Hayatı da roman gibi geçmiş yazarlarımızdandır Nahit Sırrı Örik. 1895 yılında İstanbul‘da doğmuştu. Dedesi ve babası Osmanlı döneminde mevkilerde bulunmuş kültürlü insanlardı. Babası Hasan Sırrı bey, Hukuk Mektebi hocalığı, rüsûmât müdir-i mütercimliği, Şûrâ-yı Devlet Âzâlığı yapmasının yanı sıra Shakespeare'den iki de oyun çevirmişti. Nahit Sırrı da henüz çocukluğunda "bir Türkçe hocası ve bir frenk madaması ile" başlamış terbiye edilmeye. "Afitab-ı maarif" rüştiyesinden mezun olduktan sonra bir İngiliz ve Fransız okuluna, ayrıca Galatasaray'a gitmişse de, hiç birini bitirememiş, babasının ısrarı ve hatırı sayılırlığı sayesinde Berlin büyük elçiliği maiyetîne tayin edilmişti. Nahit Sırrı’nın hayatındaki kırılma noktası kendisini belki de ilk kez aile ve çevre baskısından, toplumsal gözaltından uzak sandığı Berlin macerası oldu. Skandal bir opera akşamı patlamıştı. Son halife Abdülmecid Efendi’nin oğlu Şehzade Faruk’un yanındaydı Nahit Sırrı, ama kadın kılığındaydı. Avrupa’nın “özgür” ortamının farklılıklar konusunda Osmanlı’dan pek de farklı olmadığını ağır bir bedel ödeyerek öğrenecekti. Ertesi gün Alman gazeteclerinde alay konusu olacak ve acilen İstanbul’a çağrılacaktı.
Elçilik görevinden ayrıldı, ama çağrıya kulak asmadı. 1915-1928 yılları arasında Tiflis, Berlin, Paris, Viyana, Roma, Kopenhag gibi kentleri gezen ve Avrupa'da yaşayan Nahid Sırrı, Cumhuriyet'in ilânından ve babasının ölümünden sonra Türkiye'ye dönecekti. Hayatını Marif Vekaletinde ve çeşitli gazetelerde çevirmenlik sonra yazarlık yaparak kazandı.
Edebiyata adanmış ama karşılığını bulamamış bir hayattır Nahir Sırrı’nınki. Fransa’da yayımlanan ilk hikayesi ve ilk romanıyla 1928’de başlayan kariyerini 1960 yılındaki ölümüne kadar romandan hikayeye, tiyatro oyunlarından edebiyat incelemelerine, gezi notları ve anılarından makalelerine, çok geniş bir ilgi alanını sergileyen binlerce sayfayla doldurmasına rağmen ne yaşadığı yıllarda ne sonrasında hak ettiği takdiri kazanabildi. Önce cinsel eğilimleriydi Nahit Sırrı’yı katılmak istediği dünyanın dışına iten. Sonra Osmanlı aristokrasisine uzanan soyağacıydı ve nihayetinde hem eskiye hem yeniye karşı aldığı eleştirel –küçümser- tutumdu.
Nahit Sırrı Örik, “Turnede Bir Artist Öldürüldü” romanının tefrikasını 1958 yılında tamamlamış ama kitap haline getirildiğini göremememişti. “Turnede Bir Artist Öldürüldü” gazete sayfalarında kaybolup gitmekten ancak 1995 yılında kurtulabildi. Eğer sadece bu romanla sınırlı kalsa tesadüf der geçerdik. Ama ne yazık ki, Orik’in pek çok eseri aynı akibete uğramıştır. Düşünün ki, “Tersine Giden Yol” ve “Turnede Bir Artist Öldürüldü” romanları 1995’te, “Colére de Sultan”ı 2005 “Yıldız Olmak Kolay Mı?” ise ancak 2006’da yayımlanabildi. Ölümünün üzerinden elli yıl sonra Örik’in tefrikalarda kalmış bir romanı daha ortaya çıkarıldı. Oğlak yayınevi tarafından hazırlanan “Gece Olmadan” Önümüzdeki günlerde kitaplaştığında Nahit Sırrı Örik külliyatı tamamlanmış olacak.
Tutunamamış bir roman kahramanı gibi…
Dışlanmışlık durumunu vurgularken genelleme yapıyorum ve istisnaları göz ardı ediyorum. Bu gözardı ediş bazı eleştirmenlere haksızlık etme anlamına gelebilir. Mesela Behçet Yazar’ı özellikle ayrı tutmak isterim. 1940’ta, henüz Nahit Sırrı başyapıtı sayılacak eserlerini yazmadığı yıllarda, Behçet Yazar’ın kaleme aldığı Nahit Sırrı Örik portresinde övgü dolu ifadelere rastlıyoruz. Edebiyat eleştirisi alanında önemli bir isim olan Tahir Alangu da “Cumhuriyetten Sonra Hikaye ve Roman” adlı kapsamlı kitabında Nahit Sırrı’ya hem yer vermişti hem de ona saldıranlara dolaylı bir cevap. Tahir Alangu’ya göre Nahit Sırrı’nın pek hoşlanılmayan "İstanbul şivesi", dönemin yazarlarının dilleri ile karşılaştırılınca, “aşırı dil temizliği gayretlerinin yazarlara zorunlu olarak neler kaybettirdiğini açıkça göstermektedir”…
Tahir Alangu diline dikkat çekmiş. Hikayeleri etkilidir. Ayrıntıları yakalamasını, mekanları sınıfsallaştırmasını da övmeli. Ama romanlarının keyifle okunmasında en büyük rolü eski devirlerin mirasını, hatırasını barındıran diline vermek gerekir. Behçet Yazar’ın ifadesiyle “Nahit Sırrı'nın hemen bütün eserlerinde zahiri olarak görünen üslup ve şekil kalenderliğinde ve rendliğinde dahi ruhu kolaylıkla cezbeden yumusak bir hal ve şan vardır.” Gerçekten de önce dili ve üslubuyla sarar okuyucuyu.
Bense başka bir yanını öne çıkaracağım; Nahit Sırrı romanlarını unutulmaz kılan kahramanları, özellikle de kadınlarıdır. Edebiyat kalabalığı içinde bir köşede kalmış, şikayetini duyurmamış, belki de biriktirdiği hırsını roman kişilerinin hazin hayat hikayeleriyle haykırmıştı. Bir yazarla yarattığı karakterler arasında bağ kurmayı sevmem. Ama Nahit Sırrı hakkındaki bilgilerimiz romanlarını okurken ister istemez çağrışımlara neden oluyor. Aslında hiçbir romanına doğrudan kendisini, gerçekliği doğrulanabilir yaşanmışlıklarını katmamış, ama kahramanlarının iç dünyalarında kopan fırtınaları kendi ruhundan üflemişti. Hatta unutulmaz kadın kahramalarında, belki en çok onlarda; “Sultan Abdülhamit Düşerken”in hırslı ve güzel Nimet’tinde, “Kıskanmak”ın çirkin, arzuları engellenmiş, kötü kahramanı Seniha’sında, “Tersine Giden Yol”un güzel delikanlısı Cezmi kadar çirkin Hamdune’sinde, "Yıldız Olmak Kolay mı?"nın zavallı Selma’sında Nahit Sırrı’dan bir şeyler vardı…
“Kıskanmak”, “Sultan Abdülhamid Düşerken”, “Yıldız Olmak Kolay mı” ve “Turnede Bir Artist Öldü” romanılarının kahramanları kadınlar. “Tersine Giden Yol”da kahramanı Cezmi gibi görünmekle birlikte, Cezmi’nin etrafını çevreleyen, kaderini çizenler yine kadın. Bütün kadınlarını yakıcı arzuları ile birlikte ele alır Örik. Aslında engellenmiş arzular diyelim buna. Engellenmişliğin en yırtıcı hali ise sahip olma, yükselme, sahip olarak yükselme isteği. Çirkiniğini aşmaktan yaşlılığını aşmaya, tensel engellenmişliğini aşmaktan yoksulluğunu aşmaya kadar bir dizi yakıcı arzuyla kıvaranan Örik kadınları arasında erkekler –“Kıskanmak’ın Nüzhet’i, “Sultan Abdülhamid Düşerken”’in Şevket’i, “Turnede Bir Yıldız Öldürüldü”de Nezihe Yanıkses’in hem sevgilisi hem katili- çocuksu karakterler. Oğuz Demiralp’ın deyişiyle “Örik’in bütün kadın kahramanlarını bir araya getirirsek bir “cadılar müzesi oluşturabiliriz.” Ancak Demiralp’in -başka yorumcular tarafından da desteklenen- “bu kadınların kötülüklerinin hedefi hem rakibeleri hem de sevgilileridir. Çoğu, cinsel dürtüleri güçlü olan kadınlardır. Kadının cinselliği ve kösnüllüğü genellikle olumsuz bir öğe olarak işlenir” tespitine bir muhalefet şerhi koymak isterim. Bunun nedeni Nahit Sırrı’nın kötülük-iyilik kavram çifti içinde düşünmemesi. Daha doğru bir deyişle bizim kötülük dediğimizin ona göre tam da bu hayatın bağrından çıkmışlığı, hatta ve “meşru”luğu. Örik’in kendi ifadesiyle devam ediyorum; “Bir romancının kıymeti, fena insanlarda da nüans bırakış ile fena insanları toptan kötü etmemesiyle de ölçülür”..
“Turnede Bir Artist Öldürüldü”de Nahit Sırrı’nın dünyasının kötülükle sınırlı kalmadığını göreceksiniz. Kadınları, cinselliği, güzel-çirkin tezatları, kararan kaderler, çaresizce sürüklenen kişileriyle tipik bir Nahit Sırrı hikayesi… Ama kahramanıına ve diğerlerine karşı çok daha sevecen…
57-58 kışından birkaç ayı, o zamanların eğlence dünyasının içinden anlatan bir hikaye okuyacaksınız. Kariyerinin sonlarına gelmiş, artık sahne alamayan, maddi sıkıntılarla, gelecek kaygılarıyla kıvranan, “elini uzattığı her dal kuruyan” Nezihe Yanıkses’in hikayesi… Evet, düşmekte olan, bunun farkına varan bir kadın Nezihe. Ama kaderin cilvesi, işlerin kesat gittiği bu mevsimde karşısına hiç beklemediği bir fırsat çıkacak ve en büyük meşguliyeti taşra barlarına artist temin etmek olan Süleyman Beyin derme çatma organizasyonuyla Bandırma turnesi kadrosuna katılacaktır. Sonunu söylemekte sakınca yok, romanın adında yazılı zaten…
Tefrika formatında yazılmış kısa bir romanın sınırlarını bilerek çok ekonomik bir anlatım kurmuş Nahit Sırrı. Ani geçişler, sıçrayışlar, her seferinde Nezihe ve onun gibi artistlerin dışı renkli içi ağulu hayatlarına yoğunlaşan, her fırsatta kaleminin ustalığını sergileyen bir anlatım. İstanbul’da başlayıp Bandırma’ya geçerken, bu sayede merkez ve taşra hayatları arasındaki farklılığı da ince ayrıntılarla sergileyivermiş.
Nahit Sırrı’nın gözde temaları güzellik ve çöküş yine merkezde. Nezihe’nin bireysel çöküşü ile kumpanyacılık mesleğinin çöküşünü öylesine duygu dolu kaynaştırmış ki, kumpanyanın yıldızından üvertürüne her ferdi insani bir dramın öznesi haline geliyor. Işıltılı sahnenin arkasındaki acılı hayatlarla, aralarındaki kıskançlıklar, çekişmeler, birbirlerine besledikleri kötücül düşüncelerle, eğlenenlerle eğlendirenler arasındaki uzaklıkla, bir kez daha çatışmalı bir dünya kurmuş Nahit Sırrı…
Bu romanda dikkat çeken bir özellik daha var. Diğer romanlarının dramatik yapısı içinde çok fazla göze çarpmayan ince mizahı, acı bir ironi halinde hikayenin tamamına yayılmış. Hafif alaycı, eğlence dünyasının yaldızlarını döken, “sanatçı” ünvanının içini boşaltan kara bir mizahla Nahit Sırrı, kısa ama çok etkiyeci bir romanla çıkıyor karşımıza.
Hocam elinize sağlık, çok güzel bir yazı olmuş. Nahid Sırrı'nın eşsiz lezzetteki hikayelerini tanıttığınız ve çok katmanlı dünyasını açtığınız için teşekkür ederim. Özellikle de Nahid Sırrı'nın "iyilik-kötülük" ekseninde düşünmemesi, tespitiniz çok kıymetli. Nahid Sırrı ile ilgili çok daha kapsamlı çalışmalara ihtiyaç var diye düşünüyorum.
Yeni yorum gönder