İlk kitaplar her zaman riskli: Ya duvara tosluyorsunuz ya da yüksekten başlayıp devamında onu aşmaya uğraşıyorsunuz. Zar atmak gibi bir şey. Üstelik böyle bir durumda ünlenmiş yazarların çokça yararlandığı “ne yazarsa yazsın, gider” türünden olanaklara da sahip değilsiniz.
Sinan Sülün, Karahindiba’yla yazın dünyasının kitaplı isimleri arasındaki yerini aldı. Biraz geriye çekilip hikâyelere bakınca Sülün, günlük olayların kahramanlar üzerinde bıraktığı etkiden ve olup bitene yaklaşımlar babında kişilik çözümlemelerine girmeyi deniyor. Bunu yaparken öykülerinde bazı ayrıntıları anlamayı okura bırakması gerektiği zamanlarda, hemen her şeyi toparlamaya koyulması yorucu ve uzun betimlemelere de yol açıyor.
Kitaptaki üç öyküde kimi ortaklıklar bulmak mümkün: Örneğin halinden memnun olmama durumu. Bir başkası, ki bu daha belirgin, işsizlik ya da çalışma (ve çalışamama) hayatı üzerine eğilme. İkincisinin devreye girdiği anlarda Sülün’ün kendince yaratmaya çabaladığı mizahi dil de nefes alıp veriyor.
Öyküleri tek tek anlatmaya gerek yok ama lokomotif elbette “Karahindiba.” İlk ikisinden sonra okurun gözünü açıp onu silkeleyebilecek nitelikte. Sülün’ün az önce bahsi geçen mizahi dili, burada daha özenli ve özgün kotardığını görebiliriz. Öykü, kitabın tamamında olduğu gibi bir yaşam eleştirisi. Etrafımızda gördüğümüz ya da görmediğimiz tipleri tiye alan bir yapısı var. Burada, iğneyi ilk kitabıyla resmen adım attığı edebiyat cemaatine batırmayı da ihmal etmiyor.
Sülün’ün genel olarak tüm öykülerde ama özellikle “Karahindiba”da, hangi alanda yer alırsa alsın “pazarlamacı” kişiliklere geçirişine rastlıyoruz. Tabii bu arada ortalığı hafif bir kaybetmişlik kokusu sarıyor. Hem acı hem de tatlı olanı aynı anda ağza atmak gibi bir şey bu.
Sıkıcı hayatların, birkaç uzun betimleme ve ayrıntı bolluğu dışında, ilginç ve eğlenceli (buna kara mizahla dolu da denebilir) tasvirine girişmiş yazar. Kıstırıldığının ayırdında olan ya da olmayan, yanımızdan geçip giden veya yaşamımızın tam ortasına lök diye çöken insanları hikâyelerine almış.
Sinan Sülün, “Karahindiba” öyküsünde bıraktığı yerden; aynı yüksek perdeden devam ederse genelde tekdüze yol alan edebiyat ortamımızda, okura nefes aldırabilecek şeyler yaratacak gibi görünüyor.
Benim ilk kitabım hakkında ne derdiniz çok merak ettim. LEZZETLİ ÖYKÜLER. Yazar olarak insanın işin anlayanından tanıtım yazısından fazlasına ihtiyacı oluyor . Merakla ilgilenip ilgilenmeyeceğinizi bekleyeceğim.
Yeni yorum gönder