İnsanın içinde gizli bir yerlerde gerçeğin kurguyla harmanlandığı tarihi anlatılara karşı önüne geçilemez bir merak var. Hele bu anlatılar fantastik öğeler de barındırıyorsa, al gözüm seyreyle denecek bir temaşa ortaya çıkar. Buna bir de tefrikanın o sabahları erkenden uyandıran güzelliğini ekleyin. Halil Babilli’nin Bin Yıllık Hemşehri’si tam da böyle bir fantastik roman. Meraklıları, “Gelincik Theo’nun maceraları”nı iple çekiyordu. İnternette peyderpey yayımlanan bu müstakil hikayeler nihayet iki kapağın arasına girdi, ete kemiğe büründü, Bin Yıllık Hemşehri olarak göründü.
1430 tevellütlü Theophanes Kantakouzenos Bizans’ın mürekkep yalamış, ilmine sınıfına mensup bir ailedesinde büyüyüp kütüphaneci olmuştu olmasına ama İstanbul’un fetih günü esbab-ı mucibesi bilinmez bir şekilde don değiştirip gelincik kılığına girdi. Öldü öldü dirildi, bir türlü temelli ölemeyip lanetiyle yaşamayı öğrendi. O gün bu gündür İstanbul’un altını da üstü kadar bilir ve eski entelektüel meraklarını aynen koruduğu gibi sucuğa da bayılır. Sevgili Theomuz tütün yasağını da görür, insanın ezeli hemcinsini yaratma sevdasının ürünü olan Balat Golemini de. Yeni Dünya’ya da açılıp denizci hikayeleri dinler, Aztek Hıristiyanlarının gizli kitabına da göz atar. Yeniçeri ocağının esnaflık ettiği vakitlere de yetişir, Rum hanımın evinden Karakoncalos’u da kovar. Son olarak da Silifkeli Macit Efendi’yi insanı ele geçiren tılsımlı altın paradan kurtarır.
Bu haliyle Gelincik Theo’nun maceraları çok eğlenceli, bir solukta okunan ve kurgunun gerçekle buluştuğu anlarda merakı ve heyecanı yükseltmeyi başaran bir roman. Babilli’nin bu kitaba hazırlanırken epey tarih kitabı karıştırdığı ve acayip mahlukatlara, mitlere, şehir efsanelerine özel ilgi gösterdiği muhakkak. Yalnız, bu tarz fantastik romanları okurun hatırında bırakan, okuma deneyimini benzersiz ve insanı tekrar tekrar okumaya iten atmosfer gücünden ve dilden yoksun olduğunu itiraf etmek gerek. Gelincik Theo’nun maceraları kurgu olarak mükemmel ilerliyor. Binamız sağlam, tarihsel veriler ile gerçekle kurgunun iç içe geçirilmesi de sağlanmış fakat bunların üstünde tüm hikayeyi saran bir atmosfer olmadığından boşlukta kalıyoruz. Elbette ağdalı bir dil, uzun tamlamalar ve betimlemeler beklemiyoruz. Ancak yazarın şahsi dehasını ortaya koyacağı, kendi rengini tüm romana sindirecek, kendinden bir şeylerin eksik olduğunu söylemektir niyetimiz.
Dil ağdalı olmasa da, kimi yerlerde Reşat Ekrem’de ve Salâh Birsel’de görmeye meftun olduğumuz Türkçenin dil ve deyim zenginliği, o rindane havayı soluduğumuzda “İşte tam da bu!” demek Babilli’ye karşı borcumuz.
Eleştirilerden maada, Halil Babilli’nin Bin Yıllık Hemşehri’si her ayrıntısı üzerinde incelikle çalışılmış olduğunu belli ediyor. Zevkle ve heyecanla okunuyor. Yerli fantastiğe, hem de içinde göndermeler olan, entelektüel düzeyi yüksek böyle metinlere pek rast gelmediğimizden, Gelincik Theo’nun maceralarının kitap kurtları için iyi bir okuma deneyimi olacağı kanaatindeyiz. Ölümsüz bir gelinciğin hikayeleri de sonsuz olacaktır, dili ve atmosferi daha zengin yeni hikayeler için beklemedeyiz.
* Görsel: Zeynep Özatalay
Yeni yorum gönder