Beşir Ayvazoğlu, Tanrı Dağı’ndan Hıra Dağı’na (Kapı yay.) adlı kitabına “Elinizdeki kitapta okuyacaklarınızı iliklerine kadar yaşamış biri olarak yazdım. Bozkurttan mı söz ediyorum, bir zamanlar Bozkurtların Ölümü’nü ve Bozkurtlar Diriliyor’u gözyaşları içinde okuyup yakasına bozkurt rozeti takarak gezen ve kendini Kürşad gibi hisseden gençlerden biriydim; Ergenekon’dan mı söz ediyorum, bayılırdım bu efsaneye. İlk birkaç şiirim Atsız’ın Ötüken dergisinde yayımlanmıştı. 1970’lerin sonunda MHP’nin yayın organı olan Hergün gazetesinde çalıştım. Ne var ki -sorulduğunda kendimi hâlâ milliyetçi diye tarif etsem de- artık bu maceraya başladığım noktadan çok uzakta, çok farklı bir yerde duruyorum” cümleleriyle başlıyor. Bu sözlerin umdurduğu gibi Ayvazoğlu milliyetçilik dönemini, anılarını anlatmıyor. Kitabın alt başlığında belirtildiği gibi “Milliyetçilik ve Muhafazakârlık Üzerine Yazılar”dan oluşuyor Tanrı Dağı’ndan Hıra Dağı’na. Farklı zamanlarda farklı amaçlar için yazılmış olsalar da kitapta Türkiye’de milliyetçiliğin hikayesini anlatmak amacıyla biraraya getirilmişler.
Ayvazoğlu, Türk Milliyetçiliği’nin nasıl ortaya çıktığını, nasıl geliştiğini, Türkçülük, ırkçılık, İslamcılık, muhafazakârlık, Anadoluculuk, anti komünistlik, ülkücülük, alperenlik gibi anlayışlara nasıl dönüştürülmeye ya da onlarla kaynaştırılmaya çalışıldığını anlatıyor.
Milliyetçilik Türkiye’de “Türklük” gibi bazı kavramlar, “Ergenekon” gibi destanlar çevresinde geliştirilen görüşlerle geliştirilmiş. Osmanlı İmparatorluğu’nun çöküp parçalanma evresinde milleti birarada tutmak, en azından Anadolu’da yeni bir devlet oluşturmak amacıyla ulus devletin gerektirdiği birleştirici unsurların peşine düşülmüş; ırk, dil, din gibi ortak noktalarda halk milletleştirilmeye çalışılmış. Irk anlamında ortak noktanın “Türklük” olduğuna kanaat getirilmiş. Çünkü Osmanlı’nın kurucuları Orta Asya’dan çıkıp gelen bir Oğuz boyu. Ayvazoğlu ilk makalesinde “Türklük”ün nasıl keşfedildiğini, bu nitelemenin tarihte gerçekten aşağılayıcı bir terim mi yoksa bir ırkın adı mı olduğunu araştırıyor. “Neresi vatan?” ikinci soru olmuş. Osmanlı’nın zamanında yönettiği tüm topraklar kavramsal ya da teorik olarak vatan toprağı sayılsa da “Türk” özden yeni bir devlet oluşturulacaksa, elde kalan son toprakların, Türklerin yaşadığı yerin yani Anadolu’nun vatan olarak adlandırılması çoğunlukça benimsenmiş. Ama diğer yandan az sayıda da olsalar Türkçü akımların temellerini atanlar için vatan, tüm düyayı kapsayacak bir biçimde genişletilebilecek bir tanımlama olan “Turan” olmuş.
Türk tarihini oluşturma çabaları. Geriye doğru gidip, tarihi Türkçü bakışla yeniden yazma, yorumlama çabaları da uluslaşma yolunda önemli adımlar oluyor. Bu tartışmalar, tezler önce entelektüelleri, sonra milleti Türklük üzerinde birleştirmeye başlıyor. Bu iş o kadar abartılıyor ki bazı tarihçiler tezleri Dünya’da ne varsa Türklerin olduğuna, Türkler tarafından yapıldığına kadar vardırıyorlar. Türkçenin benimsenme, geliştirilme çabaları da işi Hazreti Adem’in dilinin Türkçe olduğuna kadar ulaşacak uç görüşlerin de ileri sürülmesini sağlıyor. 1800’lerden itibaren ortaya atılan bu görüşler, yapılan tartışmalar sonuçta Türkiye Cumhuriyeti’nin temellerinin atılmasını sağlıyor. Birçoğu devletin resmi görüşünü oluşturuyor.
Bu ana akımın içinde gelişse de zamanla resmi görüşten kopup Türk Milliyetçiliği’ni kuracak görüşler de oluşmaya başlıyor. Önce dergiler çevresinde sonra derneklerde örgütleniyorlar ve nihayet mevcut partilerde görüşlerini tam olarak iletemeyeceklerini anlayınca da kendi partilerini kuruyorlar. Tüm bu gelişmeler de teorisyenleri ne kadar istemese de Türkçülük olarak başlayıp ırkçılığa kaydıktan sonra milliyetçiliğe evrilen akımın önce muhafazakârlığa sonra da İslamcılığa yakınlaşmasını gerektiriyor. Sonunda da antikomünizme kadar vardırıyorlar işi. Çünkü başka türlü Anadolu’da taraftar bulmaları pek mümkün görünmüyor. “Tanrı Dağı kadar Türk, Hıra Dağı kadar Müslüman” olma noktasına da böyle geliyorlar. Bir anlamda ana akım muhafazakârlık önceleri dışladığı Türkçü akımların güçlenip kendisine alternatif olacağını görünce İslamlaştırıp kendi içinde eritiyor.
Beşir Ayvazoğlu, Tanrı Dağı’ndan Hıra Dağı’na Türkçülük, milliyetçilik akımlarının gelişimini, kendi içindeki farklılaşmalarını, süreç içinde nasıl değişip muhafazakâr ve İslamcı anlayışlara yakınlaştığını akıcı bir dille, yazılar ve kitaplardan hareketle düşünsel yanından anlatıyor. İyi bir çalışma. İlla eksik arayacaksak, eleştirel olunmamasına dikkati çekmemiz gerekir. Ayvazoğlu, objektif olmuş ama kullandığı kaynaklar o görüş sahiplerinin, teorisyenlerin eserleri olduğu için eleştirel yan eksik kalmış, bırakılmış. Bu görüşlerin nerelerde eleştirildiğini, nerelerde eksik ya da yanlış bulunduğunu da bilmek istiyor insan. En azından Ayvazoğlu’nun kopuşunun nedenlerini, kendi yorumunu... Önsözde belirttiği gibi bu maceraya başladığı noktadan ne kadar uzakta, ne kadar farklı bir yerde duruyor, merak etmemek elde değil.
Tabii milliyetçi görüşlerin pratiğe ne kadar yansıdığı, milliyetçilerin Türk siyasi hayatı içinde nasıl konumlandırıldıkları, kullanıldıkları da önemli. Çünkü Türkiye’de Türkçü, milliyetçi akımlar teorilerinden çok pratikleriyle var oldular. Özellikle 60’lı - 70’li yıllarda bu gruplara katılanların çoğu okuma yazmayı sevmeyen kişilerdi ve kulaktan dolma bilgilerle yetindiler, sağ–sol kavgasında aktif militanlar olarak yer aldılar. Tabii ki tüm boyutları bu çalışmadan ve Ayvazoğlu’dan beklememiz gerekmiyor ama yazarın 70’li yılların sonuna dek aktif olarak içinde yer aldığı bu siyasi anlayışla ilgili anılarını da merak etmemek elde değil.
Yeni yorum gönder