırlar. Kitty adeta mitolojik bir karakter ya da gizemli bir deniz canlısı gibi, beline kadar kızıl kıvırcık saçları, beyaz zayıf bedeni, büyük göğüsleri ve yeşil ojeleriyle havuzdan çıkar. İngiliz serinkanlılığı Kitty’nin varlığını “normal” karşılamaya çalışsa da, kızın gelişi dengeleri ziyadesiyle bozar. Kitty kendisi de bir şair olma hayali kuran, aslen botanist bir kızdır ve Joe’nun tutkun bir hayranıdır (şairin bütün kitaplarını gittiği her yere götürecek kadar). Bu sebeple yolunun bu villaya düşmesi pek de tesadüf değildir. 

 

Arzu nesnesi

 

 

Sıradan bir erkeği yoldan çıkaracak körpelikteki genç bedeniyle ve gizemli tavırlarıyla –özellikle çıplaklık konusundaki rahatlığı söz konusu olunca– karısı Isabel’e sadık kalmayı zaten pek başaramamış Joe’nun elbette radarına yakalanır. Kitty bir “arzu nesnesi” olarak Joe’nun dikkatini çeker, yazdığı bir şiiri okutma hevesiyle peşinde koştuğu şairin ayarlarıyla oynar. Bu, cinsel bir temasın ötesinde, şiir üzerinden kurgulanmış bir ilişkidir. İkisi gerçekliğin dışında masalsı –yazarın da betimlemeleriyle köpürttüğü üzere– ve diğer insanların gerçekliğinden uzak bir yerde buluşurlar. Kitty onunla aralarında şiirler üzerinden bir iletişim olduğunu iddia edecek kadar Joe’nun etkisi altındadır.

 

Ancak asıl enteresan olan, Kitty’yi yazlık evlerinde kalması için davet eden kişinin olacakları önceden tahmin eden Isabel olmasıdır. Kitty’nin varlığı Isabel için de devrim niteliğindedir; Kitty, Isabel’in evliliğinden kaçmak için aradığı son bahanedir. Mesleği yüzünden evden uzak bir anne olarak yerinin başka kadınlar tarafından doldurulmasına alışkın olan Isabel, kocası Joe’nun bu güzel genç kadına kapılacağından emin şekilde olaylara davetiye çıkarır. Arkadaşlarının uyarılarına kulak asmaz.

 

Beri yandan Kitty çiftin kızları Nina için de önemli bir karakter haline gelir; Kitty Nina’nın kadınlığa adım atışının önemli bir parçası olur. Nina, Kitty’nin varlığını, babasıyla olan alakasını garip karşılasa da –ki annesiyle babası arasındaki mesafenin farkındadır ve babasının kız arkadaşlarına gayet alışıktır– bu genç kadının evdeki varlığı onun kadınsal farkındalıklarının ateşleyicisi olur. Nina artık “büyüdüğünü” düşünürken, elinden tutan ona her daim uzak olmuş olan annesi değil, Kitty’dir.

 

Boyundan epey büyük bir roman 

 

Bir yerde kasırgalara hep kadın ismi verilmesi üzerine bir yazı okumuştum. Eve Yüzerken’i okurken aklıma bu geldi. Zira Kitty bir doğa olayı olsaydı kesin bir kasırga olurdu. Bir yaz tatilinde buluşan insanlardan her birini başka başka şekillerde sarsan, dengesini bozan, türlü yüzleşmelerle karşı karşıya bırakan bu “deli kız”ın etkisini en iyi bir kasırga betimlerdi. Kitty de her kasırga gibi, geldiği gibi gitmiyor elbette. Bir şeyleri de yanında götürüyor. Bu bağlamda kitabın –yazarın son ana kadar açık etmediği– bir sırrı var. Kapağını kapatıp da size her şeyi baştan düşündürtecek, hikayenin gücünü artırdığını sandığım bir sır bu. 

 

Eve Yüzerken, kısa ama kocaman bir roman; zengin hikayesinde tek tek ele alınacak çok fazla konu, hikayecik, detay ve gönderme var. Tek bir iskelet hikaye üzerinden ilerliyor gibi görünse de, aslında yan hikayeleriyle birlikte boyundan epey büyük bir roman. Bu açıdan bence en büyük başarısı okuru tek bir karakterin hikayesine maruz bırakmayıp farklı bakış açıları katarak okudukça serpilen ve üzerine düşündürten bir olay örgüsüne sahip olması. Ayrıca romanın karakterleri çok güzel düşünülmüş. Hiçbiri diğerinden daha önemli değil ve her birinin hikayesi en ince detayına kadar tasarlanmış. 

 

Bu romanın asıl meselesinin ne olduğunu söylemem gerekse, “arzu” derdim. Eve Yüzerken, modern insanın aile bağları, evlilik, iş hayatı, toplum, kent gibi birtakım sınırlamalar içinde bastırdığı, dizginlediği, ehlileştirdiği vahşi tarafına yazılmış bir roman gibi. Öyle ki, Kitty’nin vahşi dünyayı temsil eden tekinsiz varlığı (bitkilerle ve doğayla olan ilişkisi, çıplaklığı, standartları aşan cüretkarlığı ve doğallığıyla vücut bulan) aklıselim yetişkin dünyasının güvenli sularını bulandırmakta hiç gecikmiyor, çünkü arzu insanı “tuhaflaştırıyor, deli divane, esrarengiz, allak bullak ediyor.”

 

Eve Yüzerken, içimizdeki vahşi şeylere bir saygı duruşu. Bize “uslu” durmayı öğütleyenlere inat okunmalı.

 

 

 


 

 

* Görsel: Onur Aşkın

 

 

Yorumlar

Yorum Gönder

Yeni yorum gönder

Diğer Eleştiri Yazıları

Modern sanat telakkisinin adeta “dinselleştiği” ve bunun da en önemli etkisini mimarlık alanında gösterdiği bir bağlamda yaşadı Turgut Cansever. Türkiye ekseninde bir yanda pozitivist bir dünya görüşünün diğer yanda da seküler mistik ve “yaratıcı insan” düşüncesinin egemen olduğu, “bilim”in dogmatikleştiği bir dönem.

Hayat parantezi 1916’da İstanbul’un Fatih semtinde, Atik Ali Paşa’da açıldı Behçet Necatigil’in. Sonra parantezin içerisine bir başka şehir girdi: Kastamonu. Zeki Ömer Defne’nin zilleri çalarken derslere bir bir girenler arasında o hassas ortaokul öğrencisi de vardı. Evlerden, kırlardan, denizlerden duyulan bu ses zil değil şiirin tınısıydı.

“Sanatçı, gözün göremediğini görendir.”

 

Çağdaş Amerikan edebiyatının en parlak yazarlarından Michael Chabon’un bir söyleşisini hatırlıyorum. Yaratıcı yazma atölyelerinin desteklenmesi gerektiğini söylüyordu: “Tamam, kimse kimseye dâhi olmayı öğretemez kuşkusuz ama yazarken hata yapmamak, yazmak denen şeye ‘okur’ gibi değil de ‘yazar’ gibi bakmak pekâlâ öğrenilebilir.

Nehir söyleşi, ara bir tür. Ne biyografi ne de otobiyografi. Otobiyografi değil çünkü hayatınızı nasıl anlatacağınızı söyleşiyi yapan kişinin soruları belirliyor. O çerçeveyi siz çizemiyorsunuz ve birkaç soruyla hiç istemediğiniz günlere veya olaylara geri dönmeniz mümkün.

Kulis

Bir Rüya Gibi Dağılacak Olan Hokkabazlar Dünyasında Yaşıyoruz

ŞahaneBirKitap

Kaan Burak Şen, yavaştan genç yazar olarak anılmanın sonuna doğru geliyor; Mutlu Kemikler üçüncü kitabı… Kafası bir hayli tuhaf. Şimdilerde bir roman yazdığı da söyleniyor, fakat öncesinde belirtmekte fayda var: Mutlu Kemikler öykü derlemesi henüz çıktı, pek başka bir kitaba benzetilecek bir havası da yok bu kitabın.

Editörden

Tıp ve edebiyat ilişkisi, tıbbın insanla olan ilişkisi gibi tarih boyunca şekil değiştirmiş, her dönem yeni yaklaşımlarla genişlemiştir. Tıbbın tarihi, insan acılarının da tarihidir aslında. Edebiyatın içinde kapladığı yer, diğer bilim dallarından hep daha büyük olmuştur tıbbın.