Türkiye’nin geçmişinde “sisli” olmayan bir dönem var mı acaba? Hele söz konusu Batı mamulü bir müzikse... Neyin, ne zaman, ne olduğu; kimin, neyi, nasıl yaptığı tam anlamıyla kayda geçmiş olabilir mi? Büyük romancı Kemal Tahir’in sıkça kullandığı sözcükle: “olabilemez.” Müzik âleminde yerli birkaç tarih yazıldı daha önce, ama âlemin daha çok Batılı tarafıyla uğraşan, ilgisi o tarafa yönelik, bu tarihin içindeki, daha doğrusu arka planındaki kişilerin tarihi yazılmadı. Yazılmamıştı. Murat Beşer’in Yoldan Çıkmış Simalar kitabı bu insanları bulup çıkarıyor, onlara bakıyor ve içerdiği portrelerle Türk rock tarihindeki dip-köşelere ışık tutuyor, hatta tozunu alarak parlatıyor.
Kitap, evet, rock müzikle ilgili olmayanlar için ilk bakışta “gerekli” görülmeyebilir. Teşvikiye’de caminin önünde kaset satan bir adam; artık içine girilemeyen Narmanlı Han’da toplanan ne idüği belirsiz gençler; radyonun patlama yaptığı dönemlerde her hafta aynı şarkıları çalan bir programcı pek kimsenin umurunda olmayabilir. Öte yandan, tüm bu “nevi şahsına münhasır” tipler, bize bu ülkenin yakın tarihi hakkında, özellikle de 1980 askeri darbesi ve sonrasında dar alanlarda nefes alabilmek için ne kadar sıra dışı hayatların yaşandığına, ne ilginç dayanışmaların, arayışların, ısrarların ve ıskaların olduğuna dair ışık da tutabilir. Kitaptaki portreler sıra dışı, ilginç, takıntılı, bir bakıma hastalıklı ama kesinlikle âşıklar. Müziğe âşıklar. Ve, kesinlikle farkında olmadan, bir alanda, Türkiye’nin yeraltı tarihini yazmış durumdalar. Yani, Murat Beşer’inki “matrak” bir tarih kitabı da aynı zamanda.
Yanlış anlaşılmasın, bu simalar yalnızca müzisyen ya da dinleyici değiller. Plakçı, yapımcı, kafe-bar işletmecisi, dergici, fanzinci, aylak, tutunamayan ve tutunduğunu sananlar da var aralarında. Üstelik hepsinin bu kadar olmadığına eminim. Yeni ciltlerde, “yeni” simalarla da tanışacağızdır ama bu ilk kitaptakiler herkesi şaşırtmak için yeterli; şimdilik...
“Açık büfe” sığınak
Narmanlı Han benim aklıma önce Ahmet Hamdi Tanpınar’ı, sonra da Deniz Pınar’ı getiriyor. Tanpınar’ın bu kitapta yeri yok ama Deniz’in var: “Heykel sanatçısı Namık (Denizhan) Hoca’nın Deniz’in dükkanının karşısında bir atölyesi, içinde de Deniz’in her görüşte korktuğu bir Kuzgun Acar heykeli vardı. Narmanlı Han hepimiz için (oksijen dolu) bir yeryüzü sığınağıydı. Sekiz metrekare yerde toprak bereketliydi, işler yolundaydı.” Gerçekten de bir sığınaktı orası, “açık büfe” bir sığınak. Cumartesileri karnımızı müzik ve dostlukla doyurur, bir hafta boyu acıkmazdık.
Kalamış aklınıza neyi ya da kimi getirir peki? Münir Nurettin belki. Fenerbahçe’ye giden yol, belki. Benim aklıma Laterna isimli müzik dükkanını getirirdi, bunlardan sonra. “Laterna ilk kez 1978 yılında Kalamış’ta açılmıştı. Plak ithal edip satan ilk yerlerden biriydi. Kibrit kutusu büyüklüğünde bir ‘sticker’ı vardı; üzerindeki karikatürde sivri burunlu, dilenci kılıklı bir adam, üstünde bir maymunun oturduğu laternasını çeviriyor. (…) Altı yıl sonra Selamiçeşme’de Feneryolu tren istasyonu yakınlarında bir kafeye dönüşmüştü Laterna; daha doğrusu hem kafe, hem müzik evine.”
Benim kendi tarihimin, bu yazı için seçtiğim üçüncü durağı ise Üsküdar Paşakapısı. Orada, küçücük dükkanında Tünay Akdeniz bana, bize hard rock ve heavy metal’in kapılarını açmıştı 80’lerin ortalarında. “Yaptığı işe amme hizmetini de katmaktan zevk duyan Tünay, kaset üstlerinin yarısına yukarıdan fotoğraf çekilerek basılmış küçük plak kapaklarını, diğer yarısına da albüm bilgilerini yazıyordu.” Ayrıca Tünay, kasedin boş kalan yerine farklı gruplardan şarkılar çekerek bize yeni pencereler, kendine de yeni siparişler yaratmasını biliyordu. Metallica’nın Master of Puppets albümü Tünay Abi’ye geldiğinde, albümü kaydetmek için Bursa’daki okulunu “kırıp” gelen bir arkadaş, hedefine ulaştıktan sonra “okuldan biraz geç çıktım” yalanıyla tekrar şehrine, evine dönmüştü. Tünay abi daha sonra Beylerbeyi’ne geçti, biz de peşinden.
Murat Beşer’in Yoldan Çıkmış Simalar kitabı, bir bakıma da “gizli kahramanlar”ın tarihi. Yazılmamış tarihler olacak hep ve o tarihin içinde kaybolup giden olaylar, insanlar... Ama unutmak bize dayatılan ise, demek ki biz de unutmayacağız. Hafızamızı, o hep tozlanmaya yüz tutan yeri, pırıl pırıl tutmaya çalışacağız. Başka yolu yok. Değerli olanı, bizi dönüştürecek olanı unutmak yok.
Çizimler: Aptulika (kitaptan)
Yeni yorum gönder